"Evin içindeki
hazırlık bütün hararetiyle devam ediyordu. Rezzan bir yandan Kumru’ya
sürekli emirler veriyor, bir yandan da oflayıp pufluyordu. Âdetiydi.
Rezzan her şeyi oflayarak yapardı. Oflanmayacak yerde ve zamanda bile
oflardı. Onun da tiki buydu. Herkes buna alışkındı. En resmi yerlerde
bile 'Offf, şekerim sorma!' diye lafa başlardı. Bu girizgâhın dikkatin
üstünde yoğunlaşmasını sağladığı söylenebilirdi. Hatta kimileri onun
gibi konuşmaya kalkışırdı. Ama kimse onun gibi içtenlikli ve sahici
kılamazdı o 'off'ları. Eski arkadaşlarının arasında bazen 'off'ları, 'üff' nidasına dönerdi. Belki de Yahudiliğinden artakalan tek şeydi o
'üff”ler.
Yasemin az önce kulak misafiri olduğu komşuların konuşmalarının da
etkisiyle, 'üff'leri de yanına alarak gerilere, bir hayli geçmişe,
çocukluğuna gitti.
Rezzan bir gün şehir dışında, denizi tepeden gören, ağaçlar ve
çiçeklerle bezeli büyük bahçeli, otele benzeyen bir yere götürmüştü onu.
Bildiği otellerden bir farkı etrafta gördüğü kişilerdi; hepsi yaşlıydı.
Diğer fark ise daha önceden hiç bilmediği bir kokunun bastırılmış
varlığının lobiye girdikleri anda burnuna çarpmasıydı. Ne kullanılan
temizlik malzemelerinin ne de belirli aralıklarla havaya püsküren güçlü
sentetik parfümün bastırabildiği bir kokuydu bu. Hafif ekşi, bayat ve
çürümüşlüğü çağrıştırıyordu. Unutulmaya asla izin vermeyen ve koku
arşivine mıhlanacak bu koku, kokladıklarıyla olmasa da gördükleriyle,
bazen bulunduğu yerden çıkıp Yasemin’i ziyaret edecekti hayatı boyunca.
Rezzan açıklamıştı, sıradanmış gibi.
'Benim annem burada yaşıyor.'
Yasemin başını sallamıştı. Asansörle üçüncü kata çıkıp koridorda biraz
yürüdükten sonra pencere kenarında oturmuş üzgün yüzlü, beyaz saçlı bir
kadının odasına girmişlerdi. Lobide burnuna sinsice sızan o kokunun
odada bulunmadığına sevindi Yasemin. Üstelik babaannesinin evinden
tanıdığı yeşil renkli sabunlardan kokuyordu. Özellikle banyoda
havluların arasında, çekmecelerin içinde ve açık raflarda kalıp kalıp
bulunanlardan. Yemyeşil. Zümrüt gibi. Yalama arzusu yaratması da cabası.
Yatak odası da benzer kokardı babaannesinin. Hafif bir lavanta kokusuyla
zenginleşmiş olarak. Kıyafetlerinin arasında sabun, iç çamaşırlarının
arasında küçük keseler içinde kurutulmuş lavanta bulundururdu. Her biri
bir tencere büyüklüğünde görünen sutyen kaplarının arasındaki o minik
dantel keseler, nedense ona mantıyı hatırlatırdı. Huzur, sevgi ve
temizliği çağıran kokular ile sevdiği yemeğin lezzeti babaannesinin
evinde bir araya gelir, evin duygu tasvirini tamamlardı. Rezzan’ın
annesinin odasına girdiği anda ilk hatırladıkları işte bunlar olmuştu.
Bu nedenle, ona çok yaşlıymış gibi görünen kadının suratsızlığına ve
Rezzan’a göstereceği soğukluk ve düşmanlığa rağmen ondan nefret
edememişti.
Rezzan kadına yaklaşmış ve Yasemin’in bilmediği bir dilde konuşmaya
başlamıştı.
'Mama komostas?' *
Yaşlı kadın başını bir anlığına onlara doğru çevirmiş, Rezzan’a
cisimleşen bir nefretle bakmıştı. Sonra onu tanımamış gibi sırtını dönüp
dışarıyı seyre koyulmuştu."
________________
* Anne nasılsın? |