‘tabiat ahlakı kovuyor. nerde bir ahlak türemişse orada tabiat ile ahlak
çatışma halinde. sanatı doğuran mutlaka bu çatışmadır demiyoruz. ama
sanatı besleyen hep bu çatışmadır diyoruz. tabiat sanatla kurulu düzene
karşı başkaldırıyor. itiyor onu. hafife alıyor. bozuyor.'’
cemal süreya
hakikatler çarpışması :
kadim meselelerdir. uğrunda can verilen kadim meseleler. bedeli, bir ömür
çıldırmanın eşiğinde yaşamaya zorlanmak olan. bedeli, uzun bir sürgünlük
ve tutsaklık kimi zaman…
varlık ile yokluk, yaşam ile ölüm, normal ile anormal akıl ile delilik, devlet ile tabiat,
iktidar ile direniş. esaret ile özgürlük arasında cereyan eden
gerilim, çatışma ve can yakıcı durumlar…
tüm bu durumlar arasındaki med cezirler, eylemlerimiz, tercihlerimiz,
parçalanmalar, yaralanmalar etik, ontolojik bir beden oluşumuzdan ayrı
düşünülebilir mi… özgürleşmenin yolunda etik, ontolojik bir eylem
olarak...
ilk bakışta dikotomik bir algı oluştursa da tüm bu durumları, tabiat ile
iktidarlar arasındaki savaştan da ayrı düşünemeyiz. iktidarlar ki her
daim hükmeder, sınır çeker, gönüllü gönülsüz biat ister, kendine şirk
koşanlara, kendi varlıklarının meşruiyetine gölge düşürenlere ve özgür
düşünceye de her türden şiddeti uygular. tabiat ise sınırsız, sonsuz bir
özgürlük alanıdır hem de tüm canlılar için.
iktidarların tabiat üzerindeki tahakkümü, bir canlıyı merkeze alan
antropomorfist bakışın bir sonucu olarak da okunabilmeli. insana merkeze
alan antropomorfist bakışın unuttuğu bir şey vardır. kendi dışındaki
canlılar üzerinde tahakküm kurarken kendisi de bu tahakkümün parçası
olmuştur. çünkü iktidarlar insanın tabiatını da bozarlar.
devlet ile tabiat arasındaki çatışma, sanat ve edebiyat alanında da
yaşanır. her ne kadar metaforlarla, imgelerle gizlenmiş olsa da, daha
sert, daha yakıcı daha çırılçıplaktır. verdiği eserlerle, yazdıklarıyla
çağının tanığı olarak da görülen yazar, sanatçı, iktidarlar için çoğu
zaman bir şüpheli bir sanık ve hatta bir maktul olarak görülür.
neden mi... çünkü iktidarların aklına uygun, sınırlarını onların çizdiği
yollardan aramaz gerçekliği. öyle bakmaz dünyaya, tabiata olaylara.
yazdıklarıyla, eserleriyle bir güce kölelik etmek, onu meşru kılmak
yoktur onun tabiatında. sonsuz bir özgürleşmenin, hakikatin peşindedir o.
tüm canlılar için tabiatı da özgürleştirmenin ontolojik eyleminin...
iktidarların dayattığı yapay gerçekliklerle, özgürlüğün hakikatin
arasındaki bir çatışma olarak da görülebilmeli tüm sanat edebiyat tarihi.
veya bir hakikatler çarpışması…
son zamanlarda siyasetçilerin de diline pelesenk olan, hakikatlerin
üzerinde oynandığı, hiper gerçeklerin çağında, şık bir deyimle dile
getirilen post-truth çağda (hakikat ötesi) da sürüyor hakikatler
çarpışması…
gerçekliğin, gerçeklerin, iktidarların tekelinde olması, üstünün
örtülmesi, manipüle edilerek sunulması, baudrillard’ın deyimiyle
simülatif bir evrende yerini hiper gerçeklere bırakması tartışmaları
sürüyor. sürecek.
bir şey var ki hiç değişmiyor. iktidarların gerçek diye sunduklarının,
dayattıklarının karşısında sanat, edebiyat ne yapıp edip gerçeğe
ulaşmanın, gerçeği dile getirmenin bir yolunu buluyor. işte edebiyatın,
sanatın avangard ile ilişkisi burada başlıyor. iktidarın diline, algısına
müdahale ederek, yapısını bozuyor, başka bir algının kapılarını açıyor,
özgürlüğe açılan bu kapılardan geçilerek sanatın, edebiyatın sınırsız
sonsuz biçimleri oluşuyor. tek bir deneysel forma değil, deneyin,
deneyimin kendisine, özgürlükçü bir deneyime dönüşüyor sanat
edebiyat.iktidarların mutlak, makro algısına karşı minör yollar,
patikalar oluşturuluyor. dadaistler, sürrealistler, sitüasyonistler,
akmeistler ve rusya’da kendilerini oberıu olarak tanıtan gerçek sanat
birliği.
