ÖYKÜ

Handan Altın  







DÜRSEDEF


- Kahve içer misin?

- He valla iyi olur.

- Türk kahvesi mi, filtre mi?

- Hangisi olsa olur, fark etmez.

- Asıl istediğin neyse onu söyle canım.

- Ona baksan o kadar çok istediğim vardı ki bu hayatta, hangisini söylesem ki...

- Peki, önce hangi kahve, onu söyle. İstersen sonra da hayattan neler istediğini konuşuruz. Dürsedef, neden sustun?

- O zaman filtre olsun abla, ama biraz süt kat tamam mı? Mideme dokunmasın.

- Olur canım. Kendim için yaptığım filtreli kahve zaten çok olmuş. Hiç de tutturamam. Hadi o zaman, bırak cam silmeyi de kahve soğumasın bari.

- Sağ ol ablam. Açık havadayız ya bir sigara da yaksam olur mu?

- Eh Dürsedef, yapmışken tam yap keyfini. Anladığım kadarıyla şu mereti çok içmiyorsun.

- Eskisi gibi değil, azalttım ablam.

- Benim gibi tamamen bıraksan ne güzel olur. İnan ki insan dünyaya yeniden gelmiş gibi oluyor. Ah bir de gençlerin elinde görünce ne çok üzülüyorum bir bilsen.

- Haklısın abla, yerden göğe kadar haklısın. Çaresizlik işte. Menim kızım Alsu da hiç hazzetmedi sigarayı. Oğlan içiyor ama. Men de Alsu’ya hamileyken içmedim. Zaten yaşım ufaktı. Evde ekmek olmazsa da, kaynana, kayınpeder, koca herkes sigara içerdi. O vakit menim de midem bulanırdı onlar yanımda içince. Kız iki yaşındaydı anama geri gittiğimde. İşte o vakit başladım mende, yaş on sekiz.

- O yaşa kadar içmemişsin keşke hiç başlamasaydın.

- Ah abla ah, keyfimden mi içtim sanki kocam olacak herif o zaman iyice kudurmuştu. İkinci çocuğu istermiş, hem de oğlan olacakmış! Kız daha ufak, hem durumlar ortada; evde beş nüfus. ikinci uşağın günahına niye girelim, ona nasıl bakarız dediğimde de, kızı anana ver baksın demişti

- Vayy o nasıl iş öyle, kız evladını yok saymak!

- Kızı gözü gördüğü yoktu ki o nasıl olsa ele gidecek gözüyle bakıyordu. Oğlu deli soyunu sürdürecekti ya!

- Sizin orada erkekler hep aynı kafada mı?

- Yok abla yok, bu şuursuz bir herifti. O vakitler bizim orada ortalık çok karışıktı. İş güç yok, kimin ne yaptığı belli değildi. Televizyonlardan görüp duymuşsunuzdur. Herkes bir yana dağılmıştı.

- Biliyorum, biliyorum canım, az şey yaşamadı insanlar, koca Sovyetler Birliği dağılırken. Senin ilk gençliğin o zamanlara denk gelmiş baksana. Zor bir geçiş dönemiydi yaşayan daha iyi bilir tabi ne yaşadığını.

- Doğru söylersen ablam. Hem de nasıl yaşadık, dünyanın rezilliğini. Bir anda neye uğradık anlamadık. Karışıklık olmadan önce, herkesin evi, işi, aşı vardı. Çocukları devlet okutur, işlerini de devlet verirdi.

- Biliyorum canım birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için diye yola çıkılan bir düzen anlayışıydı. Ama her ilkin kendine göre zorlukları da eksikleri de vardır mutlaka.

- Babam men on yaşlarındayken kazada ölmüştü. Tam da herkesin işini aşını kaybettiği o yıl. Hani suyu kesilen balıklar var ya işte öyle kalmıştık orta yerde.

- Çok üzücü bir durum kolay değil dönen çarkların birden durması.

- Hem de nasıl durdu. O vakit okuldan sonra anama yardıma giderdim tarlalara, bahçelere. O da ne iş olsa giderdi garibim. Ekmek parası işte. Yaşım on beş olduğunda artık men de gençlere katılmış halı dokuyordum. Nasıl olmuşsa bilmem ama dışarıdan halı tüccarları gelmiş, bizden halı dokumamızı istemişler. Bizim şehirde ata baba mesleği halı tezgâhları da ev aralarından çıkmış, daha büyük boş depolara taşınmıştı. Gençlere de bu işi bilenler öğretmeye başlamıştı.

