Geniş bir göğün ortasındayım. Yanımda Matilda yok. Yorgan sıcak sıcak
sarıyor beni. Uyumaya çalışıyorum. Matilda’yı düşünüyorum.Vücut ısım
aniden yükselirken bulutlar yürüyüp ayın önünü kaplıyorlar. Pencerede
uzak bozkır kurtlarının siluetleri, büyük bir kar çölünün içinden yaşlı
adamlar edasıyla ağır aksak ilerliyorlar. Anlaşılan yalnızlığın buzul
çağından geçiyor insanlık.
Üstünde sarp bir yamaç yükselen yoksul bir köy görüyorum. Köyün incirlere
yakın yerinde etrafı zeytin ağaçları ve eski taşlarla kuşatılmış bir ev
duruyor. Evin bahçesinin, reze yerlerinden gıcırdayan bir kapısı var.
Bahçenin dış duvarını ören ve muhtemelen bir kilise yıkıntısından
aşırılmış taş bloklarının yüzeyleri yaşlanan zamanın solgun çehresini
andırıyorlar.
Adamın biri evden çıkıyor. Sağda, solda sıralanmış evler sonunda onu
yakalayıp eski anıların içine çekiyorlar. Zamanın atları gövdelerinden
yoğun buğular salarak önünde koşuyorlar. Sokaklar daraldıkça daralıyor.
Adam, bir loşluğu andıran eski bir zamanın girdabına yakalanıyor.
Duraksıyor birden. Derin bir soluk alıp adımlarını yeniden sıklaştırıyor.
Çünkü çarşının merkezi yerinde Ortodoks kilisesindeki vaftiz törenine
yetişmesi gerekiyor.
Yaşadığı sokağın biraz ilerisinde çocukluk aşkı Matilda yaşıyordu. Evin
bahçesine bakındı. O bahçede eskiden uzun süren baharlar yaşanmıştı.
Ortalıkta kimseyi göremeyince yürümeyi sürdürdü. "Erkenden kiliseye
gitmiş olmalılar" diye düşündü.
Hava hafiften bulutlanmıştı. Hiç gereği yokken koyu güneş gözlüklerini
takmıştı. Her yeri karanlık gösteriyorlardı. Yolda Matilda’ya rastlar da
ona,“bunca yıldır neredeydin?” diye sormasından korkmuştu.
Yirmi yaşlarına kadar yaşayıp büyüdüğü semti çarşıya bağlayan bu caddeyi
her zaman yürürdü. Çarşıya iniş zaten yokuş aşağı olduğundan kolaydı.
Kendi de hiçbir zaman yürümeye üşenen insanlardan olmamıştı zaten. Yol
üzerinde komşuları Kahveci Naim’e uğramayı severdi.
Kahveciye girdi. Naim ustayla ayaküstü laflaştılar. Sanki vaftiz
töreninin kime ait olduğunu bilemezmiş gibi davrandı.
- Doğrusu sizin bu törene katılmanızı beklemiyordum.
- Neden ki Naim Bey?
- Matilda hanım sizin çocukluk aşkınız değil mi? Şimdi onun çocuğunun
vaftiz törenine katılıyorsunuz.
Sustu. Naim usta siparişini hazırlarken aklı Affan mahallesindeki Katolik
kilisesinin bahçesindeki uğultuya gitti. Matilda’nın ona prensim diyerek
verdiği “Çokoprenslerin” doyulmaz lezzetini anımsadı.
- Durun size bir kahve yapayım. Sakızlı, minik lokumlarımdan da ikram
edeyim. Eminim çok beğeneceksiniz.
Hayatında öyle güzel lokum yememişti.
Yuva kurmak isteyen diğer kadınlar gibi Matilda da yeri yurdu, ülküleri
belli üst sınıftan birinde karar kılmıştı. İki senelik evlilikten sonra
eşini akciğer kanseri nedeniyle kaybetmişti.