oberıu oluşumu da 1928 yılında, iktidarın, gerçekler üzerindeki
oyunlarına, dayatmalarına, karartmalarına, dilin ve edebiyatın bir siyasi
gücün tekelinde, mutlak bir forma dönüştürülmesine karşı danııl harms ve
arkadaşlarının, mikro edebiyatın bir isyanı olarak örgütleniyor. “dünyayı
bir işçinin devinim halindeki elleriyle sezmek: nesneyi, kültürün
geçmişten süregelen bozulmuş çöpünden arındırmak” şiarıyla yola
çıkıyorlar. tarihte, düzde ve her yerde ve hiçbir zaman tam olarak
yanıtını bulamayacak imkansız sorular : "biz kimiz? neden biz? ... yeni
bir sanatın şairiyiz ve yeni bir tutum sergiliyoruz. çalışmalarımızda
sanatın ve sözcüklerin anlamı derinleşir ve önemli ölçüde genişler, ancak
çökmez. herhangi bir nesne ilk önce kabuklardan, edebi ve günlük
temizlenir ve daha sonra yalnızca bir yaratım haline gelir. "
ironi, kara mizah, mikro kurgular, grotesk,çoklu yapı içeren kolajlarla
dilin mutlak yapısını bozarak, özgürleştiriyor, şiiri, edebiyatı sanatı
uçsuz bucaksız bir deneye, deneyim alanına dönüştürüyorlar.
oberıu dilin yapısını bozarken, metinde klasik gerçeklik kurgusuna, olay
örgüsüne, zaman mekan diyalektiğine de müdahale ediyor, gerçeklik
algısını ters yüz eden absürt metinler oluşturuyor.
neden absürt metinler… iktidarın bir tahakküm aracı olarak dayattığı
gerçeğin, klişeleşmiş gerçekliğinin karşısına absürdün -ki saçma olarak
da bilinir- bir ifade imkanı olarak çıkmasından doğal ne olabilir ki.
hafızaların silinerek, kötülüğün sıradanlaştığı,
harms’ın deyimiyle, insanın giderek kendi formunu kaybettiği ve küreye
dönüştüğü yerden. küreye dönüşerek de tüm arzularını kaybettiği yerden
söz ediyoruz.
tabiatı bozulan insan, tabiatı bozulan sanat edebiyatın bir refleksi
olarak da görülmeli bu. ben buradayım ve senin dilini kullanmadan da
direniş yolları bulabilirim demektir. hem absürt saçma olduğu kadar
uyumsuzluğu da içeren bir kavram değil mi…
absürt evet, zaman zaman anlamsızlığa vardığını sandığımız ve fakat asla
anlamsızlığı amaçlamayan bir saçmalık, belki bir uyumsuzluk hali…başka
türlü bir direnme biçimi uyumsuzların…
zaman, iktidarlar için bir kurgu olabilir mi… veya klişelerden oluşan bir
gerçeklik algısının inşa süreci… o klasik kurgunun dışında kalanlar, o
kurgunun dışında hayalleri olanlar…
o hayallerin ,o düşüncelerin, o yapının biçimlendirdiği eserler…o sanat
yapıtları o klasik kurgunun o klişeler dizgesinin bir yapı bozumu değil mi
?…
zaman algısı ve var olma direnci :
hayat ile ölüm. akıl ile delilik.aşk ile özgürlük. savaş ile açlık ve
sürgünlükler ve her şeye rağmen hayatta kalabilme arzusu ve var olma
direnci…
bir yazarın zaman algısı,gerçeklik algısı,iktidarların aynı yerde ve aynı
durumlara ilişkin gerçeklik algısı ile çelişemez mi…çelişmemeli
mi…iktidarlarla çelişmemek üzerine oluşan bir edebiyat sanat hayatı
mümkün müdür…
bilindik bir tanımla, bireylerde bir ideolojiye uygun istendik bir
davranış geliştirme üzerine kurulan pedagojik stratejiler şiire sanata
edebiyata uygulanabilir mi?
edebiyatın sanatın öznesini, biat kültürü içinde, istendik davranışlar
geliştirmeye zorlamak bir gün dikişleri patlatmaz mıydı? dikişlerin
patladığı yerden saçılan cerahatin kokusu etrafı sarıp iktidarın gerçek
yüzünü ortalığa çıkarmaz mıydı? iktidarın meşruiyeti adına muhaliflere
karşı oluşturulan “kötülük dayanışması” daha ne kadar sürekli
olabilirdi?...
