yazıcı dedi ki: eski bir izi
silmek sana elem getirecektir. beni okuma. yorumla yalnız, kutsal meşenin
hışırtısını, sesine karşılık veren sesi buluncaya dek…
dolores’ in çizmeleri
(II.bölüm)
makaralar raylar üzerinde
karakıtanın kara eli uyandı. ağacı yeniden dikti. yılanına yakardı.
taş üstüne taş yıktı. katmanlarını soydu. kesti. kırptı. kırpıkları
dışına, makası içine attı.
su üstüne su yıktı. katmanlarını soydu. kesti. kırptı. kırpıkları dışına,
makası içine attı.
göğ üstüne göğ yıktı. katmanlarını soydu. kesti. kırptı. kırpıkları
dışına, makası içine attı.
karakıtanın kara eli hemen ayrılacak, hemen birleşecek, hemen bozulacak,
hemen düzelecek, hem şekilsiz olacak, hem şekilden şekle girecek,
toprakta, suda, havada, mahlûkta hem gizlenecek, hem görünecek, hem
olacak, hem olmayacak, hem yakın, hem uzak, hemen değişecek, hem
değişmeyecek, hemen değiştirecek, hem değiştirmeyecek, hem kesilecek, hem
kesilmeyecek, makasın, bıçağın, usturanın, camın, canın, jiletin,
giyotinin, baltanın hem özünde olacak, hem dışında olmayacak,hem gölgesiz
olacak, hem gölge verecek,hem ker, hem semi, hem âvâz, hem lâl bir şey
yaptı.
kıskan, dedi suya. su, gayret, dedi, kıskandı.
kıskan, dedi toprağa. toprak, gayret, dedi, kıskandı.
kıskan, dedi havaya. hava, gayret, dedi, kıskandı.
hepsi kendini gayret etti, kendini kıskandı.
karakıtadan ateş böyle doğdu. hangi gayret hased, hangi gayret memduh, hangi gayret kıskan…
kıskan’ ı ortadan bölsem hangi yarısı kıs, hangi yarısı kan?
kan, akışın içinde bir akış mı yoksa akış mı hep kan?
ay sustu.koyu bir duvar gece, ustasına çöktü
palmiyenin parçalanan denizi karnında
çimen buğusu filan teknede batan
karikatür uğultusu yeraltı fillerinde boğulan
bu is çalkantısında kendiliğinden kendiliğinden
doğumuyla ölümü, niyetiyle vakti, akışıyla akıntısı, fitiliyle alevi
birbirine uyumsuz olanım ben.
dinlen gecem. rüyanın gerçeği kendi zıddından korkmaz.
geride bir zaman, kül tadı bırakarak…
korkunun yere çaldığı kanı gördü. suya çaldığı isi gördü. ruhta boğduğu
tohumu gördü. ateşe attığı canı gördü...
korkuyu korkusundan tanıdı,
çağırdı.
korku, olduğu yerde kalmayı seçti.
kim bilir ki yıldızların yolunu…
derlerdi ki: lilith hüzün şarkısını hiç kimse için söylerdi.
derdim: acaba, sesi nasıldı?
aradığını bulamamış olmanın sıkıntısıyla…
beklenmedik bir akışı… iştahla içiyorum… bütün ölüleri uyandırdım bu gece,
taşları yürüdüm, isimleri ezdim…
güneş yağdım. yağmur açtım. şira’ yı saf tuttum.
bin tavuk kestim, çarşaf dokudum, mahluğûmu uyuttum.şira’ yı saf tuttum.
bin kanat yoldum, minder doldurdum, mahlûğumu uyuttum.şira’ yı saf
tuttum.
oldum, reddettim. öldüm reddettim.şira’ yı saf tuttum.
korktular.
onları korkularından tanıdım.
çağırdım.
oldukları yerde kalmayı seçtiler.
çın çın çınladı akıntıda karabatak:
toran baba tomarım ben ayren’i ararım yaramazlık yaparsa torbama atar
kaçarım!
onları korkularından tanıdım.
geçtim karşılarına onlara baktım. geçtim karşıma bana baktım.
içimde hortladı kara kıtanın kara makas tortusu. başladım ne varsa kesip
kırpmaya.
şakk toran baba,kırrttkırrtt iki enginar beyni, şakk bodur chucky, kıtırrt
üç ağrı kesici, şak bir hamamböceği, şakkşşşakk şak çatlak şavesin kıllı
memesi, kırt kırt bir pisuvar resmi, kırt kırt kırt gecekuşu melahatin
felçli eli, şakk kırt kıtırtt sürrealist kitinin heykelleri, şakk bir
film şeridi, kart kurt kıtırt çıtkırıldım tubanın çürük dişi, şakk suyu
çekilmiş bir limon, şaaakk şakkk dombay fatmanın cikletleri, kırt kırt
damlacık hasanın vantuzu,şak şakşakk kasap hidayetin elmacık kemiği,
kıtıırrrtt arap sariyenin nane şekeri, kırtt şak şaakk bir bisiklet tekeri,
kırt kırrttt şak şaakkk,…, kırt kırt…, şakk…üç bin sekiz yüz yirmi iki
kitap, üç yüz kırk dokuz dergi, bilmem kaç metre kablo, takvim, şiir
müsveddesi, uğultu, dırıltı, sabun, kova, paspas, don, pijama, bidon,…ne
varsa… kestim kırptım kestimkırptımkestimkırptımkestimkırptımkestim kırptımkestimkırptımkestimkırptımkestimkırptımk…
her kırpığa üç gün itiraf ettim, üç kabuk ithaf ettim, yedi adrese
böldüm, bin dört yüz seksen sekiz tomar yaptım, rafa dizdim. pat diye
düştü, kaldırdım, dizdim, pat diye düştü, kaldırdım, düştü, kaldırdım
düştü…
dağıldılar, uçuştular, savruldular, orama burama yapıştılar.
- bu kadın uyumsuz, dedi, kırpığın biri, içini boşalttıktan sonra üstü
başı boşluk,
- tenini küfürle örtmüş, sıkışıp kalmış makas oyuncusu,
- bu kadın lanetli, dedi, nefretin kırpığı, kurgumuzun en tehlikelisi bu,
- şuna bakın, ruhunda karakıtanın kara makası, bir lanet bu,
- yüzünde medusa, etinde venüs, tadımlık bedende astarsız yüz, arıtıp
arıtıp kendini bize veriyor,
- tıkılmalı yerin en bulanık katına!
