ANLATI

Semih Özcan  





 

DÜNYAGÖRÜŞÜME MEKTUPLAR - 6

         - YİRMİ BİRİNCİ YÜZYILA YENİ BİR DÜNYADA GİRECEĞİZ -


Feminizm ilk kez 1. Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere’de ortaya çıkıyor. Feodalizmden kapitalizme geçilmiştir ama feodal kültürden ve yaşamdan gelen kadının dışlanmışlığı sürmektedir. Endüstri Devrimi’nin başlangıç evreleri İngiltere’sinde zaten çalışan işçiler üzerinde sömürü ileri boyutlardayken, kadınlar üzerinde çok daha katmerlidir. Nerdeyse tam bir günü kapsayan çalışma süreleri ve düşük ücretlere dayanan bu dönem kadınların aldığı ücret çok daha düşüktür. Bu anlamda ilk feminist hareketler daha çok kadın hakları görüntüsüyle sınırlanmakta ve bu haklar da geneldeki sömürü nedeniyle sosyalist mücadeleyle atbaşı gitmektedir. Kadın hakları savunulsa da, kadınlar ancak sosyalizm geldiğinde eşitliğe kavuşacaktır, anlayışı egemendir. Ve bu dönemde kadınlar dünyanın çeşitli bölgelerinde seçme ve seçilme hakkı ve eğitim konularında önemli haklar elde ederler.

Ancak 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yaşanan faşist Nazi Almanya'sında toplum üzerinde genel baskının ötesinde kadınlar üzerinde ayrımcı ve onları tümüyle dışlayan ayrıca bir yapı oluşur. Örneğin evli kadınlar üzerinde ‘3 K’ sloganıyla onları tümüyle toplum yaşamının dışına iten bir proje uygulanmaya başlar. Üç K; kind, küche, kirche..yani; çocuk, mutfak, kilise. Bu proje kapsamında kamu işyerlerinde çalışan kadınlar işten çıkarılır. Artık evli kadınların toplumdaki konumu; çocuk bakmak, yemek yapmak ve ibadet etmektir. Evli kadınlar böyle de bekar kadınlar ve kız çocuklar farklı mı? Hayır, onlara da ‘evli kadın’ olmanın dışında yaşam şansı tanınmaz ve karma okullara gitmeleri yasaklanarak sadece evliliğe hazırlık niteliğindeki,iyi bir ev kadını yapmayı amaçlayan okullara gitmeleri sağlanır. Diğer faşist yönetimlerde de durum farklı değildir. Örneğin Franco İspanya’sında seçme-seçilme hakkı, kürtaj hakkı gibi kadınlara tanınan tüm haklar iptal edilir.

2. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte kadınların hak mücadeleleri ve feminist hareketler daha bir ivme kazanır. Üstelik sadece sosyalizmin yedeğinde değil, başlıbaşına kendi varlıklarını ortaya koyan radikal feminist anlayış ve eylemler yükselişe geçer. Çünkü 2. Dünya Savaşı’yla sonuçlanan süreçte kadınlar üzerinde özel bir baskı, özel bir ayrımcılık belirgin bir biçimde öne çıkmıştır.

Toplumların yaşadığı her bunalım ve kaos ortamları, izdüşümünde o yaşanılan ortamın yansıması niteliğinde çeşitli düşün ve kültür akımlarını yaratır. Her bunalım gerek yaşam anlayışında gerek felsefede gerekse sanatta karşılığını mutlak bulur. Bu dünyada da böyledir, bizde de böyledir. Hoş, bizde karşılığını biraz geç bulur ama mutlak bulur. Örneğin Fransız Devrimi ve onu izleyen anti-emperyalist karakterli halk ayaklanmaları sonunda milliyetçi temalı düşünceler gelişmiş; sanatta da eskinin romantik, natürel ve izlenimci akımlarının yerini gerçekçiliğe bırakmıştır. Ancak 1. Dünya Savaşı öncesinde yaşanan büyük bunalım ve bunun sonucu patlak veren büyük göç dalgası umutlarda önemli kırılmalar yaratmıştır ve sürrealizm ve sanatta soyut dışavurumculuk öne çıkmıştır. Hatta toplumsal yapıya neredeyse küsen, tümüyle bireyin iç dünyasına gömüldüğü Dadacılık da yine bu dönemlerde ortaya çıkmıştır.