dikişlerin patladığı yerlerden cerahatin ortalığa saçılan kokusunda başka
bir yüzün de belirdiği görülmüştür.
etik ve ontolojik bir eylem olarak özgürleşmenin yüzleri ve akıl ile
delilik :
etik ve ontolojik bir eylem olarak özgürlüğün, özgürleşmenin yüzü…çağına,
zamanına tanıklığı şairin, yazarın, sanatçının yüzü… işte tüm bu
yıkıntılar ve cerahatin arasından yüzlerden biri de danııl harms’ın
yüzüdür.
harms, nihilist bir filozof,absürt ve sürrealist bir şair, minimal hikaye
yazarı ve kurmaca ustası,oyun yazarı, felsefi metinler kaleme almış, kara
mizahın, alegorinin, ironinin dahi çocuğu. bir kahin, bir avangard ve
elbet bir deli… harms’ı delirten nedir? onu delirten koşullar?…
bir deli evet.ve fakat bir deli neden delirir? onu delirten koşullar ve
onun deliliği…onu delirten koşullardan azade midir ?
delilik olmasaydı. akıl kendini nasıl meşru kılacaktı?
öyle kurgular ki dünyayı, hayatı, olayları, kendini mutlak bir anahtar
olarak sunar iktidar…doğuma ölüme, yaşama, mutluluğa, özgürlüğe, aşka,
ayrılığa, her şeye, her soruya bir çözüm olarak…mutlak bir anahtar. son
model bir decoder… akıl ile işler… akıl oyunları…kurgusal…
onun adına kurulur iktidarlar. ona uydurulur ve onun adına meşru kılınır
her türden baskı zulüm, açlık, hapislikler, sürgünlükler...
kayıp anahtar :
ona uydurulmaya çalışılır hayat, ona uygunluğuyla ölçülür
aşklar… özgürlükler… ona uymayan kültür, sanat, edebiyat, şiir ise
lanetlidir ve yok hükmünde görülür. işte orada yaşam içgüdüsüyle,
özgürlük istenciyle, conatusla (var kalma direnci) direnmenin sonsuz
serüveni başlar. spartaküs’ün açtığı yoldan, sokrates’in inadı.
diyojen’in çıplaklığıyla, pir sultan’ın haklılığıyla, nesimi’nin, hallaç
-ı mansur’un hakikatleri birleşir. işte orda özgürlüğün kapıları açılır
ve oradan bakılır hayata, olaylara, hakikate…hakikat ise çıplaktır,
çıplak gözle bakılmayı gerektirir ve öyle bakılır. bir direnişin sonucu
çıplak hakikate çıplak bakışla…hakikatin anahtarıdır her bakışa görünmez.
yoksa o anahtar yitirilmiş midir?...
o anahtar ki tüm coğrafyalarda gezinir. bazen spartaküs’ün elindedir,
bazen diyojen’in. bazen tolstoy’un elindedir, bazen de harms’ın deyimiyle
bir yarı şair olarak pasternak’ın, bazen puşkin’in. bir delinin hatıra
defterinden kopartılmış sarı bir sayfa olarak gogol’un elindedir, bazen
de harms’ın…
“herkesin bildiği gibi yarı şair boris pasternak’ın balagan adında bir
köpeği vardı. bir keresinde boris pasternak gölde yüzerken kıyıda
toplaşan kalabalığa şöyle dedi:
“işte bakın, titrek bir kavağın gölgesinde
yeri kazıyor balagan!”
o gün bugündür ünlü yarı şairin bu ekstromtu bir deyiş olarak kullanıla
gelir.” [eylül 1934, danııl harms]
bugün hiçbir şey yazmadım :
insan hayvan denkleminin tersyüz edildiği yerden devam edelim o halde.
çıplak tabiatın sesidir harms, insan merkezli dünyanın değil. aristo’dan
beri felsefede aklı ve zekasıyla varlıklar arasında yüce bir varlık
olarak görülen, kutsal kitaplarda ve kapital’de de öyle olagelen insanı
ayrıcalıklı konumundan yeryüzüne ve sulara indirerek onu diğer canlı
türleriyle eşitler harms. o, artık çıplak tabiatın hakikatine bırakarak
kendini çırılçıplaklığın diliyle, egemenlerin ahlakına ve zaman mekan
diyalektiğine perende attırır :
“ben sazlıkta doğdum. tıpkı fare gibi. annem beni doğurup suya bıraktı.
