" birbirlerini yumuşatmasını biliyor taşlar" 




ALACAKARANLIKTA

Yine ikimiz, koyuyoruz ellerimizi ateşe,
sen nice zamandır yıllanmış gecenin şarabı aşkına,
ben ise sabahın hiç sıkılmamış pınarı uğruna.
Körük, güvendiğimiz ustasını beklemekte.

Keder yaydığında sıcaklığını, geliyor cam ustası.
Gidişi ortalık ışımadan, gelişi çağırmadın sen, hem de
yaşlı, aklaşmış kaşlarımızın alacakaranlığı kadar.

Yine kurşun dökmekte göz yaşlarının kazanında,
sana bir kadeh için - kutlamaktır önemli olan yitirilmişi-
bana da isli cam kırıklarım için - ateşe saçılmakta.
Ve sana kadeh kaldırıyorum, gölgeleri çınlatarak.

Anlaşılır şimdi kimin çekindiği,
ve kimin sözünü unuttuğu. Sense
ne bilirsin, ne de istersin tanımayı,
kenardan içersin, serindir diye
ve ayık kalırsın, tıpkı eskisi gibi,
üstelik belli ki, kaşların hala çıkmakta!

Bana gelince, bilincindeyim yaşadığım
aşk ânının, cam kırıklarım saçılıp ateşe,
yine o eski kurşuna dönüşürken. Duran
benim merminin ardında, hayal gibi,
yalnızca tek gözü açık, hedefinden emin,
ve sıkıyorum onu, sabahın ortasına.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


SÜRGÜN

Bir ölüyüm ben, dolaşıp duran
artık hiçbir yerde kaydım yok
bilinmiyorum mülki amirin görev yerinde
sayı fazlasıyım altın kentlerde
ve yeşeren taşra yörelerinde.

Vazgeçilmişim çoktan
ve hiçbir şeyle anımsanmamışım.

Yalnızca rüzgârla ve zamanla ve sesle

ben insanlar arasında yaşayamayan

Ben Almanca diliyle
çevremde kendime mesken
edindiğim bu bulutla
bütün dillerde sürüklenmekteyim.

Nasıl da kararıyor bulut
yağmurun tonları da koyulaşmakta
çok azı yağıyor

O zaman bulut ölüyü daha aydınlık bölgelere taşıyor.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


RONDO

Rondo- sevgi bazen yok olur
sönüşünde gözlerin,
ve sönmüş gözlerine
bakarız sevginin.

Dokunur kirpiklerimize duman,
kraterden yükselen soğuk;
sadece bir defa tuttu
nefesini, korkunç boşluk.

Ölü gözleri
gördük ve unutmadık asla.
Sevgidir en uzun süren
ve tanımaz bizi bir daha.


Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


DAR ZAMAN

Daha katı günler yolda, yakın.
Dönekliğe ayarlanmış zamanlar
görünür gitgide çevren çizgisinde,
çekip bağlarsın yakında ayakkabılarını,
köpekleri avlulara geri kovalarsın.
Balıkların içi
çoktan buza kesmiştir çünkü yelde.
Yoksulca yanar ışığı kandillerin.
Sisi tarar bakışların:
Dönekliğe ayarlanmış zamanlar
görünür gitgide çevren çizgisinde.

Ötede sevdiğin kuma batıyor,
çıkıyor kum dalgalanan saçlarına,
doluyor sesine, düşüyor ortasına dediğinin,
sevdiğine susmasını buyuruyor;
öylesine ölümlüyken yakalamış da kızı,
öyle bir istekliyken bastırmış ki, ayrılığa,
kum, işte her kucaklaşmanın ertesinden.

Bakınma hiç çevrene.
Çek ayakkabılarını, bağla haydi.
Köpekleri geri kovala.
Balıkları denize at.
Söndür kandilleri!

Daha katı günler yolda, yakın.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


ERTELENMİŞ ZAMAN

Daha çetin günler gelmekte.
Bir zaman ki, geri çağrılmak üzere
ertelenmiş, görünüyor şimdi ufukta.
Bağlamalısın artık neredeyse pabuçlarını,
köpekleri de kovmalısın toplanma yerlerine.
Çünkü balıkların bağırsakları
buz kesmiş rüzgâr altında.
Yoksul bir ışık vermekte kandiller.
Bakışların bir hayalet olmuş sisler denizinde:
bir zaman ki, geri çağrılmak üzere
ertelenmiş, görünüyor şimdi ufukta.