- atılmalı susuzluk kuyusuna!
- bir mezarlıkmış içi şuna baksana,
- ağzını kaç adrese bölmüş!
- …
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
yersiz yurtsuz bir hamamböceği ıssız kaldırımda bitkin:
-ey, insan! söyle bana…
bir kadından ne kalır geriye? bir adamdan ne kalırsa…bir queerden… bir
sinekten… bir gülden… …?
- ey, insan! söyle bana…
kibir cambazı açıklayabilir mi sırrını ham ile olgun’ un?
- ey, insan! söyle bana…
kuklasını yakar mı ayazda kuklacı?
kim gördü?
haydi mumları yakalım, köşe bucak arayalım. bir makara olacak, raydan
sarkan biri için , kara bir makas ağzı, bir az’ dan fazla gelen hafızada,
sürükleyecek rüzgâr yerinde yeller esen mezbahadaki is kokusunu, hurafeyi
aklamak için uçsuz bucaksız geveze orkestrası meşgul, sökecek tüm
kulakları, atacak ateşe, kül gagalayacak şair kaldırıp kapağını makyaj
kutusunun… heraklitos, hep suya…
gören dedi ki: ey, insan! şunu minerva’ nın kucağına göm. baykuşta kalsın.
dedim ki: korkulu rüyâ görmemek için dua ederdim…
ben ayren, 1897. resmo - smyrna
tekneler geliyor, tekneler gidiyor hırpani kırpıklar hırpa huyunda
tembih, sabır, sırat, serinlik nimet
yakılıyorken odada
buhur gibi bekliyor.
yol izin verirse… kara kere kara su
imbatın unuttuğu tanrıça
kolların kesik. yok
etimolojik özetim bu şehirde
karataş– karantina.
tekneler geliyor. tekneler gidiyor.
kor akasyayı görmedi kimse
karabatak, dal çık, dal çık!
başka bir şey veremez bu deniz sana
kumu dölleyen damla
kabuğu gurura çevirir
dal çık karabatak dal çık
palmiye bulunmak ister, midye delirir.
her ırkın siyahı var, sessiz. kumun dışında
bubbe’ den kalan bir saat, hiç çalmayan
bildin mi
hakikat mi sabit, sabit mi hakikat
hiç düşmedi dillerinden
- insan öldürür sevdiğini
insan öldürür sevdiğini
yine de ölmez insan
elimi eteğimi çekiyorum bu ağızdan
çalıya yakıştırıyorum belleğimi
“çünkü rüzgârla gelen, yalnızca rüzgârı bilen tarafından öldürülebilir ve
denizle gelen suları bilen tarafından ve alevle gelen…”
(kadim akit)
öncesinde ne yazılmışsa sonrasındaki gibidir. her birinin mühürleri ve
büyüleri vardır. (burada nakledilenler yanıkların içinde bulunanlardan bazılarıdır.
bazıları hiç açıklanmayacaktır.)
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor. dipte ev. kara değil. gölgeli. daha
kara bir kum katılan saat. kaç kez kadın. içsem hemen başımı ağrıtacak
bira. biri,
mutlu mutsuzluk, diyor buna. hiç istemiyor bitsin.
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
kedi nova sürtündü gözyaşına. kasım alnına çarptı. balkonda gittikçe
çürüyen bitki. kara çuhalar dizildi sehpaya. odada ürperen batık. içten
içe sinsi oyuyor birini.
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
buz isimlendi. balık tek oldu. kırılan tek.şenferâ buz serpiyor kavrulan
çölüne.
insanlar fokurdayan su gibi…
bense porselen bir fincan görüyorum
ama kırıldı demin
porselen kırılan bir şey
kırıklar denize uzanıyor
yann, menora
makasları haşla!
balık derinliğinde bir pul
etimden geçiyor buzun derisi
gün devrildikçe düş iğneleri
***
1462. gün. dario moreno sokağı. asansör (tarihi)
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
makaralar, raylar üzerinde
krepon sarkacı zaman zaman tramvayda
mor.
makaralar, raylar üzerinde
uzamından sarkan yalancı akasya
mor.
makaralar, raylar üzerinde
bilirim yaralı patilerden yüzümü
kırmızı.
makaralar, raylar üzerinde
eski bir asansördür kendine göre
kırmızı.
ben ayren, hiç körelmeyen bir makas yutmuş
görünmeyen makaralar raylar üzerinde…
kimse inmedi. hiç kimse. çıktım. führerini sıvazladı biri. sıvazlamadı
mı? okşadı mı? yoksa… ikisi mi? aynı şey mi? makaralar raylar üzerinde.
karşılık vermeyen biri, ama ışıkta yüzü. çıplak. ışıkta. ama gözleri
kör.makaralar, raylar üzerinde.
ama körlüğün ötesinde mi bir sözcük anlam bulabilir birinde…
(bir kadın, bir adam, kimse yoksa, asansörde)
görünmeyen raylar, makaralar üzerinde
kadın dik durur asansörde
mor.
yere bakar
mor.
çantasını iki eliyle sımsıkı tutar
önünde
mor.
bacaklar bitişiktir
mor.
bir duruşta bin şekil alır
mor.
çetrefil.
görünmeyen raylar, makaralar üzerinde
adam dik durur asansörde
İ
tavana bakar
Î
ellerini ceplerine sokar
= ! =
yere bakar
ellerini arkasına koyar
=İ=
kadına bakar
ellerini kavuşturur
()
sağa bakar
(
kollarını kavuşturur
önünde
sola bakar
)
bacaklar bitişmez
^
bin duruşta bir şekil alır
düz.
_-_
görünmeyen makaralar raylar üzerinde
( )
bu aradan yakınlık doğmaz.
ellerinden yansır insanın çıplaklığı.
görünmeyen makaralar, raylar üzerinde.
…
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
bir yer… hep sustuğum… abiga’nın anılarını dolores’ in çizmeleriyle
aştığım. boğazımda düğüm bir yer. kimseye söylemedim. abiga eviyle
yakıldı, yerine fırın yapıldı. fırın her yandığında alevlerin ortasından
on iki hamamböceği fırladı, mayaya, una yumurtladı. herkes çıtır çıtır
ekmeklere iki tel bıyığın nerden girdiğini araştırmaya başladı.
… insanlar öbür sokakları dolaşmıştır.
insanlar kafelere oturmuş. kahvelere bayılmıştır.
bir yer
taş yarıldı derininde
toprak solucanını avutuyordur.
