SERBEST YAZI

Salih Aydemir   







sevgilim sevgili,

 - dizi yazı -
ikinci bölüm

okuma
(bir)

1.

nasıl bir okursun? kendine hiç sordun mu bu soruyu? okuduğunu bitirip yenisine başlayanlardan mısın yoksa okuduğunu bitirip okuduklarına yeniden dönenlerden misin? okuduğun kitapsan sonra eline uzun zaman kitap almayanlardan mısın?

sokrates gibi okur musun?

sofistler gibi bir okur musun?

bir kitabı eline aldığında neler hisseder ve neler düşünürsün? okuduğun kitabı parçanmış gibi görür müsün? ve kitabını okudukça kitabın kendisi haline dönüşebiliyor musun? senin bilmem hangi sessizliğini bozarak ya da sessizliğine nasıl derin çukurlar açtığını biliyor musun? yazar gibi misin; kendini okuyacak kişiler aramayan…

yeniden ve yeniden okumalara inanır mısın? her okuduğunda kendinde neyi fazla bulur atar ya da neleri az bulur daha çoğuna yönelirsin? kendini bildiğin bir ortamdan asla bilemeyeceğin bir dünyaya açılmandan korkmuyor musun? okurken yaşadığın şaşkınlıkları anımsıyor musun? ayak basılmayan bir alanda göz ve anlam yordamlarıyla ilerleyişin heyecanını hissedebildin mi? hayatının değişen yenilikleri karşısında kitabını özümsemek için yazarıyla nasıl bir ilişki kurarsın? okuduklarının sana çizdiği sınırların karşısında nasıl tepkiler verdin?


2.

kitapları birer satranç tahtası/oyunu gibi düşünürüm. satrançta ilk hamle ne ise kitabın sayfasına dokunmak ve açmakta aynıdır. ilk hamleniz oyuna giriştir. ilk sayfanız gibi. ilk sayfalar genellikle okuyucunun kitaptaki yerini alması için hazırlıktır. yerinizi iyi bulmanız ve o bulduğunuz yeri kitap sonuna kadar korumanız önemli. satrançtaki ilk hamleden itibaren her iki tarafta savaşta hakim olacağı yeri ele geçirmektir. ardından şahını koruyabileceği tüm tedbirleri alır. ya bir kuşatmadasınız ya da kuşatıldığınız alandan çıkış arıyorsunuz. sonuçta ikisi de aynı. siz ya kitabı kuşatacaksınız ya da yazarını… ama buna ne zaman karar vereceğinizi hiçbir zaman anlayamazsınız. çünkü aslında kuşatılan hep siz oluyorsunuz. hadi bir deneyin. devam edin, sizi izliyorum: bir önceki bölüme döner ve sizde kalanları düşünürsünüz. kalanlarınızla kaldığınız yerden devam edersiniz okumaya. bazen kaşlarınız çakışır, bazen yüzünüzde (yine o hep sevilen sözcük) “gülümseme”, bazen bir gözyaşı, bazen birkaç saniye ara verip “an lamadım, ne söyledi şimdi” deyip bir düşünceye dalarsınız. bu dalış sadece düşüncelerinizde değil duygularınıza da dalıştır. ya yakın bir geçmişe, ya uzak ya da tarihin tam ortasına düşmüş bir taş gibi eski çağlara dönüştür. daha önce okuduğun kitaplardan biri ya da bir kaçı sana bir şeyler çağrıştırır. bütün bunların hepsi birkaç saniyede gerçekleşiyor. dolaylı ya da dolaysız kurduğun bu bağlar seni bir gerçeğe oturtuyor. kitaba yani okuduğun metinle burun buruna geliyorsun. kendine kahve almadığını düşünürsün ama bir türlü metni de elinden bırakamazsın. yaprakların hışırtısı kulağına geldikçe hızlanmaya başlarsın. koşarsın. çünkü bir şeye çok yaklaşmışsın. onu bir an önce ele geçirmek istersin. sayfaların da hızlanmaya başlar. birbirini koşarken yakalamaya çalışan aşık gibi görünürsün. ama aranızdaki mesafe kapanmıyor. bir türlü kapatamıyorsunuz.

zenon paradoksu…

ve o kovaladığınız sayfa sizi en son durakta bekler.


3.

ve onu birden karşınızda bulursunuz. kan ter içinde ve soluk soluğa geldiğin an. ya gelen trene binip kalabalıklara karışacaksınız ya da doğrulup geldiğiniz yere bakıp adımlarınızı geriye alır yolculuğunuzu tamamlarsınız. ikisi de mümkün. peki ya üçüncüsü, dördüncüsü yok mu? ve okur şunu da çok iyi bilir: okumak benim elimde…
 

- sürecek -

dizin    üst    geri    ileri  

 



  9  

 SÜJE  /  Salih Aydemir  /  yirmi dokuz ocak iki bin on sekiz  / 26