ben de yüzmeye balık da ağlamaya başladı. burnunun ucunda dört tel bıyıklı
balığın biri etrafımda dönüp duruyordu. ağlamaya başladım. balık da
ağlamaya başladı. birden bire suyun üzerinde yulaf lapasının yüzdüğünü
gördük. lapayı yiyip gülmeye başladık. keyfimiz yerine geldi, kendimizi
akıntıya bıraktık ve yengeçle karşılaştık. bu çok yaşlı, büyük bir
yengeçti; kıskaçlarında bir balta tutuyordu yengecin ardından da çıplak
bir kurbağa geliyordu. “neden hep çıplaksın sen?” diye sordu yengeç;
“ayıp değil mi ? ” “burada ayıp olan bir şey yok,” diye cevap verdi
kurbağa,” kendi kendimizi yaptığı kötü davranışlardan utanmazken, neden
ayıplanalım ki bize bahşettiği güzel vücudumuzun yüzünden?” “doğru
söylüyorsun dedi yengeç,” “ben de bilemedim şimdi sana nasıl cevap
vereceğimi. bunu bir insan danışmayı teklif ediyorum, çünkü insan bizden
akıllı.biz sadece insanların bizleri anlattığı fabllarda akıllıyız,
eninde sonunda buradan yine bizim değil, insanın akıllı olduğu sonucuna
varılıyor. tam da bu sırada yengeç beni gördü ve “bir yere gitmenin de
gereği yokmuş, al işte insan,” dedi. yengeç bana doğru yüzdü ve
“vücudunun çıplak olmasından utanman gerekir mi? sen insansın, cevap ver
bakalım,” diye sordu. “ben insanım ve size cevap veriyorum: çıplak
vücudumuzda utanılacak bir şey yok”
[bugün
hiçbir şey yazmadım 1934, danııl harms]
bir hikayeyi daha yapı bozuma uğratır harms. bir hikayede bir masalı
diyelim. fabllarıyla ünlü la fontaine'in karga ile tilki masalı nasibini
alır bu kez yapı bozumdan. hikayede geçen varlıkların varlığını oluşturan
ve diğer canlılardan belirgin kılan organları sorgulanır hale getirilir.
dört ayaklı bir kargadan söz edilir hikayede. hikayenin sonunda bir ayağı
daha olduğunu öğreniriz.
"bir zamanlar dört ayaklı bir karga varmış. aslına bakılacak olursa beş
ayağı varmış, ama bundan bahsetmeye gerek yok. işte bir keresinde dört
ayaklı karga kendisine kahve almış ve işte kahveyi aldım şimdi, ne
yapacağım peki? diye düşünmüş.
o sırada, şanssızlık bu ya, yanından koşarak tilki geçiyormuş.
kargayı görmüş ve ona 'hey sen, karga!' diye, bağırmış.
karga da tilkiye bağırmış:
'sensin karga'
tilki de kargaya bağırmış:
'sen de domuzsun karga !'.
bu lafa gücenen karga kahveyi dökmüş. tilki de defolup kaçmış. karga da
yere inmiş ve dört ayağıyla, daha doğrusu beş ayağıyla fakirhanesine
yollanmış” [13 şubat 1938, danııl harms]
organsız bedenlerin hikayesi :
bazı minimal hikayelerinde absürdün dozunu artırır harms. varlığı ve
yokluğu da saçmalaştırır. varlıkları iktidarlar için bir tehdit olarak
algılananların safında yer alır. ve tüm uzuvları olmayan bir organsız
bedeni diker iktidarın karşısına. o artık iktidarlarca yargılanmayacak,
sürgüne gönderilemeyecek, toplama kampında ölüme terk edilemeyecek kadar
başka bir formdadır. varlığı ile yokluğu arasında sınırın geçildiği
organsız bir bedendir. deleuze ve guattari’ nin organsız beden kavramını
da önceden deneyimlemiştir harms.
(…) gerçekten de gözlerinizle görmek, ciğerlerinizle nefes almak,
ağzınızla yutmak, dilinizle konuşmak, beyninizle düşünmek, bir anüse ve
yutağa, kafaya ve bacaklara sahip olmak, böylesine üzücü bir tehlike
midir? neden kafanızın üzerinde yürümüyor, sinüslerinizle şarkı
söylemiyor, derinizle görmüyor, karnınızla nefes almıyorsunuz: basit şey,
entite, varlık, tüm beden, seyahat, anoreksi, deriyle görme, yoga, krişna,
sevgi, deney. psikanalizin “dur, kendini yeniden bul” dediği yerde, biz
onun yerine; “daha devam edelim, daha öteye geçelim, organsız beden’imizi
bulmadık henüz, kendi benliğimizden verimli şekilde boşanmadık, boşa
çıkmadık, azat olmadık.” amnezi’nin (mutlak hazıfa kaybı) yerine
unutmayı koyalım, yorumun yerine deneyi. organsız bedenlerinizi bulun.
