gözle görülemeyen gerçek ve hatıra ormanındaki salıncak
öyleyse ece ayhan'dan başlayalım. hani o oyuncakları olduğuna inandırılan
çocuklardan…
şu kaotik dünyanın gürültüsüne. gelmişine geçmişine. kadim çarpışmalar
tarihine. vurulup da düşenlere. hayallerine. ve bir o kadar da yolculuğa.
bir yolculuk hayaline. gözümüzün önünde uzak uzak gerçeklere. gerçeklerde
kaybolana. kaybolanın hayaline. kayıp yitik hayallere o görünmez olanına.
bir hakikat arayışı bir hakikat arzusuna.gökyüzünün karasına.o gökyüzü
altındaki bir hatıra ormanına. tel örgüsü koruması sınırları olmayana. o
sınırsız ormanın hür ve hür ağaçlarına kuşlarına bir selamla başlayalım.
burası bizim ülkemiz değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi demişti
tezer özlü ve çektiği acılara dayanamayıp terk etmek durumunda kalmıştı
ülkesini. ülke: içine doğduğun coğrafya. kendi tercih etmediğin ve fakat
sonra oraya ait hissettiğin kendini ve ya terk etmek zorunda kaldığın
etrafı tel örgülerle çevrili kara parçası.zaman zaman nefes aldığın ve
nefessiz kaldığın. tarihiyle kültürüyle yüzleşmeye çalıştığın. çarpışıp
çatıştığın..
gerçeğin gerçekliğin gerçekliğinin sınırlarına çarpıp çarpıp durmuşluğun.
hapsolmuşluğun. reddedişin özgürlüğün hayallerin. bir sınırsızlık
hayalinin. çocukluğunu. gençliğini geçirdiğin o yer...
yirmialtıkırkbeşdoğuotuzaltıkırkikikuzey...
meridyenler. paraleller. içinde bir çemberin içine düştüğün fasit
daire...
yoldaşlık etiğidir. gökkuşağının renkleri arasındaki geçitlerde gizlenir.
görünür görünmesine de..
sadece görebilenlere görünür.
hatıradır. karadır. egonun oyuncağı olmak ile kobaneli çocuklara oyuncak
götürmek ve hatıra ormanına bir ağaç dikmek için yollara düşen alper'in
çantasındaki oyuncak olmak arasındaki o ince çizgide görünür.
işte o hatıra ormanındaki o yalnız salıncakta şiir..
daha hiç doğmamışların. doğarken ölmüşlerin. bir de o günü o salıncaktaki
şiiri görmeye ömrü yetmeyen çocukların. demiş ya sabahattin kudret aksal
: çocuk görür görünmeyeni.
şiir: şiir de...şiirde kalmazsa şiir..
peki edebiyat sanat şiir nerede durmalı. muaf mıdır tüm bunlardan o şiiri
yazanlar.
iktidarların elinde bir oyuncağa dönen edebiyatın sanatın şiirin değil,
kobaneli çocuklara oyuncak götürürken vurulup düşen çocukların çantasında
bir oyuncak olmayı tercih etmekle başlanabilir belki işe.
kendi egosunun esiri iktidarın ideolojisini itaatkar ölüsevici
pornografik kültürünü meşrulaştırmakla mükellef bir sanatın yerine
hayallerini yitirmeyenlerin özgür bir dünya için direnenlerin yanında
durmakla olabilir mi...
kadim tarih. savaşların. kıyımların. sürgünlerin toplama kamplarının her
türden tutsaklığın tarihi olarak da okunup yazılabilir. ve fakat bir de
görünmeyen yazılmayan dile gelmeyen yazılsa da görülmeyen es geçilen bir
direniş tarihi olarak da..
eşya üzerindeki hakimiyetin malın mülkün mülkiyetin her türden sınırların
ve sınırlamaların olmadığı bir tarih. yok mudur...
egonun göz hizasından uzak karşılıksız hayallerin karşılıklı yardımlaşma
ve dayanışmanın...
