Hızlıca yürüyordum, diye anlatmaya başladım. Soluk soluğa kalmıştım. Sen
hiç yavaş yürümezsin ki, diye kestin sözümü. Son zamanlarda hep böyle
yapıyordun. Olur olmaz yerde lafımı kesiyor; ne söylesem aksini iddia
ediyor, neredeyse bilerek damarıma basıyordun. Anlatacaklarım, o anki
kızgınlığımdan daha önemli olduğundan üzerinde durmamaya karar verdim. Bu
kez daha hızlı yürüyordum işte, diye sürdürdüm konuşmayı. Neden, diye
sordun. Meraklanmış gibiydin. Onlar gelmeden evde olabilmek için, cevabı
ile, yerimizi, aceleci adımlarla evinin sokağına dalmış; ikimizin de bana
benzetmekte zorlandığı o kadının görüntüsü aldı.
Soluğu tıkanmış gibi görünüyordu. Saçları hafif dağılmış, çantası
omzundan kaydı kayacak, yüzünde gecikmişlerin tanıdık endişesi,
yürüyordu. Saatine bakması ile kendisine doğru gelmekte olan komşusunu
görmesi aynı ana denk geldi. Aman, dedi. Bir başlarsa sohbete susmaz bu.
Sıkıldığımı da anlamaz. Görmezden gelinecek gibi değildi, birkaç adım
sonra karşı karşıya olacaklardı ve komşu kadın şimdiden tebessüm etmeye
başlamıştı. Eyvah, dedi.
Eyvah ya, diye söze daldın yine. Görüntüye girmemiz için doğru bir zaman
olmadığını söylemek üzere ağzımı açmıştım ki, o kadından hoşlanıyor musun
sahiden, sorunla diyeceklerimi yuttum. Bilmiyorum, dedim. Aklım, kendime
benzetmekte zorlandığım görüntümdeydi bir yandan da. Bazen hoşlanıyorum,
dedim. Bazen de hoşlanmıyorum. Çok konuşan birine benziyor, dedin.
Haklıydın. Başladı mı susmak bilmezdi. Ama kötü biri değildi. Kötü biri
değil, dedim. Yarenlik arıyor sadece. Herkes gibi, diye atıldın hoş
olmayan bir sırıtışla. O anda görüntü yeniden değişti.
Merhaba, dedi komşu gülümseyerek. Merhabayı gülümsemeksizin karşıladı,
ben olduğuna ikna olmakta zorlandığım kadın. Nereden böyle, diye sordu
komşu. Sorunun cevabı geride bıraktığı yoldaymış gibi, dönüp ardına baktı
beriki. Cevap orada değildi elbette. Döndü, aşağı inmiştim bir işim vardı
da, dediğini işittik. Komşunun yüzündeki gülümseyiş kaybolmuyordu. Hava,
dedi. Pek güzel. Havayı görecek halim yok şimdi, diyemezdi. Başını
salladı evet manasında. Komşu kadın durup bekledi, nereye gittiğinin
sorulmasını bekler bir hali var gibiydi. Karşısındakinin havayı görecek
halde olmadığı gibi, nereye gittiğiyle ilgilenecek durumda da olmadığını
anlamakta zorlanacak bir saflıkla bakıyordu. Benim, diye söze başladı
nihayet ben. Eve gitmem gerekiyor, servisten gelecekler de. Hayırdır,
diye sordu komşu kadın. Bozulan bir şey mi var? Başını salladı yine
beriki, sabırsızdı. Evet, dedi. Komşu kadının soruları bitecek gibi
değildi: ne bozuldu? Gerçi bir bozulmaya başlarsa bu makineler üst üste
gidiyorlar. Ne bozuldu, sorusuna takılıyor. İçinde büyüyen paniğin geç
kalmışlığıyla ilgili olduğunu söylüyor kendine. Komşudan kurtulmalı,
adamlar gelmek üzeredir.
Geçiştirmekte üstüne yoktur, kurtul artık şu kadından dedin bu sırada.
Başımı kaldırıp şaşkınlıkla baktım. Görüntünün ani değişimlerinden başım
dönüyordu. Evet,ama nasıl, diye sordum. Neyse’yi hatırla, diye kestirip
attın.
Neyse, benim eve girmem lazım diyor komşuya, değişen görüntüdeki sesim.
Adamlar gelmek üzeredir. Komşu anlayışla gülümsüyor. Vedalaşıyorlar. Ters
yönlere doğru, biri gülümseyişindeki rahatlığı andıran bir ağırlıkla,
diğeri içindeki paniğin nedeninin belli olmaya başlamasının
tedirginliğinin hızıyla ilerliyorlar.
Bu sıkıntı da neyin nesi, diye sordun. Henüz ben de bilmiyorum, dedim.
Seziyorum ama demeye gerek duymadım. Öyküyü takip et! İçeri gir artık,
diyen sesinde en çok seni şaşırtan bir sabırsızlık vardı.