bunu nasıl yapacağınızı bulun. bu bir ölüm kalım meselesidir, gençlik ve
yaşlılık, mutsuzluk ve mutluluk meselesidir. (…)
organsız beden kavramından hareketle devam edersek bir de nazım hikmetin
saman sarısı şiirindeki omuzlarının üzerinde başları olmayan ve
ölümlerine ağlanmayan askerleriyle yolları kesişir harms’ın. aynı yıllarda
yurdundan bir sürgün olarak rusya’da bulunan nazım belki de harms’ı
okumuştur. yaşarken çocuk kitapları dışında kitabı basılamayan harms’ın,
şiirleri ve hikayeleri bir samizdat olarak elden ele dolaşırken…
rastlamış olabilir mi? 1942 yılında bir akıl hastanesinde açlıktan ölen
harms ise saman sarısı şiirini okuyamadı.
“yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler” [saman
sarısı / nazım hikmet]
harms’a kahin demeleri ise asla boşuna değildir. leningrad kuşatması
sırasında evine bomba atılacağını eşine söyler ev boşaltılır ve evine
bomba atılır. stalin’in askerleri tarafından tutuklanacağını ve
yazdıklarına el konulacağını ifade eder ve tüm yazıları bir bavul içinde
gizlice bir dostunun evine ulaştırılır. ve 1931 yılında tutuklanır.
içinde şiirleri hikayeleri ve oyun taslakları olan ve bavul 1980’ li
yılların başına kadar açılmayı bekler. ancak gorbaçov döneminde gün
yüzüne çıkarılıp yayınlanabilir.
“gözleri ve kulakları olmayan kızıl saçlı bir adam varmış. saçları da
yokmuş, yani öylesine kızıl saçlı diyorlarmış. konuşamıyormuş çünkü ağzı
yokmuş. burnu da yokmuş hatta kolu, bacağı da yokmuş. karnı da yokmuş,
sırtı da yokmuş, omurgası da yokmuş, bir tane iç organı bile yokmuş, hiç
bir şeyi yokmuş. yani kim hakkında konuştuğumuz belli değil. iyisi mi biz
onun hakkında daha fazla konuşmayalım.” [7 ocak
1937, danııl harms]
lincin aynasında körleşen gözler :
harms, linç hikayesinde, kitlelerin kendilerine nutuk atan petrov’a
öfkelenip linç kültürünün etkisiyle çığırından çıkarak, petrov ile
tartışmaya giren ve sorular soran bir adamı önce haklı buluyor, sonra da
petrov ortadan kaybolunca, ellerinde başka kurban olmadığından,suçsuz
yere kurban seçip tutkuları uğruna linç etmelerini, yine absürdün
sınırlarında gezinerek, siyah beyaz bir film karesi gibi ağır çekimle
anlatıyor.ancak bu kez klasik bir kurgu ile...sonu hariç…
"petrov bir ata oturmuş, kalabalığa hitaben halka açık parkın
bulunduğu yere amerika’dakiler gibi bir gökdelen inşa edilirse halimiz ne
olur, diyor. kalabalık da dinliyor belli ki hak veriyor. petrov not
defterine bir şeyler yazıyor. kalabalıktan orta boylu adam sıkıştırıyor.
yapar mısın yapmaz mısın derken bir tartışma başlıyor. kalabalık orta
boylu adamın tarafını tutuyor ve petrov canını zor kurtararak atını
sürüyor ve köşeyi dönünce gözden kayboluyor. kalabalığın ateşi düşmüyor,
ellerinde de başka kurban olmadığından orta boylu adama sarıyor ve adamın
kafasını koparıyor. kopan kafa köprünün üzerinde yuvarlanıyor ve su
ızgarasına takılıyor. tutkularını tatmin eden kalabalık dağılıyor.” [b.d]
bazı hikayelerinin altına "b.d" imzası bulunuyor. asıl adı daniil ivanoviç
yuvaçev olan harms baskılardan dolayı hikaye ve şiirlerinde dandan,
khorms, charms, shardam, kharms-shardam gibi çeşitli isimler dahil otuz
ayrı mahlas kullandığı bilinmekte… en çok da “zararlı” anlamına gelen
harms mahlasını kullanır.
harms, optik yanılgı hikayesinde, bakmak ile görmek arasındaki perdeyi
kaldırıyor. bir nesne kullanarak bakışımızın asıl bakışımız olmadığını,
gözlük aracılığıyla nesnelere bakışımızın çıplak görmeyi engellediğini,
nesnelere çırılçıplak bakışın yollarını arıyor. optik bir bakışın
sonucunda ise nesnelerin, varlık ile yokluğun sınırlarından ötede, optik
bir yanılsamadan ibaret olduğundan, sahte bir görüntüye inanmak
istemiyor.