…
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
biri… yanımda yok. çok yontulmuş heykelcik biri. kendine alçı kemiren.
beyni başka alçıyla kemirilmiş.
pencereden karanlığa saklanarak kurtuluyor. ruhunda mars masalı.
yazıp yazıp siliyor. bir tek bodur chucky kalmış elinde hastalıklı bir
aşktan. chucky kanıksanmış. biri kanıksamış.tuttuğum el labirent.
diyor ki,
senin sevincini emen krepon
unuttu çiçeklendiğini işaret parmağında
yazıyı yaza katladım silgiler içildi
birkaç kadın aşırdım pandora’ nın duvarından
soktum elimi karnına
iskeletini ayıkladım
balık küçülür diğer balığın içinde
alçı yüzü içer
övgüler balıkçıyadır
***
1463. gün.lebernsborn evi.
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
sonra onu ezdiler
- son bıraktığımız yer nerede kalsın sence,
diyen hamamböceği’ ni
sana da yakılmak yaraşırdı hamamböceği
inip çıkarken kıldan ibaret bir yetiyi
fırından fırlaman üzücü oldu elbet
ağırlaştı vapur düdükleri
alır başımı giderim kalan hayat
taa ki…
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
ezilen şeylerle kabuk bağladı zaman. ben hangisindeydim?
kabuğunu atınca yara, bubbe: yara ferahladı, derdi.
bense iki adım atabiliyorum hâlâ ‘ferah’ derken.
‘ferah’, insanın içinde nedir? ya ben bunu düşünürken biri, evin çok
ferahmış, derse…
bu, içimin ferahlığı her yere yansımış mı, demektir.
ferah’ ın karşılığı ev mi olur, bunu böyle söyleyince
peki, içinde kaç ev taşıyabilir insan,
birden çok olduğu için mi içi ferah değildir?
kuşatılmış kayada yaşama ihtimali olmalıydı sandalın elinden tutan yalı,
harap, vahşetin senfonisi bir ikaz mı
daldan dala akan rüzgâr
nar döküyor
taa ki…
- nereye?
- tarife gerek yok.
- nereye?
- tarife gerek yok.
-nereye?
- tarife gerek yok. yolu biliyor.
- …
- taa ki…
kendinden ağır bir düzlemle ezilmesi hamamböceğinin
böcek olma imkânı taşıdığından
… belleğin derisi çatlaktı doğuştan
en çok bir hamamböceği girip çıkardı o aralıktan
bitimsiz rüya olan uyanışına
hayat hep kırdırır bana geçemediğim çatlağı
şarapta yabanıl akşam
dudakta is kokmalıdır
kendini vapurların altından çeken deniz
abazan meyhanede ölü kelebek
kanatlarda günlerin çark izi
kıyısına itildiğim şiir diyorsun ya
sinsi ışıkta çürüyen gitar
her kaldırımda kösnül tango
baldosa arrabalero amague apilado
mitinde gerilen cinslik merasimi
ağzından hep bir ‘yahudi!’
bana…
…
***
“ hazırım kanat çırpmaya
dönsem derim, dönsem geriye
bir an daha kalırsam burada
korkarım hiç dönemem diye “ ( g. scholem )
magmanın ankası hıçkırdıkça çıplak
boş yere körükledi hakikati benjamin
sonra tuuh diye tükürdü
körükledim kendimi boş yere
sonra benjamin’ i tuuh diye tükürdüm
kül ağlarınıza takılıyor
ağlarınıza kül
ağlarınızın çocuk gibi avutulduğu
birinci gün kolay
makaralar, raylar üzerinde
ağlarınızın çocuk gibi avutulduğu
ikinci gün kolay
makaralar, raylar üzerinde
ağlarınızın çocuk gibi avutulduğu
üçüncü gün kolay
makaralar, raylar üzerinde
…
teslimiyet ağla sınırlı değil
magmanın ankası da:
-“gölge etme, güneşimden çekil”,
asla olmayacak olanı nasıl ayırırsın asla olmamış olandan…
… buz kütlesi nışka isret ednitemakitsi yol alıyor
buz kütlesi erimiyor
su buz kütlesini çekiyor düz akış istikametine
buz istemiyor
buz kendi ters istikametinden destek alıyor
…
güneş
buz
su uzak
…
güneşe daldı buz, suyu kırbaçlıyor
buzun biri şaşkın şaşkı..dalgalanıyor denizde
…
asla olmayacak olanı nasıl ayırırsın asla olmamış olandan
medusa çiçeği:
kayayı taşı sever.
havayla beslenir. kökünü ıslatma. çürür.
çiçek açması: hamile olduğunu gösterir.
çiçek dökülmesi: doğumun gerçekleşmesi.
kökünde bebek medusalar görününce: anne kendini öldürür.
ölü medusa anneyi göm. bebek medusaları başka yere taşı.
her yerde yaşar.
makaralar raylar üzerinde…
vajina çiçeği:
gelincikgiller. haşhaş da denir.
çiçeklerin meyve tohumları yağ ve ekmek yapımında kullanılır.
latince papaver: uyku verici, rüya gördüren.
olgunlaşmamış haşhaş kapsülleri kesiciyle ( jilet, bıçak… ) çizilince
çiziklerden sızan süt afyondur, içinde morfin, kodein gibi pek çok
uyuşturucu madde bulunan güçlü bir zehirdir. aynı zamanda tıpta
kullanılan değerli bir ilaçtır.
kapsül çizimi birleşmiş milletlerce yasaklanmıştır. ülkemizde haşhaş
ekimi devlet kontrolünde yapılır.
gelincik çiçeğinin anlamı hüzündür.narin yapısı derin anlamlar ifade
eder. yürek yarasının, hassas insanların sembolüdür.göbeği simsiyahtır.
bir yangının közüne, kurumlarına, is’ e benzetilir.
her yerde yaşar. öldürürsen bir daha yeşermez. kendiliğinden ölürse
yeniden doğar.
her yerde yaşar.
makaralar, raylar üzerinde…
ters lâle:
halk arasında:kürt çiçeği. kürtler arasında: gulmehin
kerbela’ nın ortasında açar. ağlar. gözyaşları ateşe damlar.
göz yaşıyla yeşeren, biçilen yeşiline göz yaşı dökendir
çiçeklerinden gövdelerine dinmeyen özleri süzülür.