- Aaa bilirim sizin halıları. O sıralar bizim oralara gelenlerden bir halı almıştı babam da. Eski bir halıydı ama. İncecik, kumaş gibi el dokuma hala kullanır annem salonunda. Demek bu hünerli ellerden çıkıyormuş bu halılar. Vayyy be…

- Ahhh abla ah, bu eller neler yaşadı bir men bilirim bir de Allah. O vakit ortalık daha durulmamıştı. Her bir yerde bombalar patlıyor, kimin ne yaptığı belli değildi. Anam da meni, işten erken çıkarsam komşuya gitmem için tembihlemişti. O da köylere mahsul toplamaya gidiyordu. Akşam elinde bir poşet patates, soğan işte o gün ne varsa nafakamızı da getiriyordu.

- Off be hiç durmadan düzenlenen bu dünyada savaşların acısını en çok da çocuklarla kadınlar çekiyor ne yazık ki. Oysa kuşlar gibi sınırları yok sayabilsek…

- He valla öyle doğru söylersin ablam. Belki dünya da böyle kötü olmazdı o zaman. Men de ne vakit anamdan önce işten çıksam, komşuya gider, orada beklerdim onu. Bir gün beklenen ipler gelmeyince öğleden sonra işi paydos ettiler. Men de anamı dinlediğimden yine eve değil komşu Cemile ablaya gittim.

- Ne oldu Dürsedef bir sigara daha yaktın… gözlerin doldu.

- Sorma abla o gün başıma gelenleri. Cemile ablam; ‘İki ev uzaktaki komşuda işim var, sen az bekle geleceğim,' demişti. İlk defa hasret kaldığım uzun uykulara dalmak geldi içimden. Başımı yastığa koyduğum gibi uykuya geçmişim, gençlik işte. Bir uyandım ki başımda bir karartı! Meni usul usul dürter; ‘Hişt hişt Dürsedefff...’

- Oy… O da kimmiş ayol!

- Gençten bir herif. Birden hatırlamıştım; Cemile ablanın komşusunun oğlu, askerden yeni gelmişti. Men arkadaşlarımla işe gidip gelirken, bir iki defa yolda denk gelmişti bize. Laf atmıştı mene de. Aklıma gelince attığı laflar, titremeye başladım korkudan. Bu piç boşa gelmemişti buraya.

- Nasıl yani? Ne demişti hatırlıyor musun?

- He ya! Çok kızmıştım ama bir şey diyememiştim. ‘Dürsedef gızzz o tomurcukların ne vakit açtı öyle? Boyan posan kurban,’ gibi laflar işte… Utandığımdan, korkudan yanaklarım alev alev yanmaya başlamış ne yapacağımı bilememiştim. İçimden bir ses, al taşı indir kafasına demişti ama yapamamıştım. Yanımdaki arkadaşlarım da mene takılmışlardı o gün; ‘Dürsedef gızzz…’ diye diye gülmüşlerdi. O günlerde gülmek için bahaneye çok ihtiyaç vardı zaten.

- Eee eve nasıl girme cesaretini göstermiş ayol?

- İşte o piç var ya o piç… O gün Cemile ablayı bilerek evden yollatmış meğer. Sözde menimle iki laf edip gidecekmiş. Men istersem yavuklu olacakmışım ona.

- Offf yoksa…

- Off ki ne off abla… O gün menim kendi ölümüme ağladığım yas gündüm oldu bilirsen. Her gün o saatlerde hep kötü oldum. Ağladım hep ağladım. Düğün dernekte bile olsam o vakit geldiğinde ağır bir kara bulut başıma çöküp, boğar meni sanki. Hele de öyleyem bilirsen.

- Ya çok üzücü bir durum çok. Allah kahretsin; nerede düzen bozulsa dedim ya en başta kadınlarla çocuklar…

- Genç kızlığım ölmüştü o gün abla! Kirletmişti meni şerefsiz, it oğlu it! Men ağlamayım da kim ağlaya. Defolup gittiğinde ne yapacağımı bilemedim bir vakit; donup kalmıştım. Bir de tehdit etmişti giderken; ‘Aramızda kalacak, kimseye söylersen gebertirim!’ demişti.