“semyon semyonoviç, gözlüklerini takıp çam ağacına bakıyor ve ağaçta bir
adamın oturduğunu,ona sıkılı yumruğunu salladığını görüyor.
semyon semyonoviç, gözlüklerini çıkarıp çam ağacına bakıyor ve ağaçta
kimseyi görmüyor.
semyon semyonoviç, gözlüklerini takıp çam ağacına bakıyor ve yine ağaçta
bir adamın oturduğunu, ona sıkılı yumruğunu gösterdiğini görüyor.
semyon semyonoviç, gözlüklerini çıkarıp, yeniden ağaçta kimsenin
oturmadığını görüyor.
semyon semyonoviç,gözlüklerini takıp çam ağacına bakıyor ve yine ağaçta
bir adamın oturduğunu, ona sıkılı yumruğunu gösterdiğini görüyor.
semyon semyonoviç, bu görüntüye inanmak istemiyor. ve bu görüntünün optik
yanılgı olduğunu var sayıyor."
varlığı ve yokluğu tartışmalı bir sandığa kendini kilitleyen ve adım adım
kendi ölümünü deneyimleyen bir adam. fakat hikayeyi harms yazınca
sandığın varlığı çok su götürür. hemen çakıyorsunuz ve beklentiniz de o
yönde acaba bu adam şimdi bize nasıl bir numara çekecek? varlık ile
yokluğun ölüm ile yaşamın sınırlarını saçmalaştırarak silikleştiren bir
adam harms. ondan her an her şey beklenebilir. şapkadan tavşan çıkmasa da
sandıktan bir adam yerine bir kadın da çıkarabilir harms. ama artık
biliyoruz ki yaşlı bir kadını sağ çıkarmayacağı kesin.yaşamın her anını
oyununa çeviren harms, ölümü de parmağında oynatıyor. fellik fellik aratıyor. oysa gözlerinizin
önünde ölüm ve her yerinizde. ve hiç gitmiyor oralardan. ve fakat bu hiç
gözünüzün önünden hiç ölümün bir yaşam olması da ihtimal. hatta giderek
yükselen bir ihtimal. artık harms’a şaşırmıyoruz. o sandıktan başka bir
sandık da çıkabilir. başka bir canlı ve başka bir ölü. ölüm ve yaşam da
ona şaşırmıyor. ama yine de bir şaşkınlık var üzerimizde. ne zaman ve
nereye gideceği de belli değil… şaşırdık mı… asla…
sandık
“ince boyunlu bir adam sandığa yerleşmiş, yerleşince kapağını üstüne
kapamış ve güçlükle solumaya başlamış.
'işte' demiş soluk soluğa kalan ince boyunlu adam, 'güçlükle soluyorum,
çünkü boynum ince. sandığın kapağı kapalı ve içeri hava giremiyor. soluk
soluğa kalsam da sandığın kapağını açmayacağım. yavaş yavaş öleceğim.
hayatın ölümle mücadelesini göreceğim. bu pek doğal olmayan savaş eşit
şartlarda geçiyor, çünkü doğal olarak ölüm galip gelecek, ölüme yenilen
hayatsa itinayla son dakikaya kadar boş ümidini kaybetmeden düşmanıyla
savaşacak. şuan gerçekleşen bu mücadelede hayat zaferin yöntemini
öğrenecek: bunun için hayatın ellerimi sandığın kapağını açmaya zorlaması
gerek. bakıp görelim: kim kimin hakkından gelecek? bir de ölesiye
naftalin kokmasaydı. eğer hayat galip gelirse, sandıktaki eşyaları sigara
niyetine saracağım…işte başladı: artık nefes alamıyorum. öldüm bu çok
açık! artık bir kurtuluşum yok! kafamda da öyle ulvi şeyler yok.
boğulacağım!...'
'ah bu da ne?şuan bir şeyler oldu, ama tam olarak ne, anlayamıyorum. bir
şeyler gördüm, bir şeyler duydum sanki…'
'ah yine bir şeyler oldu! tanrım! nefes alamıyorum. ölüyorum galiba…'
'e bu da neyin nesi artık? nerden çıktı bu şarkı? galiba boynum
ağrıyor…peki sandık nerede? neden odamdaki her şeyi görüyorum? evet,
nasıl oluyorsa artık yerde yatıyorum! ama sandık nerede?'
ince boyunlu adam yerden kalktı ve etrafına baktı. hiçbir yerde sandık
görünüyordu. sandalyelerin ve yatağın üzerinde sandıktan çıkan eşyalar
duruyordu, ama sandık ortalarda yoktu.