Ötelerde sevgilin, gömülmekte yavaş yavaş,
dalgalanan saçlarına kadar yükselmiş kum,
sözünü kesiyor konuştuğunda,
susması için emir vererek,
ölümlüdür nasılsa sevgilin kumlara göre
ve ayrılışlara da gönüllü,
her kucaklaşmanın ardından.

Bakma etrafına.
Bağla pabuçlarını.
Geri kovala köpekleri.
Dök balıkları denize.
Söndür kandilleri!

Daha çetin günler gelmekte.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


KARDEŞLİK

Her şey yaralamaktır aslında,
ve rastlanmamıştır birbirini bağışlayana,
senin gibi incinmiş ve inciterek,
kulaç attım hep sana.

Arı olana, yani başka her temasla
çoğalan ruhsal temasa gelince,
yaşlanarak ediniriz o deneyimi ancak,
en soğuk suskunluğa gömüldüğümüzde.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


ANLAT BANA AŞK

Şapkan çıkıyor hafifçe, selam verip havada dolanıyor,
çıplak başın sanki bulutlara doğrulmuş,
yüreğin ise çok başka yerlerde,
ağzın yeni diller ekliyor bildiklerine,
çayır güzelleri artmakta her yanda,
yıldız çiçeklerini solumakta yaz mevsimi,
tanelerle körleşmiş olarak kaldırıyorsun yüzünü,
gülüyorsun, ağlıyorsun ve kendin gidiyorsun yıkıma,
daha nelerle karşılaşacaksın –

Anlat bana, aşk!

Tavus kuşu ağırbaşlı bir şaşkınlıkla açıyor yelpazesini,
güvercin, tüylerle örülü yakasını kaldırıyor,
guruldamalarla dolan hava, esnedikçe esniyor,
ördek bağırıyor, bütün ülke tadıyor yaban balından,
ve özenle düzenlenmiş olan parkta bile
her tarhın etrafında altın toz yığınları toplanmış.

Kızıllaşan balık, sürüyü geride bırakıp
mağaradan geçiyor ve mercan tarlalarına koşuyor.
Kumların gümüş fırtınasında dans ediyor akrep.
Böcek, en güzelin kokusunu ta uzaklardan alıyor;
yalnızca duyuları olsaydı bende, algılayabilirdim
zırhının altından kanatların parladığını,
ve yola koyulurdum, uzaklardaki böğürtlenler için!

Anlat bana, aşk!

Konuşmasını biliyor sular,
dalga, dalganın elinden tutuyor,
bağda tombullaşan üzüm tanesi, düşüyor.
Öylesine iyimser ki salyangoz, evinden çıkarken!

Birbirlerini yumuşatmasını biliyor taşlar!

Anlat bana, aşk, benim kendime anlatamadığımı:
biçilen bu kısa ve korkunç zaman boyunca,
yalnız düşüncelerle yetinmek, buna karşılık
hoş bir şeyler yapmamak ve tatmamak mı yazgım?
Düşünmek zorunda mı insan? Algılanmaz mı yokluğu?

Diyorsun ki: bir başkasıdır ona güvenen…
Anlatma hiçbir şey. Görüyorum semenderi
her ateşin içinden geçerken.
Ne korkuyla kaçmakta, ne de acı çekiyor.

Salıncak yedi tepeyi kaçırdığında
yukarılara, kendisi de kaymakta
bizim ağırlığımızla ve kucaklayışlarımızla
karanlık sulara,

dalmakta nehrin çamuruna, ta ki kucağımızda
toplanana kadar balıklar.
Sıra bize geldiğinde ise,
uzaklaşıyoruz.

Tepeler batıyor,
biz yükseliyoruz ve bölüşüyoruz
her balığı geceyle.

Kimse atlamıyor dışarıya.
O kadar kesin, yalnızca aşkın
ve insanların birbirlerini yücelttikleri.

Çeviren: Ahmet Cemal (*)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


KARANLIK ŞEYLER SÖYLÜYORUM

Orpheus gibi ölümü çalışıyorum
hayatın tellerinde
yeryüzünün güzelliğine karşı
ve göğü yöneten gözlerine
yalnızca karanlık şeylerdir söyleyebildiğim.