Kendisi bu ülke senin o diyar benim göçebe biri gibi yaşamış, babasının
deyimiyle bir baltaya sap olamamıştı. Üniversitede kıçı kırık bir bölüm
kazanmıştı. Kardeşinin küçümseyici deyişiyle sözde “feylesof” olacaktı.
Annesi mahalledeki kadınlara, oğlum kaymakam olacak diyordu. Herkes de
ona inanıyor gibi davranıp,"öyle mi, maşallah maşallah" diye karşılık
veriyordu.
Annesi de aslında oğlunun olsa olsa bir öğretmen olacağının
bilincindeydi. Ama böyle diyerek, insanların uyruklarına, etnik
kökenlerine ve inançlarına göre ayrımcılığa uğramadığı bir ülkeye duyduğu
özlemi açığa vuruyordu. Mahallenin dedikoducu kadınları ne anlasınlardı
bu derin özlemden.
Naim ustanın yanında fazla oyalanmıştı.
- Usta bir kilo da şu sakızlı lokumlardan tartar mısın?
Dükkândan çıkınca bulutlar alçalıp koyulaşmıştı. Evden çıkarken yanına
şemsiyesini almamıştı. Güneş gözlükleri şemsiyeden daha önemliydi çünkü.
Geniş adımlarla tempolu bir biçimde yürümeye koyuldu. Kiliseye
yaklaşmıştı ki yağmur birden bastırdı. Kaldırımdan künefeci Semih’in
dükkanının saçağının altına koşana kadar epey ıslanmıştı. Semih usta onu
tanıdı.
- Orada ıslanırsınız, içeri gelin hocam.
- Peki, teşekkür ederim.
Yağmur biraz azalır gibi olunca vaftiz törenine yetişebilmek için gözünü
karartıp, koşmaya karar verdi.
Tam dışarı çıkıp, koşmaya başlamıştı ki yağmur yine şiddetlendi. Havada
sanki yağmurun kararsız devinimine gizlenen bir ileti vardı. Semih usta
oradan bir şemsiye uzattı.
- Buyurun yoksa sırılsıklam olacaksınız, kiliseye böyle gidemezsiniz.
Teşekkür edip şemsiyeyi aldı. Kiliseye girer girmez gözleri Matilda’yı
aradı. Pedere yardımcı olan gençlerden birinin gösterdiği sandalyeye
ıslak giysileri yüzünden oturmayıp ayakta bekledi.
Tören için ciddi görünümlü, temiz giyimli, kızlı erkekli gençler alayı,
ellerinde haçlar yürüyüşe geçtiler. Çanlar çalmaya başladığında
Matilda’yla göz göze geldi. Genç kadın onu görür görmez o anda vaftiz
annenin yanına yığıldı. Bu olay olağanüstü bir tepkiye yol açtı. Hemen
kolonya getirdiler. Kilisede bir homurdanma duyuldu. Tütsünün burcu burcu
kokusuyla birlikte kendisine doğru yükselip gelen bir homurdanmaydı bu.
Cemaat asıl suçluyu teşhis edercesine ona doğru baktı. Olayın geçtiği yer
olan Rum Ortodoks kilisesinde ilk defa böyle bir hadise yaşanıyordu.
Vaftiz teknesinin hemen dibinde çocuğu kucağında tutan vaftiz babası
çocuğu papaza verdi ve hızla ona doğru yürüdü.
- Beyefendi, sizi törene kim davet etti? Lütfen çıkar mısınız?
Her açıdan kusursuz davranışları nedeniyle ona yakınlık duyan pederin
ricası üzerine vaftiz babası çekiştirdiği kolunu bırakmak zorunda kaldı
ve yerine geri çekildi.
Cemaatin öfkeden deliye dönmesine neden olan şey Matilda’nın yıkıldığı
yerden, tüm ayıltma çabalarına rağmen, bir türlü ayağa kalkmamasıydı.