ince boyunlu adam 'demek ki ölüm benim pek bilmediğim bir yöntemle
hakkımdan geldi.' dedi. [30 ocak
1937, danııl harms]
harms’ın absürt hikayelerinin yanında absürt tiyatro metinleri olduğu,
bazı metinlerinin oyunlaştırıldığı bilinmekte. klasik oyun akışının
dışında gelişen, olay örgüsünden ve zaman mekan diyalektiğinden muaf
minimal oyunlarına birkaç örnek verebiliriz. harms’ın uzun hikayelerinden
“koca karı” adlı hikayesi 2013 yılında tiyatroya uyarlanmıştır. hikayede
,evin bir köşesinde otururken birden ölüveren ve bir süre sonra da aynı
yerde dirilmiş olarak bulunan bir yaşlı kadın ile akrepsiz ve yelkovansız
saatler arasında gezinen yaşlıların absürt maceraları yer alır.
puşkin ve gogol
gogol (kulisten sahneye düşer ve kaskatı yerde yatar).
puşkin (sahneye çıkar, gogol’e ayağı takılır ve yere düşer) : hay aksi
şeytan! gogol’e takıldım olacak iş değil!
gogol (ayağa kalkarken) rezaletin daniskası!iyi ki bir dinlenelim
dedik.(yürür ayağı puşkin’e takılır ve yere düşer) yok artık ayağım
puşkin’e takıldı iyi mi.
puşkin (ayağa kalkarken):bir dakika huzur yok! (yürür ayağı gogol’e
takılır ve yere düşer ) hay aksi şeytan yine gogol’e takıldım olacak iş
değil!
gogol (ayağa kalkarken) nasıl da zor her bir şey! (yürür, ayağı puşkin’e
takılır ve yere düşer ) rezaletin daniskası! yine puşkin’e takıldım!
puşkin (ayağa kalkarken): serserilik bu! serserilik tam anlamıyla! (yürür
ayağı gogol’e takılır ve yere düşer) hay aksi şeytan yine gogol’e
takıldım!
gogol (ayağa kalkarken): şaka gibi ayağa kalkarken): şaka gibi! (yürür,
ayağı puşkin’e takılır ve yere düşer ) yine puşkin’e takıldım!
puşkin (ayağa kalkarken): hay aksi şeytan! gerçekten de şeytanın işi!
olacak iş değil! (yürür ayağı gogol’e takılır ve yere düşer) yine gogol’e
takıldım.
gogol (ayağa kalkarken): rezaletin daniskası! (yürür, ayağı puşkin’e
takılır ve yere düşer ) yine puşkin’e takıldım!
puşkin (ayağa kalkarken): hay aksi şeytan! yürür ayağı gogol’e takılır ve
yere düşer) yine gogol’e takıldım.
gogol (ayağa kalkarken): rezaletin daniskası! (sahneyi terk eder)
sahne arkasından gogol’un sesi duyulur: “puşkin’e takıldım!”
-
perde kapanır. - [1934, danııl harms]
talihsiz gösteri
(sahneye petrukov –gorbunov çıkar,bir şeyler söylemek ister ama önce
hıçkırık tutar.sonra kusmaya başlar. çıkar.)
(pritıkin sahneye çıkar.) pritıkin: sayın petrukov-gorbunov izin verirseniz…
(kusar ve koşarak çıkar.)
(makarov sahneye çıkar.) makarov: yegor… (makarov kusar ve koşarak çıkar.)
(serpuhov sahneye çıkar.) serpuhov: olmamak için… (kusar ve koşarak çıkar. )
(krova sahneye çıkar) kurova: olsaydım ben de…
(küçük bir kız sahneye çıkar.) küçük kız: babam size gösterinin bittiğini iletmemi istedi. hepimizin
midesi bulanıyor!
-
perde kapanır. -
harms, samuel becket’ okudu mu? ya da becket harms’ı? yanıtı zor…
“aslında bence sen b….n!”…
yeni fikrin kendisine hazır olmayanı nasıl şaşkına döndürdüğüne dair dört
illüstrasyon
I yazar : ben yazarım . okur :aslında bence sen b….n!
(yazar birkaç dakika bu yeni fikrin yarattığı şaşkınlıktan dona kalır ve
ölüp yere yığılır. onu dışarı çıkarırlar)
II ressam : ben ressamım . işçi : aslında bence sen b….n!
(ressam o an boş bir tuval gibi sarardı.,
baston gibi sallandı ,
birden bire mortladı,
onu dışarı çıkarırlar.)
III besteci : ben besteciyim . vanya rublov : aslında bence sen b…n!
(besteci ağır ağır soluyarak yere çöktü. birdenbire onu çıkardılar.)
IV kimyacı : ben kimyacıyım. fizikçi: aslında bence sen b….n!