2.Dünya Savaşı’yla sonuçlanan faşist dönemlerin ardında özellikle sanatta birey biraz daha öne çıkmış ve sorgulayan bireye dönüşmüştür. Resimde her türlü kalıpları yıkarak farklı bakış açıları ve yaşanılan dönemin sorgulamasını getiren Kübizm, özellikle Picasso aracılığıyla faşizmi ve diktacı anlayışları mercek altına almıştır. Soyut resim bu dönemde ileri aşamalara vardırılmış ve yeni arayışlara kapı aralamıştır. Sinemada Yeni Dalga, edebiyatta Yeni Roman bu akımların en belirgin olanıdır. Ve 20 yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Pop Art’la kapitalizmin sanatı meta olarak gören anlayışı yine onun argümanlarını kullanarak deşifre edilmiştir.

20 yüzyılın son çeyreğinden günümüze dek dünyamız gerek doğal gerekse toplumsal yaşamda çok büyük kırılmalar ve kaos ortamı yaşıyor. Bunun düşünce ve sanat-kültür dünyasına hatta ideolojilere yansıması olmaması beklenemez.

Önce iklimlerde müthiş bir değişim yaşadık/yaşıyoruz. Ozon tabakasından başlayıp buzulların erimesine dek geçen süreçte dünya hızla sona doğru yaklaşıyor. İklimler altüst oluyor, doğal çevre ortadan kalkıyor, bir de buna yine insan eliyle yaratılan betonlaşmayı da eklediğinizde klasik ideolojilerin önleyemediği sonuçlara varıyoruz. Doğanın dengesi öylesine bozuldu ki son dönemlerde bizde ve dünya genelinde hızlanan depremlerde çok büyük olasılıkla bunun payı var. Çünkü dünyanın eğiminin de saptığı açıklamaları geliyor bilim otoritelerince.

Dünyanın ilk oluşumunda, arkeolojik buluntulara baktığımızda tek bir anaküre olduğunu görürüz, Afrika. Binlerce, belki de milyonlarca süren evrim sonucunda bu ana kıta kırılarak diğer kıtalar ortaya çıkıyor. Hemen tüm uygarlıklarda Afrika uygarlığının izlerinin görülmesi bunun en belirgin kanıtı. Şu an dünya ikinci evreye girmiş durumda. Yani parçalanan kıtalar, kara parçaları yeraltında yeniden birleşmeye, biraraya gelmeye başlıyor. Ancak, dünyanın yörüngesini öylesine bozduk ki bu birleşme süreci hızlandı. Yeraltındaki bu birleşme yerüstü tabakalarını da sıkıştırıyor. Son dönemlerdeki depremlerin artışının nedeni bu.

Buzulların erimesi ayrı bir dert. Çok da uzak olmayan bir gelecekte Avrupa’nın birçok kenti hatta ülkesinin sular altında kalacağı hesaplanıyor. Daha da kötüsü, doğada çeşitli mikroplar, bakteriler buzul ortamda donar ancak ölmezler. Buzul ortamdan çıktıktan sonra da varlıklarını kaldıkları yerden sürdürürler. Bilim dünyasını bir süredir korkutan bu erime sonucu dünyada çeşitli yeni hastalık ve salgınların görülme olasılığıydı ki bu nedenle mi bilinmez ama dünyamızın yaşadığı/yaşayacağı en kötü salgın hastalıkla yüzyüzeyiz şu anda.

Corona salgınıyla ilgili çeşitli varsayımlar var. Bunun bir biyolojik silah olduğunu öne sürenler de var, biyolojik silah olmayabilir ama yine laboratuvar ortamında yapılan bir çalışma sonucu yanlışlıkla dışarı kaçan bir virüs olduğunu savlayanlar da. Dediğim gibi iklim dengesindeki bozulma da bu hastalığı ortaya çıkarmış olabilir. Ama neden ne olursa olsun şu an için önümüzdeki acil görev bu belayı atlatabilmek. Ancak bu hiç de kolay olacağa benzemiyor. Görünen o ki dünyada tahminlerin çok ötesinde insan ölecek. İlk zamanlar yaz sıcağında yaşayamaz, bu nisan başında kurtuluruz diyenler şimdi önümüzdeki yılın nisan ayını dillendirmeye başladılar. Üstelik, ilacı bulunmadığı sürece yine dert. Çünkü 2021 Nisanında belki görece olarak ölümlerde bir azalma hatta durma yaşansa bile kısa bir süre sonra çok daha güçlenmiş, mutasyona uğramış olarak geri dönebilir.