Emin adımlarla Matilda’ya doğru yürüdü. Genç kadının etrafındaki
kalabalık birazcık yana çekildi. Eğilip kulağına,“Aşkım bak ben geldim.
Olan biten her şey için çok üzgünüm,” diye fısıldadı.
Matilda gözlerini açtı.Yerinden doğrulmaya çalıştı. Kollarından tutarak
ayağa kalkmasına yardımcı oldu.
Göz göze geldiler. Gözleri nemlenmişti Matilda’nın. Aslında daha önce
yakınlaşmaya çalışmış ama düş gücünün kanatları onu nereye taşırsa
taşısın karşısında sürgüler ve yüksek duvarlar bulmuştu.
Şehre uğradığı her seferinde haçtaki adamın tasviri önünde diz çöküp
bitip tükenmez bir coşkuyla dua etmişti. Matilda’nın evlendiğini
duymasıyla durumunun ne denli umarsız olduğuna olan inancı da
kesinleşmişti.
Bir süre sonra Matilda’yla birlikte kilisenin avlusuna çıktılar. Avludaki
taşlar içlerinde sanki kadim bilge ruhlar barındırıyordu.Cemaat
arkalarından yürüdü. Amanos’lardan esen batı rüzgârı yaşama dönüşlerini
yelpazeleyip bu kavuşmaya tanıklık ediyordu.
Deminki tatsız olay, hayattan hâlâ zevk aldığını hissettirdiği için bir
minnet duygusu da uyandırmıştı. İkisi birden sevinç gözyaşlarına
boğuldular.
- Matilda benimle evlen, eşim ol!
Kadın sustu. An, dudak kıvrımına buruk bir gülümseme yerleştirmişti.
Öpmesi için çocuğu ona verdi. Çocuğun vaftiz adını Raul koydular.
Baba olmanın tanımlanamaz sevinciyle çocuk ağlamayı kesene dek onu sevip
okşadı. Bu sırada ancak bir ozanın düşleyebileceği güzellikte, hoş
kokular saçan, gümüş pırıltılı, sakin ve ılık bir gece bastırdı. Kentin
tüm kapılarından sel gibi akan insanların arasına karıştılar.
Geçtikleri yollarda evlerin çatıları açılıp pencerelerin perdeleri
aralandı. Kentin dindar Hristiyan kızları aşka sunulacak olan bu
gösteriyi kardeş kardeş izleyebilmek için Alevi, Sünni, Musevi kız
arkadaşlarını balkonlarına davet ettiler.
Bu coşkulu yürüyüşün ardından birkaç gün geçti. Peder nikahın kıyılması
için onları yeniden kiliseye çağırdı. Kiliseye vardıklarında org onları
olağanüstü bir müzikle karşıladı.
İçeride büyük bir izdiham vardı. Kalabalık, kilisenin kapısından avluya
taşmıştı. Avludaki sütunların dibinde iki kedi uyukluyordu. İçerideki
küçük çocuklar, ellerinde boylarından da uzun dev haçlar, beklenti dolu
gözlerle çevreye bakınıyorlardı. Bütün kandiller ışıl ışıldı. Kocaman çan
çökmekte olan alacakaranlıkta çevresine gizemli gölgeler dağıtıyordu.
Daha arkada vitray penceredeki çarmıhta İsa ikonu, üzerine vuran
akşamüstü güneşi gibi alev alevdi.
Yaşadığı mutluluğun, yeryüzünde gezinen kıskanç tanrılar yüzünden, bir
kefareti olacağını düşündü. Bu mutluluğun martın narin güneşinde çabucak
kuruyup buharlaşmasından korkuyordu.
Org sustuğu için kiliseyi ansızın derin bir sessizlik kapladı. O güne dek
hiçbir kentten, bu kiliseden olduğu kadar, tanrıya güçlü bir umut alevi
yükselmemişti.
Hayatın geri kalan kısmında hiçbir yürek Raul ve Matilda’nın yürekleri
kadar ona sıcak duygular beslememişti.