"gerçeğin mayası gözle görülemez" diyordu küçük prens. saint exupery'nin
prensi. prens ki gözle görünmez sonsuzlaşan yolculuğu exupery'nin.
nedir mi bu hikayede bahsedilen.. ancak çırılçıplak bir gözle
görülebilmesi hakikatin...
büyülü gerçekçi bir gözle ispanyol devriminden ve diktatör franko'nun
faşizminden bahseden "panın labirenti" filmindeki prensesin sözleri gibi
tıpkı : 'prenses, dünyada yaşadıklarına dair bazı izler bırakmış. bunlar,
sadece bakacağı yeri bilen gözlere görünürmüş.'
ve bir kez daha görüyoruz ki görünmezlik görülmezlik görünülmezlik
sökmüyor çocuklara. tıpkı o masaldaki çocuğun sözleri gibi: anne bak kral
çıplak!
çocuğun çocukluğun gözü aklın iktidarların gözünden gözlüğünden uzak
çırılçıplaklığın sahiciliğin gözü olarak da görülebilmeli. çocuk görür
görünmeyeni derken sabahattin kudret belki de- bir çok gözle görülemeyen
büyüklerin gözüyle -iktidarların bakışıyla kirlenmemiş o saf bakıştan o
çocukluk hallerinden söz ediyordu.
şiir de uzun süren bir çocukluk hali değil midir....
etrafında tel örgüler olmayan içinde tek tip ağaçların olmadığı her
türden bitkinin hayvanın nefes aldığı o çınar ağacındaki salıncak değil
midir..
gök kuşağının tüm renkleri olarak yoldaşlık etiği adına yolunda ölünen
uğruna can verilen ya da çocukların dallarına salıncaklar kurabilmesi
umuduyla ölümün bile göze alındığı hatıra ormanındaki o çınar ağacının ve
adını dahi bilmediğimiz her türden ağacın hayvanların bitkilerin de yurdu
olabilmesinin hayali..
ve ece ayhan'dan bir şiirle sürdürelim öyleyse. içinde avcıların
gazalların olduğu. bir zamanlar yine adı türkiye olan bir ülkenin
tarihiyle yüzleşmeyle..
2. çilli gazal bir tebeşire sığınsın sözgelimi ya da bir dünya dergâhına.
avcı da dalar.
3. iki yeniyetme kara tahtayı siliyorlardır ya da çamaşırlarını
çiteliyorlardır.
4. “buraya giren bir gazal gördünüz mü?” der şahmârdân.
5. sınıftaki ya da avludaki gazallar; tarihten 1971 yaz ayları
çengelköyü’ne geliyoruz; “hayır” derler, “görmedik!”
bir hafıza oluşturma bir etik duruş adına direndiği için iktidarın kolluk
kuvvetlerince avlanmaktadır gazallar. sadece tarih ve yer değişmiştir o
kadar . 12 mart sonrası malum faşizm günleridir. 6.filoyu protesto eden
gençler bazı amerikan askerlerini denize atarlar. sonrası polisin
operasyonları. düşerler gençlerin peşine. her yerde aramaktadırlar.
esnafa sorarlar : gördünüz mü. görmedik . derler. işte devrimci gençleri
ihbar etmemenin ele vermemenin etiği...
yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
yokluğu yoksulluğun malın mülkün mülkiyetin ve dahi iktidarların tarihi
oyunların oyuncağın tarihi olarak da okunup yazılabilmeli.. bazen var
olan bir oyuncağı paylaşmakta değil erdem yok olan ve fakat hayallerde
yaşatılan hayali bir oyuncağı paylaşmanın paylaşabilmenin yarımyapıldak
yolda kalan hayali...hayalini..
