Sokağı boylu boyunca inince görünür olan durağa diktim gözümü. Boştu. Ya
otobüsü kaçırmış ya da – nihayetinde – ondan önce davranmayı başarmıştım.
Göğ’ün sıkıntısının farkında ama yine de neşelenmekten kendimi alamayarak
caddenin karşı tarafına yöneldim. Görünürde hiç araç yoktu, sağa sola
bakma gereği duymadan, biraz da sallanarak geçtim karşıya. Otobüsü
kaçırdıysam kötü, diye düşündüysem de herhangi bir şeyi kaçırmadığımı
biliyordum. Otobüsün beş dakikası vardı hesaplarıma göre. Kadının? Geç
kalmıştı? Yoksa gelmeyecek mi? Tam gününü buldu, dedim kendi kendime.
Ondan önce orada oluşumun boşuna bir sevince dönüşmesi canımı sıkardı.
Olasılıkları sıraladım. Önceki otobüse binmiş olabilir, uyuyakalmış veya
hasta olabilir. Hiçbiri olmasa iyi olurdu. Bu kez ben, görünür olur olmaz
onun durağa doğru gelişini izleme arzusundaydım.
Durağı ve bu saatteki otobüsü haftada iki gün kullanıyordum ve yaklaşık
bir yıldır kadın da oradaydı. Sokağın başında görünmemle hiperaktif
yürüyüşüne ara verip durup yanına ulaşmamı bekler, bu sırada da o
rahatsız edici bakışlarını üzerime kilitlemiş olurdu. Bakışları, şimdi
başımı kaldırdığımda gördüğüm göğ’ün sıkıntısına çok benzerdi ve onun bu
hali, bir sabah tedirginliği olan varlığına eninde sonunda alışmamın
önüne geçerdi. Durakta karşılaşmaya başladığımız ilk günlerdeki
günaydın’larımı cevapsız bırakışına artık aldırmıyordum. Günaydın’ı filan
bırakmıştım tabii, epey oluyordu. Bakışlarındaki karanlığın nedenini
düşünerek uyuyakaldığım geceler de yok değildi hani. Bir önceki veya bir
sonraki otobüsü tercih etmek mümkünse de; artık bilinçli mi yoksa
bilinçsizce mi olduğundan çok da emin olmadığım bir inat, haftanın aynı
günleri hep aynı saatte durağa yöneltiyordu beni. Şu sabaha kadar, hemen
her sabah benden önce durağa inmiş ve histerik voltasına başlamış
oluyordu. Ne oldu ki bu kadına, diye düşünürken bir yandan da hızlıca
saatime göz attım. Bir iki dakikası vardı, artık gelmeliydi.
İnsanların yaşlarını tahmin etme konusunda pek de iyi değildim. Bazı
sabahlar gözüme orta yaşlı görünüyor, bazen de göründüğünden daha
yıllanmış olduğunu düşünüyordum. Simsiyah boyadığı saçlarını daima
tepesinde topluyor, her mevsim koyu renkli takımlar ve ince topuklarının
çıkarttığı seslerle beni delirten siyah ayakkabılar giyiyordu. Nedense,
hukukçu olduğunu düşünmüştüm. Muhtemelen de yargıç. Onaylamamaya hazır
yargılayan bakışlarının bu tahminle ilgisinin oldukça yakından olduğunu
rahatlıkla söyleyebilirdim. Bedeninden yayılan gerginlik, hiçbir mevsim
aşırılığının engelleyemediği sabahın güzelliğine çekilmiş geçici bir
perde gibiydi ve sinirimi olması gerekenden fazla bozuyordu. Uzaktan
gelişimi fark etmesiyle, durağın çevresinde yaptığı gereksiz ölçüde
tempolu yürüyüşüne ara veriyor; durup izlemeye başlıyordu. Bende
hoşlanmadığı bir şey olduğu belliydi. Belki saçlarımı sevmiyordu belki de
giydiklerimi. Ya da başlı başına olduğum halimle ‘ ben ‘ tümel bir
hoşnutsuzluk nedeniydi onun için. Durağa ulaşmamla ara verdiği yürüyüşüne
geri dönüyor, otobüs durağa yanaşana dek, hiddetli olduğunu düşündüğüm
adımlarıyla topuklarını tıkırdatıyordu. Otobüs geldiğinde geride durur
önce onun binmesini beklerdim. Öne atılışında, bunu kendinde hak görmenin
dikliği olurdu. Zaten boş olan otobüse belirgin bir aceleyle biner ve ön
sıralardaki tek kişilik koltuklardan birine yerleşirdi. Ardından otobüse
bindiğimden, onun arkasındaki koltuklardan birine yönelirken son kez göz
göze gelir, elle tutulur bir olumsuzluk yayardık. Metro istasyonuna
ulaşana dek yol boyu, koltuğunda oturuşunun dikliğine, kafasının arkadan
görünüşündeki sabitliğe bakardım. Bahçeleri rengârenk çiçeklerle,
yemyeşil ağaçlarla dolu evlerin önünden geçerken bir kez bile başını
çevirip oralara baktığını görmemiştim. Ne baharla albeni
kazanmışlıklarına, ne son baharın kızılımsı hüznünü taşıyışlarına, ne de
kışın karasına tezat karla kaplanmışlıklarına bakardı. İstasyona kadar
başını milim kıpırdatmaksızın öylece otururdu koltuğunda.
Göğ sıkıntılı. Demiştim önceden de. Gün boyu güneşe geçit vermeyecek,
hatta fırsatını bulursa şiddetle indirecek gibi. Severim böyle havaları
da, kadının hala ortada görünmeyişinden midir, tadını çıkarasın yok gibi.
Artık zamanıdır, otobüs her an gelebilir. Kadın yok. Sert siyaha boyalı
saçları yok. Koyu renk etek – ceket takımı yok. Topuk tıkırtısı hiç yok.
Uykuya kalmaz öyle biri. Hasta mı? Niye huzursuzlandın şimdi diye
söyleniyorum kendime, yoksa yok. Daha iyi ya. Bedenimde yükselen
gerilimin ne denli şiddetli olduğunu, otobüs durağa yanaştığı için durmak
zorunda kaldığımda fark ediyorum. Kaç dakikadır volta atmakta olduğumu
hesaplayacak halde değilim. Otobüs hareket ettiğinde henüz oturmamış
olduğumdan görebiliyorum, kalkışını durduramadığı otobüse yetişmek için
koşuşunu. Zihnimde onunla bütünleşmiş olduğunu hayretle fark ettiğim
koltuğa geçip oturuyorum. Gülümsediğimi görecek kimse yok.