(kimyacı daha fazla söz söylemeden olanca ağırlığıyla yere yığıldı.) [13
nisan 1933, danııl harms]
harms’tan iki şiir :
“bataklık boyunca kışın yürüdüm
galoshes'ta,
şapkalı
ve gözlükle.
aniden, birisi nehri boyunca süpürdü
metal üzerinde
kancalar.
daha hızlı nehre koştum,
ve kaçarken ormana koştu,
ayağa iki pano bağladım,
oturdu,
sıçradı
ve kayboldu.” [danııl harms]
“uzun zamandır düşünüyordum kartalları
ve birçok şey anladım:
kartallar bulutların arasında uçuyorlar,
uçuyorlar kimseye dokunmadan,
anladım uçurumlar ve dağlarda yaşadıklarını
ve su ruhlarıyla dost olduklarını.
uzun zamandır düşünüyordum kartalları,
fakat, sanırım sineklerle karıştırdım.” [danııl harms / çeviri : emine özyılmaz]
harms için birkaç söz :
- 30 aralık 1905 doğumludur.
- üniversite öğrencisi iken 1924 yılında sosyal bilinç aşılayan projelere
katılmadığı için üniversiteden atılır.
- dandan, khorms, charms, shardam, kharms-shardam gibi çeşitli isimler
altında eserler verir. 1928 yılında, vvedensky ile birlikte, leningrad’da
kirus fütürist yazar, müzisyen ve ressamların birlikteliğini sağlayan
avantgarde kolektif oberıu’yu (gerçek sanat birliği) kurdu.
- birlik etkinlikleri çerçevesinde, tiyatrolarda ve üniversite amfilerinde
gösteriler düzenledi. 1928’den başlayarak çocuk edebiyatı ürünleri
dergilerde yayımlandı.
- harms ve arkadaşları iktidarın sansüründen kurtulmak için bir süre,
çocuklar için basit ve anlaşılır şiirler yazdılar. ancak şiirlerinde
kullandıkları hiciv ve ironiden rahatsızlık duyulması ve “umutsuzluk
propagandası” yaptıkları gerekçesiyle tutuklandılar. harms ,arkadaşları
vvedensky ve tufanovile birlikte yaklaşık bir yıllığına sürgüne
gönderildi.
- bir kahin olan harms. başına gelecekleri yakın dostu panteleyev’e“gün
gelip bacaksız nedenlerce yerlerde ateşten duvarlara tutunmaya çalışarak
sürüneceğini” söyler, hakkında yapılan asılsız bir ihbarla, nazileri
desteklediği gerekçe gösterilerek tutuklanır.
- şizofreni rahatsızlığı ile günlük yaşamını sürdürebilen harms artık bir
seçim yapmak zorundadır: bir toplama kampında cezasının infaz edilmesi
yerine bir cezaevinin psikiyatri koğuşuna yatırılmayı seçer. sonuç
değişmez.
2 şubat 1942 yılında cezaevinin psikiyatri koğuşunda açlıktan ölür.
sorudur: bir yazar neden açlıktan ölür… neye ve nelere açlığından… bazı
notlarda, son yıllarında vejetaryen olduğu geçmekte….
- harms, 1970’lere kadar yalnızca bir çocuk edebiyatı yazarı olarak
tanınıyordu. diğer eserleri (hikâyeler, oyunlar, şiirler, felsefi
metinler) ancak bu tarihten sonra bilinirliğe kavuştu.
aya taş atmak mümkün mü?
özgürce eserlerinin yayımlanmasının dışında neyin açlığını çeker bir yazar
veya tutsak biri…
sana gelmeden önce pencereni tıklatacağım. beni pencereden göreceksin.
sonra kapıya geleceğim. ve beni göreceksin. sonra evine gireceğim ve
beni tanıyacaksın. sonra içine gireceğim ve senin dışında kimse seni ne görecek, ne de tanıyacak.
beni pencerede göreceksin.
beni kapıda göreceksin.
“hal ve gidiş sıfır”
“dünyada bir anlam ifade edene dünyada ya da başka gezegenlerde
olayların gidişatını değiştirebilecek bir şeyler var mı?” diye sordum
öğretmenime.
“var ”, diye cevap verdi öğretmenim.
“ne peki bu?" diye sordum.
“bu…” diye başladı öğretmenim ve birden sustu.
ben de ayakta, gergin bir halde cevabını bekledim. ama o susmuştu.
ben de ayaktaydım ve susmuştum .
o da susmuştu.
ben de ayaktaydım ve susmuştum .
o da susmuştu.
ikimiz de ayaktayız ve susuyoruz.
o-la-la!
ikimiz de ayaktayız ve susuyoruz.
o-le-le!
evet, evet, ikimiz de ayaktayız ve susuyoruz! [17 temmuz 1937, danııl harms]
“sonsuzluğun öteki saatlerinde de bu böyle sürüp gidiyordu!”