bir oyuncak hayaliyle büyür ne de olsa her çocuk. bazıları oyuncaksızdır
ve kendi yapar oyuncağını ve kendi kurar oyununu. bazılarına ise hazır
oyuncaklar sunulur. kediler köpekler atlar ve bir çok oyuncak hayvanlarla
başlarız oyuna. ve tek tek seslendirerek rengarenk bir orkestra kurarız
farkında olmadan. ve kendi hayalimizden oyunlar. o oyunlarda yaşar orada
nefes alırız biraz da.. oysa kötü karakterli oyuncuları da olur bazı
oyunların. eli silahlı adamlar. hatta tankı topu kelepçesi copu füzesi
toması akrebi olanlar.. bir savaş oyunudur sürer hayallerde. oysa o
çocuklar için hala bir oyundur. ta ki gezide kendileriyle aynı yaşta bir
çocuğun berkin elvan’ın gaz fişeğiyle vurulmasına dek.
bazı çocuklar vardır ki sağ çıkamazlar girdikleri oyunlardan. oyuncakları
olduğuna inandırmakta zorlanılan çocuklardır ki rüyalarına girer eli
silahlı adamlar. rüyalarına girdikleri yetmezmiş gibi bir de güpesinde
gündüzün karşılarına çıkarlar. bir de onlara sorsanız çocukları
korumakmış tüm çabaları. sınır koyarlar çocukların hayallerine daha
önceden çizilmiş sınırları korumak adına.vatan memleket devlet derler
adına. kurşun sıkarlar çocuklara. çocuklar durur mu..taş...
direnişe doğar bazı çocuklar. ve her gördüklerinde eli silahlı adamları
taşlarına gider elleri. ne kadar gerçek ise silah taş da o kadar
gerçeklik.
ve bazen değişir değişmesine de tarihin dekoru. elleri yüzleri değişse de
eli silahlı adamların ve taş atan çocukların değişmez adı oyunun. işte
burada sormak istiyorum bu coğrafyadan gelmiş geçmiş bir düşünür sosyolog
ibn-i haldun’a : o gün bugündür ve her daim coğrafya bir kader midir hala
patron...
orada o coğrafyada filistinli çocukların burada bu coğrafyada direnişin
ortasına doğan kürt çocuklarının taş atarken öldürülmesi bir kader
midir..
yoksa şık psikoloji biliminin steril teorilerine göre "öğrenilmiş
çaresizlik"in sonucu mudur... yoksa o karnavalesk ütopya gezideki gibi
deneyimlenmiş direnme davranışı olarak mı görülmelidir...
bir sınır değil midir coğrafya. içinde devletlerin iktidarların halkların
medeniyetlerin kültürlerin yaşayıp öldüğü geçip gittiği geçip giderken
nefes alıp verdiği. kapılarında kapıkulları beklese de akışkan geçişken
değil midir coğrafyanın sınırları..
geziden kobane’ye bir yol açan sınırsız bir dünyanın hayallerini yaşayan
ve yaşatanlar için bu yolda kendi bedenlerinin sınırlarını aşarak
sınırsızlaşan bedenler için yani suphi nejat ağırnaslı yani kader
ortakaya ve sınıraşırı bir hayalin peşinde suphi nejat'ın bıraktığı
yerden peter pan'ın ülkesine giderken suruç'ta öldürülenler için bir
kader bir sınır mıdır coğrafya...
ve yüzleşmenin tarihinden bir cümleyle söylersek 1915' te henüz on üç
yaşında ermeni soykırımından kaçarken gözlerinin önünde annesinin
açlıktan öldüğünü gören ve gittiği amerika'da kimliğini gizleyerek
yaşamını sürdürmek durumunda kalan- ki manug adoyan’dır asıl adı- ve
gözlerinin gördüklerinin etkisinden kurtulamayarak intihar eden bu
toprakların çocuğu van’ın bir köyünde dilkaya’da (horkom) doğan ermeni
ressam arshile gorky için...