Merkel’e bakarsanız dünyanın yüzde yetmişi bu hastalığa yakalanacak. İngiltere sağlık uzmanları ise İngiltere’nin yüzde sekseninin bu hastalığa yakalanacağı kehanetinde bulunuyorlar ve bu süreçte 55 bin İngilizin öleceği öngörülüyor. Bu arada laboratuvarlarda yaratılan bir hastalık olduğunu, ilaç ve aşının da hazır olduğunu ama ilaç tekellerinin fiyatlarını yükseltmek yani talebi arttırmak için daha bir süre ölümlerin izleneceğini söyleyenler de var.

Neden ne olursa olsun, ola ki bu beladan dünya kurtulabilirse ya da geride kalanlarda, yepyeni bir sorgulayıcı düşünsel, sanatsal hatta ideolojik anlayışların çıkacağı kesin. Bu noktada kapitalizm ortadan kalkmasa da, çok büyük kabuk değiştireceği kesin. Çünkü başka türlü varlığını sürdüremez. Aynı durum kanımca karşıtında sosyalizm için de geçerli. Sosyalist anlayış, ayakta kalabilmek için kendini büyük oranda açmak zorunda hissedecek. İşte bu noktada bireyin öneminin artmasını bekliyorum. İnisiyatif sahibi, etken bireyin merkezde olduğu bir anlayış oluşacak. Ve devletler sadece sembolik kalacak. Zaten kapitalist dünyada son zamanlarda hatta son zamanlarda da değil uzunca bir süre tümüyle şirketler eliyle yürütülüyor işler. Devlet ve millet kavramları sadece ayakta kalabilmek için halk kesimine dayatılan bir seçenek durumunda. İşte şimdi halk ve toplum katmanları da birey olarak varlıklarını koyacaklar, örneğin millet ve milliyetçilik kavramları belki de tümden ortadan kalkacak. Çok büyük olasılıkla çaresizlik içinde kaldıkları için, bu salgın dinlerin de sonu olacak. Çünkü ortada bireyin varlığına kast eden bir durum var ve birey bunu engellemek, varlığını sürdürmek durumunda. Son yıllarda sivil toplum örgütlerinin ön plana çıkması da bunun ayrı bir göstergesi. Aynı durum sol kesimde de yaşanacak. Orada da devletçi sol anlayışa veda edilmesi çok büyük olasılık. Çünkü siz istediğiniz kadar olumlu görüşler savunun, devlet olarak kaldığınız sürece kapitalizmin argümanlarına dayanmak hatta onu güçlendirmek zorundasınız. İstediğiniz kadar savaş karşıtı olduğunuzu öne sürün, eğer devletseniz, diğer devletler karşısında silahlanma yarışını, nükleer dahil, sürdürmek zorundasınız. Eğer devletseniz; ekonomik açıdan da diğer devletlerin gerisine düşmemek için doğal dengeleri falan düşünmeden sanayi üretimini geliştirmek ve büyütmek zorundasınız. Kaldı ki tepeden tırnağa toplumda örgütlenmiş bir devletin nasıl olup da kendi kendini feshedeceği de başlıbaşına bir tartışma konusu.

Geçen mektubumda dijital dünyanın bir endüstriyel devrim olduğunu yazmıştım. Bu kaos ortamı atlatılırsa bu dönemin sorgulama aşamasında bir büyük kültürel devrime de hazır olalım. Dediğim gibi bu, etkin, kendi başına karar verebilen ve eylem yapabilen, inisiyatif sahibi bireyin devrimi olacak. Birey bu devrimi ya yapacak ya yok olacak.

21. yüzyıla yeni bir dünyada gireceğiz, tabii ölmez de sağ kalabilirsek..



dizin    üst    geri    ileri     




 50 

 süje