Ömer Gençer   

  KURAMSAL 







ŞİİRİ ..BİLMEK


                          İnsanoğlu kendisine alışkın bakışlarla bakan
                          Bir simgeler ormanından geçirir yolunu
                                                                                        Baudelaire





Giriş

Şimdiye kadar sanatın Türkçede tartışılmışlığı, eleştirilmişliği olmuştur. Ancak, şiir üzerine çeviriler dışındaki kaynaklar yetersiz ve çevrilmemiş, yayında olmayan eserler fazlasıyla bulunmaktadır. Türkçenin çok özgün ve evrensel şairleri ve şiirleri bulunmasına rağmen, şiir üzerine, özgün denebilecek yazılar, adlarını saygıyla anacağımız birkaç kişi dışında yeterince ve yerli yerince ele alınmadı.

Özellikle bilinen çerçevede, Sokrates’in sanat olguları yansıtır açıklaması; Platon’un ancak salt iyi ahlaka ilişkin şiirler dışındaki tüm şiirleri hor görüp, şairleri gerçek bilgiye sahip olmayan kişiler olarak tanımlaması; Aristoteles’in şiirin (tragedyanın) arınma (katharsis) sağladığını ve hayatı, gerçekliği göstererek bir bilgi verdiğini belirtmesiyle, başlayan şiiri (sanatı) anlama, yargılama, eleştirme serüveni boyutlar kazanarak, değişik açılımlara, değişik varsıllıklara ulaşmıştır. Süreç içerisinde kendisiyle tutarsızlık gösteren yazarların kaynaklarda bir yığın yazısı bulunabilir ki, bu en doğal yazım sürecidir. Yazdıkça, düşündükçe, açılım ve değişim sağlanmakta, görüşler, düşünceler yeniden biçimlenmektedir.

Yeni oluşumlar, yeni çağlar, kendi özgün koşullarında yeni üretimleri, yeni biçimleri ve anlayışları doğurmaktadır. Sanata ilişkin söz söyleyen, yazan, kuramsallaştıran, değerlendiren ya da eleştiren hiç kimsenin görüşü “doğru” ya da “yanlış” değildir; bir alımlama, yansıtma ya da yorumlama denemesidir.

Sanat, kaygısı ne olursa olsun; ilk “yaratıcı” insanın bulduğu yeni bir ses, ritim ya da duvarlara resmettiği desenlerden bu yana hep olmuştur. Var olmayı anlamanın, sorgulamanın en kestirme ancak uç yollarından biri olagelmiş ve yaşamı yenilemenin en önemli ipuçlarını sunmuştur.

Sanatın üç ana olgusu bulunmaktadır; sanat üreticisi (yaratımcı), sanat ürünü ve alımlayıcı. Elbette temelde eleştirmen, yayıncı, yapımcı, dağıtıcı gibi destek unsurlar, konumuzun kapsamında olmayacaktır. Bu yazının içeriğinde bu üç ana olgu açısından ele alma çabasında olunacak, ancak yazı temelde şiir üzerine olacaktır.





1. Şiiri Okuyabilmek

Şiir, üretim olarak bakıldığında, sözcüklerle ve yazarak üretildiğinden yazınsal, sözsel ve dilsel sanat dallarından biri olarak benimsenir; yine tüketim olarak bakıldığında okunarak ya da seslendirilerek tüketilir. Şiirin alımlanması açısından yeni okur için en önemli sakınca burada başlar. Yeni okur alışık olduğu yordamlarıyla, şiiri yazınsal türler içerisinde değerlendirip; deneme, öykü, roman gibi türlere ilişkin tüketim alışkanlıklarıyla ele alır ve bir anlam, alımlama kaygısı içerisine düşer.

Bir çok yeni şiir okuru, şiiri okuyabilmek için, birilerince şiirin bütünlüğü içerisinden çıkartılarak seçilmiş, anlatımlı, duygusal, coşkulu sözel deyimleri yeğler. Şiirin bütünlüğü ona bir şey bağışlamaz, hatta esirgermiş gibi gelir anlamını.

Peki, şiir nasıl okunur? Bunu anlatabilmek için öncelikle sanata genel anlamda bir göz atmak yerinde olacak, hatta yeni bir sınıflamaya gitmek gerekecektir. Bu da sanatın yaratımında (üretiminde) kullandığı gerece ya da alımlanmasındaki (tüketimindeki) biçimine göre değil, yaratım ve alımlama (üretim ve tüketim) “yapısına” göre bir değerlendirme olmalıdır.