- Ee tabi, kim bilir kaç kadını böyle susturdu ya da susturacaktı.

- Cemile ablayı gördüğümde dövüne dövüne, höyküre höyküre ağladığımı hatırlarım. Meni neden yalnız bırakmıştı, komşuluk böyle mi olurdu? O hayvanın bu evde işi neydi?

‘Meni gandırdı balam, meni gandırdı! Az biraz konuşacağım, o benim yavuklum olacak, alıcam men onu, dediydi. Nerden bilem balam, bu it oğlu itin böyle bir şey yapacağını!’ demişti ağlarken.

- Saf mı ne?

- Herkes Cemile ablanın saf olduğunu söylüyordu zaten. Hiç evlenmemiş, ellisinde bir başına kalmıştı. Konu komşu yardım ederdi ona. O da elinden geldiğince komşuların yaşlılarına bakardı onlar işe gidince. Sözde bana da sahiplik edecekti. Eve gidip anamı beklediğimde Cemile de peşime takılıp gelmişti. Birlikte beklemiştik anamın yolunu sus pus. Anam geldiğinde bir haller olduğunu anlamıştı tabi. Ağzımda dilim şişmişti sanki. Cemile abla ağlayarak anlatmıştı anama olup biteni. Anam o öfkeyle Cemile’yi kapı dışarı savurup, o piçin anasıyla konuşmaya gitmişti. O da ; ‘Sahip çıkaydın kızına ben ne yapayım,’ demiş Çıldırmış anam tabi, az daha karıyı boğuyormuş. O kuduz itine tasma takmayıp, bir de biçare anamı suçlayınca.

- Offf be! Sonra ne oldu? Bu nasıl hikâye böyle Dürsedef?

- Ne olacak abla, bu kederle yaşamakta varmış dedik kadere boyun eğdik bir vakit. Konu komşu araya girip anama susmasını öğütlemişler. Dedim ya memleketimiz karışmıştı, iç savaş, büyük devletten koptuğumuz zamanlar. Ben de anam da ekmek için, iki kuruşa çalışmak zorundaydık. Hem evde oturup ne yapacaktım ki. Yeniden yoluma çıkarsa bu defa kafama koymuştum, büyük bir taş alıp kafasına indirecektim artık ne olursa olsun.

- Peki, ne oldu o adama? Ortalıkta öylece dolaşıp durdu mu?

- Yok, o günden sonra mahallede gören olmamış. Bomba işleriyle uğraşırmış.

- O da ne be?

- Ne bileyim dedim ya kimin ne yaptığı belli değildi. Aradan zaman geçti, men ay hâli görmedim. Anama dedim. ‘Dur hele, az daha bekleyelim belki geç kaldı,’ dedi. Bir ay daha geçti üstünden yine anama anlatamadım derdimi. Kocaldım anlayacağın abla kocaldım, ruhum öylesine taşıyordu bedenimi sanki. Ağlamadığım gün yok. Göbeğim biraz şişti gibi. Yaşım ufak diye anam, ya korkuyordu hastane, karakol, mahkeme işlerinden ya da kim bilir ne düşündüğü vardı hiç söylemedi mene.

- Peki sonuç ne oldu, sen onu söyle güzelim.

- Sonuç, anam doğru Cemile ablaya gitmiş. O da komşu kadına gidip; ‘Gelip oğlunuzun pisliğini nasıl temizleyecekseniz temizleyin!’ demiş. Kadın çıkıp geldi bize yüzünün karasıyla; ‘Kız ufak, başımız belaya girmesin, biz bu işi aramızda halledelim, yoksa oğlanı hapse atarlar,’ dedi. Ne demek istemişti tam da anlamadım o sıra. Zaten oğlunun nerede olduğu da belli değilmiş. Gidince kadın, ikimiz de susmuş kara kara düşünerek uykuya yatmıştık anamla.

- Oturduğum yerde isyanım gittikçe büyüdü be Dürsedef, insanı yasalar korumazsa kim koruyacak ki bu durumda da.

- Yasa masa olmayınca da, yaranla kalıyorsun abla ; başı yarı kesik hayvan gibi çırpınarak...

- Yaa çok zor bir durum ama en kötü yasa da çaresiz davranmak değil mi Dürsedef? Bir şeyler yapmak sesini duyurabilmek…

- Abla sabah beri ne anlatırım sana, yaşım ufak, anamdan başka kimse bilmesin diye hısım akrabaya da söylemedik. Hoş, söylesek ne fayda herkes can derdinde.