bu nedenle baş aşağı durur.boynu büküktür.
bitmeyen hüznü sembolize eder
karlar eriyince çiçek açar.
endemiktir. doğunun dağlarında yetişir.
makaralar, raylar üzerinde…
kardelenle karıştırılmamalıdır.
yahudi çiçeği:
halk arasında: mor göçebe, göçebe yahudi,
ışıktan başka bir şey istemez.
dalları, yaprakları mordur.
pembe, mor çiçekleri her mevsimde açar.
dar saksı, sepet vb. sevmez. bir aralık, çatlak bulur ve dışarı çıkar.
yaşadığı yerde başka bitkilere zarar veren otları da barındırmaz,
bunun için oradan oraya yerde sürünmeyi göze alır.göçebeliği bundandır.
her yerde yaşar.
makaralar, raylar üzerinde…
kirli gülsüm:
halk arasında rum çiçeği.rumlar arasında: zinya.
temiz çiçeklerin temiz temiz açması: haziran.
çiçeklerin kirlenmesi: temmuz.
çiçeklerin çok kirlenmesi: ağustos.
çiçeklerin çok çok kirlenmesi: eylül.
makaralar, raylar üzerinde…
kirli gülsümün çok kirlendiği için kapı dışarı edilmesi: ekim.
kirli gülsümün yeniden açmaması için imha edilmesi gerekir.
kapı dışına ya da çöpe atılan çiçeğin tohumları gelecek haziranda çiçeğe
dönüşebilir.
en iyisi yakarak imhadır.
yapabilir… !
şöyle de sorabilirdim:
nedenler alıp başını giderse
dünyada bazı devrimler adını – nedense –neden çiçeklerden alır
bazı devrimlerin -nedense – neden başlangıç ya da bitiş ayları ekim ya da
ocak ayına denk gelir?!
(ocak: öd/ od (ateş)/ ödçak= ocak.)
hem devrim insan için nedir, bir kedi için ya da bir limon için
biri bir yerlerde yazmış diye siz de onu devrim mi bellemişsinizdir
‘devrim’ değil de ‘armut’ yazsaydı devrime ‘armut’ mu diyecektik
meselâ ‘lâle devrimi’ dese biri, hiç lâle görmemiş olan bana
demez miyim: neyin nesi bu lâle, in midir cin midir
ya da dese her lâleyi görmüş olan bana
demez miyim: hangi lâle bu sözünü ettiğin
yani ayna sana elbiseyi ‘yakıştı’ diye algılattıysa…
elbiseyi algılattı, kumaşı, hatta dokunan ipi demedim
ya ayna hafif içe bombeliyse
dışa bombeliyse ya ayna
ya ışık doğru açıda değilse
hangi ayna seni sen diye…
bir biçimsiz soyutlamada somutu kusma isteği
diyelim ki elbise kirlendiğinde ve yıkadığında
hâlâ o, aynanın sana bellettiği mi
ya da belletmenin ilk durağı mı kir
ah, eşsiz kaygı, sen ne güzel kirsin
althusser, görmeme görmeyle zorunlu ilişki içindedir, diyor,
ben de diyorum ki, kadını öldürürken ellerin cebinde miydi…
k. popper, bizim şanssızlığımız, zekâmızın etik bilincimizden daha hızlı
gelişmesidir, diyor,
ben de diyorum ki, insan facia beklentisinden başka bir şey değil,
bütün bunlar bana biraz
teatral anlatılardaki “ sahne geçitleri”ni hatırlatıyor
oysa ikna “asıl sahnelenendedir”
sahne geçitleri, asıl sahnenin yokluğundan yapılıyorsa
devrim de asıl devrimin yokluğundan yapılmış olabilir mi
yani evde masa yoksa masa almak gibi bir şey mi bu
insan iktidarsız bir varlık, yapıp kıldığı her şey
iktidarsızlığını örtbas etmek için muktedirlik çağrısından başka şey
değilse
bazen de şu ‘ütopya’, ‘ distopya’ gibi şeylere kafa yoruyorum
neymiş efendim distopya baskıcıymış, ütopya coşturucu, özgürlük…,
eşitlik… vs. vs….
ben de diyorum ki, hepsinin içinde bir ‘ topos’
ve her şey bir karış toprak içinse
insan distopik bir ütopiktir, tersi de söylenebilir elbet bunun
neyin nesi olursa olsun insan öldürür,
tohumunu yeniden yeniden ekmek için yakar, yıkar, işkence eder, tecavüz
eder, imha eder, işgal eder, ikna eder…
yeniden yeniden yakıp yıkmak için eker…
ne ederse etsin. oldurulanın en büyük düşmanı zaman, zamanda olan zaten
olunca ölü.(bu son cümleyi bir yerde mi okudum yoksa şimdi mi buldum,
hatırlamıyorum…)
kierkegaard’ ın söylediği gibi “ biraz önce bir oyun oynanmış tiyatro
kadar boş kafam”
uç ile uç delirium, uç ile uç! mutlaklaştırmak sapıklık, bütün cinayetler
kolektif.
… tabiat ana konuşuyor, kimse dinlemiyor
uydurulmuş yürekte devrilmiş ev
itiş kakış kan
nereye gidiyor, hiçbir yere gitmediğini bilen
mekanik nedime
yaşamayı yıkımların avuntusu sanıyor
nasıl daha sağır olunabilir ki
“yemiş kördür. ağaçtır gören”
bin kez söyledim bunu
cinnettir beklemek zaman sancı verir
kesip atar kulakla ilişkisini
ayçiçekleri diker amansız surete
taşın uğultusu, uçurum
alacakaranlıkta bir selâm
veremezdi. veremezdi. klorladı,
ağız tiksinti besleyen hela kokusunu
kaygısız akıp giden her şeye
tabiat ana terzidir, ondan öğrendim
yeşil elbise giymeyi
duru desen hatırla
o nisan gecesini,unutmabeni
çiçekleri sessizce deniz olmazlığın
yurdunda sürgün
gözleriyle konuşan
düğüm kalmış bir sözcük
tabut yorgunu
aramızda
…
içinden ray ve makas geçen bir şiire başlamalı. bazı yerlerde dize
kullanılmayabilir.
makaslardan söz eden bölümler: dize, italik
raylardan söz eden bölümler: satır, koyu çizgi…
hatta duraklar da olmalı: mavi, duraklar çit gibi görünmeli, sınır…
olabilir.
anlarlar mı?! daha önce de denedim …kayaları’ nda. anlamadılar. birkaç
kişi anladı, bir de ahmet abi anladı bi tek.