Unutma, o sabah
henüz ıslakken çiğden yattığın yer
ve karanfil uyurken yüreğinin üstünde
sen de birdenbire görmüştün
kara ırmağı
yanı başında akıp giden.

Suskunun telleri gerilmiş
kan dalgaları üstüne,
inleyen yüreğini kavradım ben;
gecenin gölge saçlarına
dönüştü saçların,
karanlığın kara kar taneleri
yağdılar yüzüne
Ve ben senin değilim
yakınmadayız ikimiz de.

Fakat Orpheus gibi biliyorum
ölümün yanında hayatı
senin her vakit için kapalı gözlerin
bende bakıyor mavi mavi.

Çeviren: Kundeyt Şurdum (**)

 

 ͠    ͠    ͠    ͠


DÜŞ YÜREK

Düş yürek zaman ağacından, düşün yapraklar
bir vakitler güneşin kucakladığı
donmuş dallardan
düşün apaçık gözlerden dökülen yaşlar gibi.

Gün boyu uçuşsa da saçlar rüzgârda
yanık alnında yer tanrısının
bastırır yumruk gömleğin altında

Bulutlar ince sırtlarını sana
bir kez daha iğseler de yumuşama;
önemseme Hymettos senin için
bir kez daha doldursa da petekleri.

Azdır çünkü çiftçiye kurakta tek bir sap,
azdır bir yaz bizim yüce soyumuz için.

Ya nedir yüreğinin kanıtladığı?
Dün ile yarın arasında sallanır durur
sessiz ve yaban;
vuruşları
vuruşları
düşüşüdür zamandan.

Çeviren: Kundeyt Şurdum (**)






Ingeborg Bachmann

25 Haziran 1926 yılında Avusturya’nın Klagenfurt kentinde doğdu. 1945-1950 yılları arasında Innsbruck, Graz ve Viyana Üniversitelerinde felsefe, psikoloji ve Alman filolojisi okudu. İlk şiirleri 1948-49 yıllarında yayımlandı. 1959-60 yıllarında Frankfurt Üniversitesi’nde şiir üzerine dersler verdi. Aralarında Fransa, İngiltere, İtalya ve ABD’nin de bulunduğu pek çok ülkeye yolculuk etti. Paul Celan'la tutkulu bir ilişkisi vardı ve bu ilişki daha çok mektuplaşma yoluyla yaşandı. Bu mektuplar ölümlerinden sonra bir araya getirilerek kitaplaştırıldı.

Bachmann, 1965’ten itibaren Roma’da yaşamaya başladı. 1973’te çıktığı Polonya yolculuğunda Auschwitz ve Birkenau toplama kamplarını gördü.

Daha sonraları, İsviçreli yazar ve mimar olan Max Frisch ile yaşadığı çalkantılı ilişki sonucunda bunalıma girdi. Bu bunalım dönemimde de uyku hapı kullandı. Roma’da yalnız yaşadığı evinde aşırı miktarda aldığı uyku hapının etkisiyle sigarasını söndürmeyi unuttu ve sigaranın yol açtığı yangında evi yandı. Kendisi ağır yaralı olarak kurtarıldı ve yaklaşık bir aylık yoğun tedavi gördü ama 17 Ekim 1973 tarihinde tüm çabalara karşın yaşamını yitirdi. Yazdığı bir şiirde şöyle sesleniyordu Bachmann: "Ben ise yalnız başıma yatmaktayım yaralarımla, buzdan dikenlerin içinde…".


Şiirleri ve Hayatı Hakkında Kaynakça

(*)   Ingeborg Bachmann Toplu Şiirler / Çeviren : Ahmet Cemal / Yapı Kredi Yayınları, 2004
(**)  Dünya Şiir Antolojisi - 1 / Hazırlayanlar: A. Behramoğlu - Ö. İnce / Pozitif Yayınları, Mart 2013


Bilgilendirme : 'Nitelik Kuşağı' sayfasındaki alıntılar, tanıtım amaçlı ve kaynak gösterilerek kullanılmış olup, ürünlerin tüm kullanım hakları © yasal temsilcilerine aittir.



içindekiler    üst    geri    ileri   




 53