- Peki devam et bakalım nasıl bitti bu hikâye.

- Bir gece anam bir bohça hazırlayıp koymuştu orta yere. Bir mendil de sıkıştırmıştı avucuma. ‘Ne olur ne olmaz, burada azıcık para, bir de ufak altın var, koynuna sok, sakın kimselere verme,’ demişti.

- Eee hayırdır, nereye uğurluyordu seni? Böyle bohçan elinde bir başına.

- Yok abla bir başıma değil, kaynanam olacak kadın, kayınpeder olacak adam gelmiş, dışarıda beklerlermiş meğer. Meni alıp evlerine götürmüşlerdi o gece. Ayaklarım sanki menim değildi nasıl gittim peşlerinden bilmem.

- Aaa hiçbir şey sormadın mı anana, ne oluyor ana demedin mi?

- Eninde sonunda oraya gidecektim abla, bunu en azından bunu biliyordum.

- Yani kayınpeder evine öyle mi?

- Öyle tabi, düğün yapıp oğullarına ev açacak halleri mi vardı? İki ufak oda, bir salondu bizim ev gibi. Bir odanın kapısı açıp; ‘Burasın sizin oda,’ demişti kadın kederli sesiyle.

Siz kim? Men bir başımayım işte. Şimdi ne yapacağım, dedim kendi kendime. Bohçamı da yer yatağının kıyısına bırakmıştı. Yerde eski bir kilim. Duvara yaslı bir tahta dolap vardı. ‘Eşyalarını dolaba koy, açsan çorba var,’ demişti. Uykum vardı nedense uzun zamandır hep uykum vardı. Halsizdim. Yatacağım dedim ışığı bile açmadan kapıyı kapatıp, yorganın altına saklanmıştım. Pencere pervazlarının arasından rüzgârın ıslık sesi gelmiyordu artık.

Sabah uyandığımda evde iki kadın birlikte kahvaltı etmiştik. Sonra O, men ebeyi alıp geleceğim, demiş evden çıkıp gitmişti. Ebe meni muayene edecek herhalde, diye düşünmüştüm o sabah. Siyah bir çantayla gelmişti ebe. Muayene etti de. Çatık kaşlı, orta yaşlarda zayıfça bir kadındı. Muşambalar serildi yere sonra, bezler yayıldı. Leğenle su istedi ebe bir de sabun. Sonra kabadan iğne yapmıştı. Yattığım yerde, sesim duyulmasın diye ağzıma da beyaz bir tülbendi katlayıp vermişti. Mene ne yapacak ana, dedim kadına o sıra.

‘Anan söylemedi mi ne olacağını kızım, uşaktan kurtaracak ebe hanım seni,’ dediğinde anlamıştım başıma gelecekleri.

- Oyyy başına ne geleceğinden habersiz bir çocuk gelin bile diyemiyorum, ortada suçu işleyen de yok üstelik. Başka suçlular girmiş devreye.

- Karnımı teknedeki hamur gibi yoğurmaya, başlamıştı ebe. Mene de hiç durmadan ‘ıkın,’ diyordu. Bir ara öleceğim sandım, ecel terleri dökmeye başlamıştım, nefes alamıyordum.

Ebe karı baktı olacak değil, ‘Bu bebek büyük, neden yalan söylediniz,’ diye kaynanama çıkışmış, hepimize bela okuyarak vazgeçmişti meni kurcalamaktan. Çantasını öfkeyle toplayıp çıkıp gitmişti.

- Pes doğrusu, araya girmek zorundayım Dürsedef, iyi ölmemişsin. Bebek ne oldu bu kadar yoğurmayla, kurcalanmayla sen ondan haber ver.

- Dur bak o gece uyandığımda kapı arasında kocam olacak adamın geldiğini ve anasıyla fısırtılarla konuştuğunu gördüm. ‘Şimdi ne olacak?’ Başka bir ebe mi bulsak?’ demişti oğlu. Şimdi ne olacak, dedim men de ağlamaya başlamıştım sessiz sessiz.

- Hep ağlamalarla geçmiş en güzel büyüme zamanların be kuzum.