“ “yaşamın ucuna yolculuk” un türü mü olur?...”
yolumu değiştirmeden önce değiştirdim ben’ i, gidiyorum uç’a…
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor övüyor ses bir daha geçmeyecek olanı
çatıya kadar sarmaşık
iskeleden geceye ray
yüzümü sıyırdı. makasları haşla
…
ölümcül inlerin zemini acizlik maskene mehtap bahşeden pürçeklerle
kaplandı. akşamüstlerini çaldı inkârın rahatlığı. herkesin bezdiği saatte
kir. o. kendini seven en çok. ezdi ay şarkılarını, ağır yanılgılarla
taşladı
… ağır taşlarla ağır yanılgılara
ezilen şarkılarını gömdü ay
yok oluş kadar yorgun
sedyeler
kestikten sonra sana uzanan kolları
…
ke
ü r k
r ü ke kk
e küü
k-------------r-----------------------------------------------------r-----------------------
içinden ordu çıkan balya e
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------k
------------------------------------------------------lütfen inen
yolculara yol
veriniz----------------------------------------------------------- tttttttttttttttttttttttt
***
127. gün.27 nisan… aryan kedi evi.
nisanda tevafuk:
iran adının
aryan sözcüğünden türediği,
lebernsborn evlerinde aryan ırk için çiftleşildiği,
lebernsborn evlerinden birinde doğan ilk bebeğin vaftizinin,
ibrahim, ishak, yakup’ un doğum ve ölümünün,
yeşu, yasef’ in ölümünün,
mısır’ dan çıkışın,
varşova gettosu ayaklanmasının (27 april 1943)
nisan ayında gerçekleştiği…
aryan bebeklerin oyuncak barbie bebeğin ( hikayesi farklı sunulsa
da)doğuşuna ilham verdiği,
barbie bebeğin pembiş evinin lebernsborn evinden ilhamla yapıldığı,
oyuncak barbie bebeğin yüzünde gülümseme ifadesinin olmadığı,
aryan çocukların da ömür boyu mutsuz oldukları….
…
ağlayan mı balıkçı mı geçemiyor mu bu mu sokaktan mı
her şey böyle başlıyor belki.belki ben bir belkiyim
…
utanan göğüslerine çalışıyor presyözün
kırpıyor içinin bütün iagolarını
kendi sesine yankı şehvetin
makasında iki kusurlu mim
delilerden söz ediyor gecede
önce kâhinleştiriyor eziyor sonra
bir kutup çizip güneyi kuzeyde eritiyorum
her şey gibi dünyada kalıyor
ellerim olmasaydı dünya değişir miydi
…
h e r ş e y b ö y l e b a ş l ı y o r b e l k i belki ben bir belkiyim t e k m e l e n e n
--------------------------lütfen
inen yolculara yol veriniz------ tttttttttttttttttttttttttttttttt
sokaktan mı ağlayan mı balıkçı mı geçmiyor mu
uzayıp mı gitmiyor mu sesinde mi sancılı mı bir mi yangın mı sorusu mu
- hangimiz mi balıkçı mı
- hangimiz mi balık?
yaan menora,
makasları haşla!
dünya ne iyidir ne de kötü
belki ben bir belkiydim böyle’nin lûgatında
belki ile böylenin masalından:
… cinnet dillenince çamaşır iplerinde çıldırır denize açılırmış belki
kördüğüm ritminde.böylenin içinde belki intihar kalırmış kanatsız bir kuş
derinliğinde. ıskarmozları okurmuş, böyle, sonra sandalları, kendini
kendine çeker atarmış sonra belkinin üstüne. belki ezilmenin bütün
hallerinde etrafı kedilemeye çalışırmış olmayan bir bahçenin içinde.
prag’da bir bozuk saat olurmuş bazen smyrna’ da kule, bazen aynada bir
bahane bazen yerde debelenen paragraf. silsilesini, şînını ancak böyle
devam ettirebileceğine inanırmış böyle. belki bunu ontolojik kibarlık
olarak algılarmış ve böylenin hafızasındaki muz kabuğuna taparmış…
…
deli küçük bir sözcük müdür sizce?
…
1469. gün. roşhaar sinagogu’ nun önünde
(smyrna- karataş monoloğu)
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
rüzgâr külü üfürdü kanı küfür
ben zamanım
ardında bıraktıkların mesafe
… hazzandan hazza hazan perdesinden
ezildikçe değil, doğrandıkça gelişen yara
babanın hayvanına bir fener suyun içinde
hafifletmedi taşları. gördüm.
bir katilin ansızın affedilmesi ahh!
…
biri bir şey eziyor yine
nal sesleri hep kırık bir kemanda
insan memnun kalmadı hiçbir çağdan.
evrim anlamsız insana anlam kattı. evrim organdadır.
evrimleşen organ kötünün iyisinden başka bir şey değil…
insanın evrimleşen organı hıncın yönünü değiştirdi.
hınç, bahane ustasıdır. hınç,usta bir cellattır. hınç, acı çeker. hınç,
kapanmış yaradan kan kaybeder.
hınç, muktedirin mağdur doğasıdır. sizin varoluş tıkacınıza da….de! heyy, mantığı çıplak gören var mı?
vicdan, ontolojik bir sorun mudur?
----lütfen inen yolculara yol
veriniz---------------------------------------------------------- tttttttttttttttt
“yer sarsılsa ne iyi olurdu! mezbaha yutardı beni!” ( beckett)-beni de (
yazıcı)
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
anidir bazı şeylerin keşfi ölüm kadar
mimesis:
sürahidesolukegzersiziyapanadamınbütünorganlarıbulanmaktadır.sürahidesoluk egzersiziyapanadamirdenbütünorganlarınıkusar.sürahidesolukegzersiziyapan adamınyanındataşıdığıkonumankenikadınsürahidesolukegzersiziyapanadamın kusmuklarınısiler.sürahidesolukegzersiziyapanadamboşolaneksandalyede kendineyerkapar.sürahidesolukegzersiziyapanadamboşolantekyerikaptığı sandalyeyiaparkarşıköşedekikadınınyanındakendineyerkapar.sürahidesoluk egzersiziyapanadamınyanındataşıdığıkonumankenikusmuklarısilenkadınayakta sapgibikalır.sürahidesolukegzersiziyapanadamınyanındataşıdığıkonumankeni kusmuklarısilenkadınıfarkedenbaşkaadamkusmuklarısilenkadınakendi sandalyesindeyeraçar.sürahidesolukegzersiziyapanadamınyanındataşıdığı kusmuklarısilenkonumankenikadınartıkoradadeğildir.buradayaşanantanımsızdır. buradayaşanankendinidinlemeyenamabozduğusessizliğedikkatkesilenşiirde boşunabirsesolarakkalır.
canlı model delirir. “ starification scarification”
-------------------------------lütfen
inen yolculara yol veriniz-------------------------------
ttttttttttttttttttttttttttttttttt
-…?
