Demini aldığı kokusundan belliydi. Taze demlenmiş çayın kokusunu içine
çekiyordu ki bahçe kapısının çıngırağının sesi duyuldu. Sabah sabah kim
acaba, merakıyla elindeki havluyu bırakmadan açtı dış kapıyı ve
postacının gülümseyen yüzünü görerek şaşırdı. Kocaman bir gülümseyiş
vardı postacının yüzünde. Bahçe kapısına mektuplar için astığı sepetin
yerinde olup olmadığını kontrol etti ister istemez. Koyduğu yerde
duruyordu sepet. O halde? Bu sırada günaydın diye şakıdı postacı.
Şaşkınlığını üzerinden atamamışken, bu günaydın daha da anlamsız geldi.
Günaydınına karşılık verdi yine de ona doğru ilerlerken. Komşu bahçeden
gelen leylak kokusu o sırada çarptı burnuna. Sersemledi. Postacıya baktı
benzer bir sarsılmayı onda da görme umuduyla. Görebildiği kendinden
memnun bir tebessümdü.
Bir mektubunuz var, dediğini duyduğunda bahçe kapısına ulaşmıştı.
Postacının uzattığı zarfa baktı, bildik fatura ya da reklam zarflarından
değildi. Zarfın üstündeki el yazısına çarptı gözü. Leylak hafif bir
esintinin peşi sıra doldu burnuna yeniden. Postacının zarfı tutan eli
havadaydı ve şaşalayışını anlayışla karşılıyor gibi bakıyordu bir yandan
da. Mektup mu, diye sordu. Mektup ya, diye cevapladı postacı, uzaklardan
geliyor. Uzaklardan gelen bir mektup düşüncesi leylağın kokusundan daha
sersemleticiydi. Uzanıp almadığı zarfa gözlerini dikip, ne dediğini
bilmeden konuştu: Çay içer misiniz? Postacının çay teklifini kutlama gibi
algılayışına daha sonra gülecekti, bunu biliyordu. Adamın daveti
ikiletmeden bahçe kapısını açacak mandala yönelişine anlam veremedi yine
de. Eliyle küçük masayı işaret etti, gözü hala zarftaydı. Buyurun, dedi.
Çay için içeri girerken göz ucuyla adamın zarfı masaya özenle bıraktığını
gördü. Zihni el yazısının tanıdık olmadığını söylüyordu, kalbinin
şiddetle çarpışı bundan olabilirdi.
Mutfağa geçip raftan çay bardaklarını çıkardı. Bir mektup, diye
düşünüyordu bir yandan. Gerçek bir mektup mu acaba şüphesini elden
bırakmıyordu. Şimdilerde reklam amaçlı broşürlerin de adreslerinin el
yazısıyla yazıldığı oluyordu. İçine bakmadan çöpe atılmasını bu yolla
engelleyebileceğini düşünen kimi ısrarlı tanıtımcılar bu küçük hileyi
çare görüyor olmalıydılar. Ama uzaklardan, demişti postacı. Uzaklardan
gelen bir tanıtım zarfı akla yakın değildi. Çayları doldurdu, bahçeye
yönelecekken şeker geldi aklına. Mektubu getiren çayını şekerli içiyor
olabilirdi. Tepsiyi bırakıp dolapları karıştırmaya başladı. Birisi ona
bir mektup yazmıştı, yazmakla kalmamış mektubu okuyabilmesini mümkün
kılacak, çoğunluğun çoktan unuttuğu eylemleri de yapmıştı. Uzaklardan
biri. Kim olabilir sorusu zihnini didiklerken aklına hiçbir ismin
gelmeyişinin de tuhaf olduğunu düşünüyordu. Sonunda şekeri buldu.
Postacı gözünü masanın üzerindeki zarfa dikmiş, yüzünde tuhaf bir
gülümseyişle oturuyordu. Mektubu bırakıp gitmek istemiyor gibiydi. Çay
davetini reddetmemesinin nedeni de bu olmalıydı. Dağıtacak faturaları,
paketleri, tanıtım zarfları yok mu bu adamın diye düşündü çay tepsisini
masaya bırakırken. Bahar erken geldi, dedi bu sırada gözünü hala zarftan
ayırmamış olan postacı. Dikkatini mektup zarfından uzaklaştırmaya
çalışıyor gibiydi. Başıyla onayladı diğer sandalyeye yerleşirken zarfın
sahibi. Onun da gözü zarftaydı. Leylaklar bile erken açtı, dedi bir şey
söylemiş olmak için. Postacı uzatılan şekeri reddetti. Bardağın yanındaki
çay kaşığını kenara aldı. Gözüyle zarfı işaret ederek, açmayacak mısınız
diye sordu. Açarım diye atıldı beriki ama zarfı almak için davranmadı.
Bunun yerine çayından bir yudum aldı, başını çevirip komşu bahçedeki
leylak ağacına baktı. Postacının, uzun zamandır gerçek bir mektup
ulaştırmadım sahibine dediğini işitince ondan yana döndü. Gülümsedi.
Zarfı açmadan gitmeyecek, diye düşündü. Onun yanında açmak istemiyordu.
El yazısının yabancılığı umudu ve umutsuzluğu aynı şiddetle duyumsatırken
zarf uzak bir hayale dönüşüyordu zihninde. Kimseler mektup yazmıyor
artık, diye başlayacak bir konuşmanın kapıda olduğunun bilincinde,
yapması gerekeni düşündü. Posta merkezine döndüğünde, arkadaşlarına
haberi vermek için emin olmak istiyordu postacı besbelli. Uzandı zarfı
eline aldı. Parmaklarının arasında tuttuğu şeyin kalbini yakıyor oluşuna
şaştı ilkin, sonra zarfın kalınlığına. Uzunca bir mektup diye düşündü,
kötümser yanı hemen ekledi: eğer bu bir mektupsa. Zarftaki yazıyı var
eden, az sonra zihnini ve belki kalbini okşayacak, parmakları düşündü.
İçinden sevdi onları ve postacının sabırsız bakışlarını görmezden gelerek
zarfı burnuna götürüp kokladı. Alabildiği tek koku, geldiği yol boyunca
rastladığı onlarca elin zarfta bıraktığı yıpranmışlığın kokusu oldu.
Postacının boş çay bardağını tabağa bırakışının sesiyle irkildi. Adama
haksızlık etme, aç şu zarfı diye çıkıştı kendine. Zarar vermemeye
çalışarak yapıştırılmış kapağı yerinden ayırmaya başladı. Zarftan çıkan
katlanmış sayfaları açtı. Artık tanıdık olan el yazısına baktı uzunca.
Mektubun bitimindeki imzayı görebilmek için sayfaları çevirdi. Leylağın
kokusundan sarhoş olmuş kalbindeki titremeyi saklayabilmek mümkün olmadı.
Mektubun gerçekliğinden emin olarak rahatlamış olan postacının ayağa
kalkışındaki gururu fark etmedi. Güzel haberler vardır içinde inşallah,
temennisiyle kapıya yönelen postacının ardından bakıp, fark eder mi, diye
mırıldandı.