Şimdi içeride. Kapıyı ardından kapatıp, ona yaslandığını, derin ve
düşünceli bir soluğu yavaşça dışarı verdiğini görüyoruz. Yeniden saate
bakıyor. Neredeyse gelirler, diye düşündüğü yüzünden belli. Hızlıca
mutfağa daldığını, kısa bir sürenin ardından banyoya yöneldiğini, oradan
da belirgin bir düş kırıklığı ifadesiyle çıktığını fark ediyoruz. Merak
yükseliyor.
Ne oluyor, diye sordun. Bilmiyorum, dedim. Sustuk.
Çalan kapının sesiyle irkiliyor. İkircikli bir duruşu var kapıyı açmaya
uzanışının hemen öncesinde. Kapının önünde iki adam. Biri gençten, diğeri
orta yaşlı. Geldikleri servisin adını söylüyorlar. Biraz daha bana
benzemeye başlamış olan kadın, hafifçe başını sallarken adamların
ceplerinden çıkardıkları galoşları ayakkabılarının üzerine giymeye
çalışışlarını izliyor. O esnada aklından geçenleri ikimiz de biliyoruz.
Eskiden terlik uzatırdık, diye düşünüyor. Evimize konuk kabul eder gibi
buyur ederdik insanları. Şimdi çoraplarının evimizin zeminine değmeyecek
oluşunun memnuniyetiyle bakıyoruz. Galoşlar giyiliyor, çekingen bakışlar
eşliğinde giriyorlar içeri. Makine, diye soruyor orta yaşlı olanı.
Güvensizliği belirgin bir işaretle mutfağı gösteriyor. Adamlar önde, ben
olduğunu artık kimsenin inkâr edemeyeceği kadın arkada, mutfağa
giriyorlar. Bir an duruyorlar orta yerinde. Sorulmadan bulaşık makinesini
işaret ediyor. Adamlar iş bilir bir tavırla yanaşıyorlar makineye. Kapak
açılıp kapanıyor, düğmelere basılıyor. Bu makine çalışıyor, diye haber
veriyor orta yaşlısı. Gözlerindeki soruyu henüz sormayacak bu belli.
Çaresiz bakıyor olmalıyım diye düşünüyor kadın. Kusura bakmayın, diyor.
Dalgınlıktan. Utangaç gülümsüyor. Buzdolabına yönlendiriyor adamları.
Ne yaptığını sanıyor bu, diyen sesinle görüntüden uzaklaştırdım
bakışlarımı. Yüzümde az önce izlediğimize benzer o utanmış bakış, başımı
salladım.
Buzdolabının da çalışır durumda olduğunun ortaya çıkmasıyla üçü birden
banyoya doğru ilerlerken genç olanın, orta yaşlıya attığı alaylı bakışı
fark ediyor. Çamaşır makinesi yüzümü kara çıkarmasa en azından, diye
düşündüğünü biz anlıyoruz, adamlar ise giderek meraklanıyorlar. Az sonra
çamaşır makinesinin de sapasağlam olduğu belli oluyor. Yanaklarına
yayılan kırmızılığın yüzü suyu hürmetine olmalı ki, orta yaşlı olan
yumuşakça soruyor: Kontrol etmemizi isteğiniz başka makine var mı?
Gönder şu adamları, diye kükredin. Elimden gelse bu hikâyeyi anlatmaya
başlamamış olmayı istediğimi pekâlâ biliyordun bir yandan da. Eğleniyor
muydun, yoksa kızgınlığın sahici miydi, çıkaramıyordum.
Adamları yolcu ederken sıraladığı özür sözcüklerinin, bizce bir anlamı
yok. Genç olanın güldü gülecek yüzü neyse de, orta yaşlı adamın
bakışlarındaki halden anlar ifade canını daha çok yakıyor gibi görünüyor.
Önce kapıyı kapatıyor, ardından elleriyle yüzünü.
Bilmiyor, dedin. Nasıl bilmez? Verecek cevabım olmadığını bilmez gibi
konuşmanın beni kızdıracağını umursamıyor oluşuna daha çok öfkelendim.
Nasıl bilmez, sorusu benim de zihnimde, ucu keskinleştirilmiş bir
kıymıktı. Bir şey bozulmuş olmalı, diyerek savunmaya geçmemin de anlamı
yoktu. Bozulan bir şey olmalıydı yine de. Elleri hala yüzündeyken
işittiğimiz sesle dikkatimiz yine ona dönüyor.
Ağlıyor, dedin. Olabilir, dedim. O anda benim de gözlerimin dolu dolu
olduğu düşünülecek olursa, uzak ihtimal değildi.
Ses yükseldikçe, ağlamayıp kıkırdamakta olduğunu fark ediyoruz. Kıkırdama
acımsı bir kahkahaya dönüşüyor sonrasında. Olduğu yere çökerek, sırtını
kapıya yasladığını ve gözlerinden boşanan yaşlara aldırmadan güldüğünü
görüyoruz.
Sinirleri bozulmuş, dedin. Sesinde onun gülüşüne eşlik edecek bir
hazırlık izi vardı. Zihninde de olabilir bozulma, diye derhal itiraz
ettim. Birbirimize söylemesek de, asıl tahminimiz aynı: Belki de
kalbidir. Bozulan…