-şşşt! bir şey yok…
-…!
-yokbişey
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor
-…?
- bir daha anlatmasını hiç sevmem uzun uzadıya anlattığımı.
“ben viyaklamayı sürdürürken, yine de belli deyimler yeterince
etkilemişti beni, onları unutmamaya, dahası benzerlerini türetmeye ve
bunları biriktirerek karşı konulmaz bir bütün, sonunda doğru bir bütün,
sonunda kesinleşmiş bir bütün oluşturarak, ağzımdan, gereksiz öykülerle,
gereksizce aşındırılmış ağzımdan başka bütün söylemleri fırlatıp atmaya
ant içtim… çünkü ben yer değiştiren, çarpışan, kıvranıp duran ve kısa
süreli baygınlıklar geçiren, can çekişen insanların arasında kasvetle
debelenip dururken…” ( beckett ) -ben de
( yazıcı )
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
…
gözlerim yeşil. lilith bana ağacın kurallarını öğretti
saçlarım siyah. lilith bana karanlığın kurallarını öğretti
bir daha anlatmasını hiç sevmem uzun uzadıya anlattığımı
hatırla hayatın akan su olduğunu
hatırla saf tutmayı yıldızları
saçmalıktan saçmalığa geçen
kaç ontoloji beslemiş
ağır yükler için, karahindiba
yuvarlak, makara gibi
…
ah’ ı hakikate ittim. makasları haşla.
bir zambak daralıyordur adamın
cam boşalmaktan usanmış avuçlarında
ray derinleşiyordur bir kadını üçe bölse
ares’ in kamışı şehrin dibinde
ezilmiş binlerce sakatat
bir ehramı ters yüz etse
su belkıs’ ı zemin sanacak
su belkıs’ı zemin sanacak
…
annem istiridye babam salyangoz
tamamlar beni kendime unutmak
değilden değile geçiyorum
spinoza’ ya bir çekirge göndermek istiyorum
çekirge küçük bir sözcük müdür sizce?
***
1470. gün.lebernsborn evi.
( karataş- brülör monoloğu )
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
gaz sobası arızalandı. yüce ateşi kutsamamışsınız arıza ondan, “brülör
nedir?”, en az 28 yılda bir 28 kere sorun, yoksa buz tutarsınız, dedi,
gitti tamirci.
brülör nedir? diye sorduğumuzda:
1-karşımıza ilk çıkan kavramlardan biri “yanma odası” dır,
2-yanma odaları ilk, fransız devrimi’ nde kullanılmıştır,
3-yanma odası küçücük bir boşluktur,
4-hava – yakıt karışımının gerçekleştiği yerdir,
5-ısı ile alevin oluştuğu her şeyin içinde küçücük, bomboş bir yanma
odası vardır, görünmez,
6-her türlü motorlu taşıtın,
7-kombilerin,
8-fırınların,
9-kazanların,
10-ocakların,
11-ızgaraların,
12-seyahat balonlarının,
13-sobaların,
14-kuzinelerin,
15-çamaşır, bulaşık makinelerinin, buz dolaplarının,…,
16-binlerce insanın tıkıldığı gaz odalarının -bir de tek insanın
sığamayacağı kadar küçük- yanma odası vardır,
17-yanma odası sıkışmanın, sıkıştırmanın yaşandığı yerdir,
18-sıkışma artarsa verim de artar,
19-sıkıştırma iyice artarsa patlama gerçekleşir,
20-evrenin yanma odası vardır, dünya böyle oluşmuştur,
21-dünyanın,
22-ülkelerin,
23-şehirlerin,
24-evlerin,
25-evlerdeki odaların da yanma odası vardır, görünmez,
26-insanın da yanma odası vardır,
27-insanın yanma odası suratının tam ortasında, burnun arkasında
çekirdeğe benzeyen bir dokudur.
28-vicdan diye genellediğimiz her şey, adalet, merhamet, ar, hayâ… vb.
buradaki sinirlerin uyarılması sonucudur.
belli ki bazı insanlarda bu doku ‘ gaz odası’ işlevi görür.
bu insanların “auschwitz ‘den sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözünü
telaffuz etmeleri yasaklanmalıdır.
…
… yusuf’ tan yürüdü köre rüya diye…
imlasız bir muhitte efsunsever
bedava kadavra kuyruğunda sıfırlanıyor
her ama maskesi düşecek kadar bir yanıp bir sönen sığ davet
sinoptikomda diseksiyon. bilmiyor,
kadavra efkâr kokar
…
yaannn menora,
makasları haşla!
… kara vagon suyu ısırdıkça buharlaşan bitki
ray öfkeli yalabıktan ve güzden ve şubattan
aynı tezgahı toplamakla geçer mi bir ömür
annemin sustuklarını haykırsa
karantina iskelesi is kumsalı kadar
…
oysa herkes öldürür sevdiğini (ramiz dayı)
---------------------------lütfen inen yolculara yol
veriniz-------------------------------------- ttttttttttttttttttttttttttt
for each man kills the thing he loves / yet eachmandoes not die (oscarwilde)
-----------------------------------------------lütfen
inen yolculara yol veriniz---------------- tttttttttttttttttttttttttttttttttt paranoia mon amour
aşklar en iyi nasıl boğulur
(seyhan erözçelik)
“aslında “insan sevdiğini öldürür” değil de “ insan öldürdüğünü sever”
demeliyiz” ( j. butler )
ruhu avutabilecek bir şey varsa, o da aynı işkenceyi yaşamış kişilerle
görüşmek olurdu; ancak ruh, hiç kimsenin söylediklerine inanmadığını
görünce derdini başkalarına açmaktan vazgeçer.