- Öyle abla, elden bir şey gelmeyince insanın içi bir çaydanlık gibi kaynıyor işte. Babası uykudan uyanmış, o da gelmişti yanlarına. Biraz ayakta durup oğluna bakmış, sonra da küfürler ederek oğlunu tokatlamıştı. Anası araya girip yalvar yakar adamı odasına sokmuş, oğlu da çekip gitmişti. Babasının o gece oğlunun peşinden söylediği sözler hâlâ kulaklarımda bilirsen abla.

- Ne demişti Dürsedef? Vicdanlı adam ama ne yapacağını da bilmiyordu öfkesinden galiba.

- Aynen öyle abla, kaynatam oğluna çemkirirken kendine de hakaret etmişti bir yandan o da başka tabi. ‘Ola it oğlu it, elin öksüz çocuğuna bu yaptığın zulüm değil de ne? İnsan neden askere gider ulan şerefsiz! Vatanı, namusu şerefi için değil mi? Peki bu rezillik ne?’ demiş höyküre höyküre ağlamıştı. Benim diyemediğim her şeyi demişti ya gidip elini öpecektim ama…

- Off be Dürsedef, elini öpeceğin adam acaba oğluna ne kadar babalık yapabildi, oğlu neden böyle bir insan oldu, o da var işin içinde.

- Doğru söylersin abla, çok korkarmış babasından bizimki. Çok dövermiş çocukken de babası onu, öyle demişti Cemile abla. Ama mene kalırsa zaten deli doğmuştu herif. O geceden sonra bir ay gelmedi eve. Sonra büyükler alıp gelmiş, babasının elini öptürmüştü.

- Dürsedef, doğru söylüyorum öyle değil mi adını? Dursedef değil.

- He ablam doğru. Babaannem koymuş bu adı inci gibi sedef demek.

- Zaten öylesin, baksana hâlâ inci gibi pırıl pırıl bir ten, gürül gürül saçların... Boyun posun…”

- İş odur ki gederin gözel ola abla.

- Doğru söylersin Dürsedef. Peki sonra ne oldu bu masum bebeğe, asıl onu sordum ya.

- Doğurdum ablam. Kızım oldu. Alsu, dedim ya sigarayı hiç hazzetmedi diye.

- Aaa inamıyorum nereden bileyim o bebek Alsu diye. Bir mucize bebek olsa gerek. İnşallah bir arıza kalmamıştır onda. Gerçi bebekler ana karındayken hem kendilerini hem de analarını korurlarmış biliyor musun daha güvenli büyük için.


- Şükür çok sağlıklı nur topu gibi doğdu. Ondan mı bilmem ama Allah yüzüme baktı o sıra herhalde. Şimdi Alsu’nun da bir kızı var. Alferide bir görsen dünya güzeli. Telefonum şarj olsun göstereceğim sana fotoğraflarını.

- Şimdi dur bakalım. Senin Alsu sağlıklı doğdu, büyüdü, evlendi ve bir kızı var öyle mi?

- Evet ablam, şükür adı gibi elma yanaklı bir kız, çok özlüyom. Günde en az iki defa görüntülü konuşuruz. Her daim gidemeyenci memlekete. Oğlan da liseye başlayacak ya sınavları var. Yemeği içmeği yerinde olsun ister.

- Bir dakika, ne oldu şimdi Dürsedef, senin o kocana ne oldu? Nasıl geldin buralara? Bir de oğlan var diyorsun.

- Ahhh ablam ah! O adam kızdan sonra bana çok eziyet etti. Başkasını alacakmış da ben başına bela olmuşum. O uşak onun değilmiş de…Oğlan çocuk istermiş de. Bir daha çocuk olmayınca kuma getirme tehditleri, daha neler neler… En son eve el bombası döşedi ha duvar boyunca. Bir de elektrik düğmesine bağlamış kabloları. Düğmeye basarsam havaya uçarız hepimiz diye korkutur oldu meni. Kayınpeder kalp krizinden rahmetli olmasa, yapamazdı bunların hiç birini. Hiç kimse bir yere gitmeyecek kuma da gelecek bu eve demişti.

- Aman Allahım bombayı da nereden bulmuş, bu ne delilik böyle.

- Dayak faslı da artınca, bir gece o yatarken men de kızımı alıp karakola kaçtım. Olanı biteni anlatım. Evde bomba var diyende bizi korumaya almışlardı. Derhal eve de baskın yapıp onu uykuda yakalamışlardı.