Yaratım, sanatçının, ürününü üretme sürecinden önce kurguladığı, tasarladığı biçimidir, yani bellekteki soyut biçimidir. Ürün ise, yaratımın araç gereçlerle nesnelleştirilerek yapıt haline dönüştürülmesidir. Yani resmin tuvale dökülmesi, şiirin kağıda geçilmesi, müziğin seslendirilmesi gibi. Alımlama ise, hem üreten tarafından, kaynağının adı ne olursa olsun, (doğa, yaşam, tarih, ideoloji…) yapıtın yaratım sürecindeki bilinçsel, yapısal, göstergesel değerlendirilmesi hem de yapıtın tüketim sürecinde alımlayıcıda uyandırdığı etki ve çağrışım; alımlayıcısı tarafından dönüştürülen hali, anladığı, yorumladığı ya da yüklediği anlamla örtüştürmesidir.

Sanatı “genel özelliklerine” bakarak, farklı bir açıdan yapısal olarak yeniden sınıflarsak;

Anlatımcı Sanat
Sanatçının yaratımını kendine özgü yöntem, biçim ve biçemle kurgulayarak, yaratımında göstermek istediği olguları ayrıntılarıyla, anlatımcı bir yapıyla (anlatım özellikleri ve teknikleriyle) ele alarak, yer, zaman, ortam gibi kavramlarla ördüğü, tasarı ya da kurguları içeren sanatlardır.

Bu türleri öykü, roman, tiyatro, sinema, opera, mimari gibi dallar olarak sınıflandıralım.

Alımlayıcı Sanat
Sözcük, renk, desen, hareket, ses, nesne gibi sanatçının işlediği gereci (malzemeyi) özgür anlam ve anlatım yapılarıyla kurduğu ve kullandığı; araç gerecin somut olgusunun yanı sıra, yaratımında, gerecin yüklendiği ya da sanatçının yüklediği anlam ve alımlama içerisinde oluşturduğu, alımlayıcısının etken ve devingen olduğu; yaratımcının, alımlayışını süzerek aktardığı, alımlayıcısının yeniden üretimle tüketimine ve alımlama özgürlüğüne bıraktığı sanatlardır.

Buna göre; şiir, resim, heykel, müzik, bale, fotoğraf gibi olgular alımlayıcı sanatlardır.

Genel özelliklerine bakarak yaptığımız bu sınıflamada, kimi yapıtlar üretim süreci bakımından anlatımcı, tüketim sürecinde alımlayıcı sanat içerisinde yer alabileceği gibi, kimi yapıtlar anlatımcı sanat sınıfında olmasına rağmen alımlayıcı, alımlayıcı sanat sınıfında olmasına rağmen anlatımcı sanatın içerisinde yer alabilir. Bu durum, bütünüyle yaratımındaki biçim ve kurgusuna bağlıdır.

Alımlama ve yeniden üretimle nasıl tüketilir sorusunu yanıtlamaya çalışırsak; öncelikle ortada bir yapıt vardır, bir desen, bir görüntü, bir ses ya da biçim. Tüketici (alımlayıcı), duyularına yansıyan bu bağımsız olgu ile kendi arasında oluş (olma, bireyselleşme) serüvenine ilişkin bir ilişki kurar, bir yer edinir. Bunu yapıtın çağrıştırdıklarıyla, olgudan yansıyana yüklediği anlamla ya da dışsal bir etkinin tanımlamasıyla, kendi bireysel birikimi, bireysel tarihi, dünya görüşü, duyguları ve aklı ile yapıtı anlamlı kılar. Tüketici (alımlayıcı), üreticinin üretim sürecinde yansıttığı kaygılarla birlikte, kendi bireysel kaygıları ile alımlar ve yapıta yüklediği anlamla yorumlar/tanımlar.

Üreticisinin, yaratımını ele alışı ve ürün durumuna getirerek yayınlanmasından (sergilenmesinden) sonra yapıt, üreticisinden bağımsız bir olgu durumuna gelir. Şiirin üretimine ilişkin yaratma süreci, bütünüyle şair ve şiir arasında kalmış teknik, ideolojik, kaygısal bir sorundur bu anlamda. Şiir yayınlandıktan sonra şiire ilişkin alımlayıcının yüklediği imgelem, düşsellik, çağrışım ve anlam vardır artık şiirde.

Şiir tüketilemez bir olgudur, ta ki alımlayıcı şiire bir öz belirleyip, bir anlam yükleyene kadar. Alımlayıcı; “şiir benim için artık bu anlamdadır, bu çağrışımı vermektedir, bunu belirlemektedir” dediği an, şiir o alımlayıcı açısından tüketilmiştir; ancak bu tüketme olgusu, o şiirin tozlu bir lahit olarak belleğin gömütlüğünde kalacağı anlamına gelmez; o alımlayıcı tarafından sunulurken, artık kendi yüklediği anlamla sunacağı anlamına gelir.  (sürecek)


dizin    üst    geri    ileri  


 

 

 SÜJE  /  Ömer Gençer   /  sekiz ocak iki bin on dört      2