(avilali teresa) tttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttt
dünyadasın, işte bunun tedavisi yok. (beckett) tttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttt
“yarın, ardından yarın, ardından yine yarın”
(shakespeare)
…
brülör küçük bir sözcük müdür sizce?
***
1471. gün. yahudinin evi. no. 19 d.3
(karataş- karantina monoloğu)
ağlayan balıkçı sokaktan geçiyor neden, diye sormuştur kendine madam ayren, makaraları makaslara doğru
sonsuz bir yolculuğa yeniden yeniden başlatmaya mahkum bu dönüş neden?
sözlüklere geçmemiş sözcüklerle yalnızlığında kekelemek, neden?
…
ateşle yatıştırılan ateş
kumsal ne iskele ne
ne bilsin belkıs kim
bir suzidilara istemiştim ondan
iki zıvana getirdi siyanürlü
akışa kapılmanın vaktidir, deyip
hışırdayan sayfada bilmeden
nelere denktir boğulmak
….
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
yakıldığın yerdeydim. kedin nova cebimdeydi.diğer kediler de, kürt bırçi
ile gotik çingene, cebimde olacaktı, ama biliyorsun bırçi yazlığa
götürülmediği için dünya turuna çıktı, çingene’ nin eşyası yoktu bu
nedenle başka bir eve taşınma şansı da…
senin homo sapiens dediğin onları pornografi mumyasına çevirdi.‘omniptikon
apart’ homo sapiens ile şürekasının daimi adresi.
ama hep böyle olur değil mi? öldü denmez de vefat etti, hakkın rahmetine
kavuştu, ebediyete intikal…, yıldızlara vardı, uçmağa vardı, dünya turuna
çıktı. mevta…nüans meselesi; sonuçta her canlı ölür. her ölüme neden –
görünmez olsa da – bir başka ölümlüdür. belagat kirliliği böyle başlar.
senin homo sapiens dediğin seni de sancılı bir yangının alaycı sorusu
kıldı. yarım kaldı gerillaların göğü, artık ödemli. pek bakmıyorum.
itibarsızlaştırılmış denizdik orada. biliyorsun.
… uluyan tuvalde yatak lekenin yurdu
polar ayıcıklarla geceleyen üşümüş ruh
acılarına yardım eden süs olurdu
cüret. karahindiba kuşa benziyor
bir sincap yavruluyor, sincaptan bir kuyruk
ağacın harabında
hazan harmanı hayat
uçakları geçtik kedilere yetişemedik, ama
yaygaraya acıktı her günün gölgeliği huginn
saçlarıma asılan gecenin hüznü
bir kurabiye ona. zencefilsiz. insanlık için
ne çok defedilmiş deniz
ne çok bartleby
defnedilmiş kadının hırpalanan içine
uçakları geçtik kedilere yetişemedik, ama
beklenmedik kâr titreyen karanlık hanede
joker hep eksik oyun döndükçe
kaburgaların birbirini kırışı
bir tel saç kutsal fırça
suratsızlığı falafelin
pişman bir gecenin bittiği yerde
büyük inşa ışığa
mazhar olanın yakınında
saklanan el
kar kendini
kendinden içre çek
hüküm hummasına tutulmuş
kapkara kupalar
kapkara meydanlara
kaç loş leke, kaç leke loş
tahakkümün zemin katında-
topyekûn yakılmalıydınız- diyen alegori
uçakları geçtik kedilere yetişemedik ama,
şubatta ave maria sabahı
mucizenin resmine kefil leke
çit çehrede ölü bir kuş
üçyolağzında çeşmeyle karıştırılmış
son çekilen kart
kibir ayracı
birbirine boyundurukla bağlanmış bir aile
uçakları geçtik kedilere yetişemedik, ama
çöl tutkusu saklar açılmayan kapılar
isli aynamdan içtikleri tuhaf denizde
gider gelir yeni bir akıntı edinir
elleri içine uzanamadan
ince kıyım sözcüklerde bir anarşist şaşırtmacası
uzaklarda çürüyen sarmaşık ve nar
ve deniz bir boşluk
bir var bir yok
balıkçı
balık
çehre
…
uçakları geçtik, kedilere yetişemedik, ama
görünmeyen makaralar raylar üzerinde
…
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
yakıldığın yerde… ayren
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
sevgili ayren,
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
yakıldığın yerdeydim. kedi nova’ ya uğradım. şaşırdı, sanki hayatında ilk
defa kedi görmüş gibi her yerimi kokladı. ben de şaşırdım. meğer
doğruymuş, ilk defa kedi görmüş. ilk defa çok güldüm. kendinden bir
yüreğe rastlamak, varlığını bilmek güzelmiş. aklıma yaşar üstadın“ dünyada
gövden kadar değil, yüreğin kadar yer kaplarsın” sözü geliverdi.
gözlerimiz doldu. bilirsin ben de senin gibi ağlardım.
nova’ ya çingene’ yi ve yavrularını anlattım, isimsiz yavrularını…
bir ara kendi çocukluğumuza gitti söz. yıllar geçmiş, ismimiz değişmiş,
değiştirilmiş, pek bir şey hatırlayamadık yalnızlığımız ve
çaresizliğimizden başka… napalım “hatırlamak da bir buluşmadır” demişler
ya…
-beni unutma, dedim nova’ ya,
-beni unutma, dedi.
gözlerimizden bir yıldız geçti. bir yıldız şehrin bütün kedi gözlerinden…
- hoşça kal, dedim. seninle bir yangın yerinde bir gün isimsiz yavrular ve
çingeneden söz ettiğimizi…unutma…
- unutmam, dedi.
iki martı havalandı kıyıdan. iki can çırpındı sularda. bir vapur iç
çekti.
usulca karardı iskele…
görünmeyen makaralar raylar üzerinde
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
yakıldığın yerde…
kedi bırçi
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
sevgili nova,
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
bazen lekenin ortasından sökülüp çıkagelen o leke, zamanın ağındaki o
kül… üzerinde değil, arada olma hali, diğer küllerin kuytusunda, kül
yığıntısı hayatın, hayatın kuytusuna sığınılarak geçilen o ağ.