ve yine aynı zulümden payını alarak çankırı iline sürgüne gönderilen ve
toplama kampında arkadaşlarına yapılan işkenceleri gören gördüklerinin
etkisiyle çıldıran ömrünün son yirmi yılını susarak geçirmek durumda
kalan ve yine paris’te sürgünde ölen ezgileriyle içimizi delip geçen
hüznün değil de kara hüznün müzisyeni yine bu toprakların çocuğu kütahya
doğumlu komitas için...
peki ya şiir... auscwitz’ ten sonra şiir…
ikinci dünya savaşı sırasında toplama kamplarındaki gerçeğe hayatın
düşüncenin kendisini aşan gerçekliğe dikkat çekmek için auscwitz’ ten
sonra şiir yazmak “barbarlık" demişti bir kez adorno. oysa o cümleyi hem
şiir hem felsefe hem de tüm disiplinler için söylemiş olamaz mıydı adorno…
şimdi her durumda yaşadığımız her yerde hayatın kağıdı aştığı ve dibe
vurduğumuz her durumda halepçe’de sivas’ta roboski’de gezi’de son olarak
kobane ve suruç’taki katliamlar için adorno’nun bu sözünü anımsayıp
rehavete kapılarak daha ne kadar avutabiliriz kendimizi..
tarihi edebiyatın tarihinden ki bu günlerde kültür endüstrisinin bir alt
kolu olarak anılan edebiyatın tarihinden de eski olan kadim tarihi
şiirin...
sınırların sınırlamaların ülkelerin bayrakların ve her türden
kuşatılmışlığın tarihi olarak mı okunup yazılmalı yoksa isyan içre bir
zamanlar tarihi olarak mı...
şiirin ile isyanın tarihi elbet gözle görülebilen bir tarih de
olamayabilir. ki öyledir de.
en iyisi mi biz onun için şiir ile iktidarların çarpışması sırasında
öldürülen -yakılan asılan kurşuna dizilen şairlerin tekil tarihlerine.
fani'ye pir sultan'a nesimi 'ye ve sivas 'a bakalım.
ve ya suruç'a dönüp bakalım bakabilirsek. bakıp görebilirsek. o yanık
ülkeye. o yanık hayale.yanık yıkık hayallere…o hayali yeşertmek için yola
çıkan çocuklara. gökkuşağının her rengine gizlenmiş güneşin çocuklarına…
bir inşaat işçisi olan yirmi üç yaşındaki uğur özkan’ın : "bunca zaman
sermaye için çalıştım. bir haftada kobane için çalışayım, olmuştu son
sözleri…
gezi direnişinde gözünü suruç'ta sevgilisi büşra mete'yi kaybeden ve
fakat hayallerini hiç yitirmeyen çağdaş küçükbattal’ın gözlerine
bakalım...
kobane yolunda yazdığı içimizi burkan şu son mesajını nasıl unutabiliriz
aydan ezgi şalcı’nın: “bizler güneşin çocuklarıyız. ölüme gülümseyerek
gidenleriz. ne döndürebilir ki bizi. ne korkutabilir ki? gelin yarını
ilmek ilmek biz örelim".
ve alper sapan.. tıpkı ali ismail gibi daha on dokuz yaşındaydı. hayvan
hakları aktivisti. vicdani retçi ve anarşistti. 24 mayıs 2014 te vicdani
reddini açıklarken şunları söylemişti "merhaba ben alper sapan.on dokuz
yaşında bir anarşistim. kimse için ölmeyecek, öldürmeyeceğim".
ve gök kuşağının karası : evrim deniz erol. o da on dokuz yaşındaydı
henüz. yaşadığı yer : ütopya. lgbt aktivisti. feminist mücadelede yer
aldı. 28 haziran 2015 'te facebook profiline şunları yazmıştı: "gök
kuşağının karasıyız. homofobiye karşı elele".
öyleyse ve gittiyse bu çocuklar yarım bırakarak hayallerini savaşsız
sömürüsüz çocuklarının oyuncakları olduğuna inandığı daha özgür bir dünya
uğruna göz göre göre katledildiyseler...