o ağ’ da duyularla tutulmayan bir şeye, bir loşluğa dokunmak, bir smyrna
gecesinde hâlâ kendine dönen bir makaranın, menora’ daki makasın
anlamları arasından yola çıkan bir yahudinin göçü…
ister kıpkırmızı bir asansörde siyah beyaz fotoğraf olsun, ister rayların
aheste kıvrımlarında…
fırından fırlayan hamamböceği yol aldığında,… öfkeli bir taban, bir
süpürge, bir zehir üzerine basıp geçtiğinde…ezildiğinde…
körfeze kış vurmuştur bile, kara bir kulenin ellerime dokunmasına ramak
kala sabah sabah bir sevişmede alevlere direnen böcek yavruları… kör
ilerleme… ağır aksak… hiç kimse için…
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
yakıldığım yerde… abiga
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
sevgili bırçi,
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
gözüme uyku girmedi, kuşlardan önce kalktım, zaten uzun zaman oldu gözüme
uyku girmeyeli.
nerede olduğum, nerede olduğuna dair bir fikrim yok, bunu hissetmek bana
acı veriyor. belki bu mektubu asla okumayacaksın ve ben seninle son kez
ve boşuna dertleşmiş olacağım.
seni aramak için bir kuş olmayı ne çok isterdim.
beni biraz tanıdınsa seni sevdiğimi hep özlediğimi bilirsin. burası,
artık güzel değil. ağaçları kestiler, değil bir saçak altında, duvarın
üstünde bile uyumamıza izin yok. yine de seni özlüyorum.
ölümden sonra hayat olduğunu ümit ederek orada tekrar koşup
oynayacağımızı, kuyruk sallayıp, birbirimize hırlayacağımızı,
miyavlayacağımızı, orada bütün çocukluğumuzu bulacağımızı düşünüyorum.
fakat ne düşünürsen düşün gelecek hep karmaşık, özellikle insanın bizlere
ne zaman ne yapacağı önceden kestirilmiyor.
sen ve ben birbirimizi iki sürgün yoldaş yerine koyup sevdik. bir kap su,
bir parça ciğer için birbirimizi hırpalayıp berelediğimiz zaman bile
mutluyduk. ama gel gör ki sen bir kürttün, ben bir çingene.
iran kedileri vardı aramızda, arzu nesneleri… siyamlar, ankaralar,
chinchilla…
aryan ırklar, onlar hep seviliyor, tercih ediliyor, övülüyor, her yere
götürülüyor…, ama biz ne kadar sevimli olmaya çalışırsak çalışalım, en
üst dallara tırmanalım, en yüksekten atlayalım… aryan değiliz ya
hak etmediğimiz vefasızlıklara, hak etmediğimiz iğrençliklere terk
ediliyoruz. sonra…
yaralı bakışlarımızda şu gün…
yolun ortasında…
kimsenin kaldırmadığı…
bir…
görünmeyen raylar makaralar üzerinde
dün gece fırından fırlayan on iki hamamböceği gördüm.
kedi çingene
sokaktan ağlayan balıkçı geçiyor
on iki hamamam böceğini karataş’ ta asansör’ de gördüm.
yaann menora,
makasları haşla!
-loş’ a yardım edemez miyiz?
-loş’ a yardım edemeyiz.
-onun için yapacak bir şey yok mu?
-onun için yapacak bir şey yok.
-?
- loş, soylu bir ikiyüzlüdür, karanlığı ve aydınlığı aynı yerde taşıyan
yüzlerce cebi vardır. hepsinden yararlanır.
ve onları ay ışığını eritirken gördüm ve ay erirken attıkları çığlıkları…
oydum sade’ın pörsük gel gitini. bin huylu karadelik açıldı geyik zorlu
karı aşarken ezildi fotoğrafı karşıdan karşıya geçiren ayna. kendi
sahteliğini gördü lacan.
kara yasası var ağır yolculukların. derin kesikler suda körün acılı
krampı. yaşamak şapkalarla hesaplaşan askıda. herakleitos’ un akışı,
epikürüs’ ün atomları, kabbala’ nın tozları. şekercinin anıları çalınan
bedenle takas ve tasviye kedisiz sırıtmalara makas. rem’ li, romeo’ lu
pesten pes yeni bir kumanda ezberledi biri artçı dürtüler için…kıs…
gündelik panayırlar hatırlattı
içimi kolaçan eden kışa önlem almayı
sokaktan ağla… …........... … ..
***
bütün yollar kesildikten sonra
çıktım yola, makastan başlayarak girdim fark’ a. zamanın tutsakları
akışın içinde cem. “kendini akışa bırak” fark kılmadı hiç’ te beni bana.
akışın içindeki akıntıları gördüm, o yüzden buradayım. kendimde kesip
kırptıklarım yendiğim yansımalardır. kesilip savrulanlar kendi kendinin
ritüeli olacak bir başka maceramda, çünkü ben ellerinle uyumlu bir yap
boz değilim. terazi de tutmuyorum elimde kıyamet tablosunu gizleyecek
kadar.
gayret’ in çalısı, menora’ nın belleğinde kendini belirledi,
hamamböceği, fırının belleğinde kendine hayret etti,
bensizlik belleğinde benlikle yüzleşti.
her şey akar, diyen, akışın belleğindeki sosuz akıntıyı bilmedi.
bugün senin. içindeki makasın sana açıldığı gün.makas kıskançtır.gayret
makas. hepsinin kökü kıs,hepsinin kökü esirgemek, kollamak.kesip
kırptıkları belirler yaşamı, yaşamsızlığı makaralar…
demiştim: yakılanın içinde yanmayanı gördüm, kendinde boğulanı ağladım.
demiştim ki: yakılanın içinde yanmayanı gördüm, yakılanı yaşayanı övdüm.
demiştim ki: yaan menora, makasları haşla! yakan aynı el. söz, bir önceki
yangından. senden önce de vardı, senden sonra da…
eridikçe gözlerimden damladı.
her şey aktığı yerin şeklini aldı, “asıl” her şeyin rahmidir dedi ins,
şekilleri adlandırdı.
rahim: bir tabut
tabut: bir gam
etraf: tabutun gamından kurtulamamış adam
kuşatma: korkudan
o kadar kendisi ki her şey, kendi olan her şey başka bir şey her şey.
başka: tek başına kalan, yalnızlaştırılan,
tek başına bırakılan: öteki,
persona non grata,
ötekinin ötekisi sayılan,
makasları haşla!
persona non grata
asil adam/ uyumlu kadın. huysuz adam/ uyumlu kadın. zengin adam/ uyumlu
kadın. fakir adam/ uyumlu kadın.
güçlü adam/ uyumlu kadın. sümsük adam/ uyumlu kadın. hasta adam/ uyumlu
kadın.sağlıklı adam/uyumlu kadın.