- Peki sonra epey ceza aldı mı? Sen nereye sığındın?

- Men anama gittim tabi. O da hastane, mahpushane aralarında geberip gitti işte ne bilem. Ben bebeği anama bırakıp çalıştım. Kaynanama da baktım, kimi kimsesi yoktu ki.

- Peki buralara ne zaman, nasıl geldin Dürsedef?

- Sınır kapıları açılanda önce Karadeniz tarafına geldik arkadaşlarla. Yapma çiçekler var ya işte onlardan, bir de hediyelik çanak çömlek eşyalar getirip sattık. Giyim alıp getirdik sattık. Men sonra evlerde bebek bakıcılığı yapmağa başladım. Üç ayda bir memlekete gidip geldim. Kız da büyünce, kızımla anamı da getirdim, anamda çalıştı. Evlerde temizlik işi, bebek bakmayla memlekette ev bile aldık, eşya dizdik. Bir ora bir bura derken kız da kendi başını kurtarmaya başladı.

- Oh iyi ki de kaçmışsın, kaderim dememişsin. Bak neleri başarmışsın bir başına.

- Sağ ol ablam. Kızım memlekete dönünce anamla, orada iyi kötü iş bulup çalıştı. Zaten mende üç ayda bir vize için memlekete gidip geldim hep, özleştik...

- Peki buralara nasıl geldin?

- Bize iş bulan arkadaş, yeni açılan bir otelin çalışana ihtiyacı var deyince hiç düşünmedim, men giderim dedim. Öylece İstanbul’u bırakıp buraya, Bodrum’a geldim. O vakit orada çalışan güvenlikçi uşak mene kafayı takmıştı. Bekârdı, hiç evlenmemiş. ‘Men sana âşık oldum, hiçbir yere gitmeyeceksin Dürsedef,’ demişti. Oğlan benden on yaş ufak.’ Nasıl olur ki böyle?’ dedim. ‘Sen daha genç ve güzelsin, neden olmasın, erkekler büyük olunca oluyor da, kadınlar büyük olunca neden olmuyor?’ demişti o vakit.

- Vay be Dürsedef, kaderin yön değiştirmiş demek güzelden yana.

- He valla öyle. Abla üstelik anası da aynı otelde çalışıyordu ve biz arkadaş olmuştuk. İyi anlaşıyorduk.


- Aaa çok ilginç! Anası ne dedi bu işe peki? Analar oğullarını dul, üstelik kendinden büyük bir kadınla evlendirmeye pek de razı olmazlar bilirsin.

- ‘Oğlum sevmiş, sen de daha gençsin, ne olmuş ki?’ dedi o da. Men de şaşırdım. Onlar da menim gibi garibanlardı. Kendi köylerini bırakıp, büyük şehre çalışmaya gelmişlerdi Kocası genç yaşta terk etmiş onları, işe yaramazın tekiymiş.

- Ortak kadere bak. Sonuçta kabul ettin mi Dürsedef oğlanı?

- Ettim valla abla. Zaten yaşayacağım en kötü şeyleri yaşamıştım. Bunu da yaşayıp görecektik. Zaten anamla kızım da bu iş olsun istemişlerdi. Anam; ‘Bu kadar ağladın belki bu oğlan sana hediye,’ demişti.

- Ne güzel herkesin olumlu düşünmesi .

- Ama tek korkum vardı, ben artık çocuk doğuramıyordum. Bunu Orhan’a da söyledim. ‘Bir tane doğuran ikinciyi niye doğmasın, doktoru var, tedavisi var,’ demiş meni susturmuştu.

- Evlendiniz mi sen onu söyle Dürsedef?

- Evlendik valla abla hem de otel sahibi bize küçük bir düğün bile yaptı. O gece sevinçten mi gariplikten mi neyse bilmiyorum ama çok ağlamıştım. Dul karı olarak gelinlik bile giymiştim. Rüyamda görsem inanmazdım.

- Neden giymeyesin ki gelinliği? Ne güzel olmuşsun kim bilir? Kim senin yerinde olsa mutluluktan uçardı be. Seni sevmiş bunu evlilikle taçlandırmış bir koca bulmuşsun daha ne olsun Dürsedef?

- Orası öyle de abla. Çok iyi insanlar; Orhan da anası, bacıları da. Mayalarında iyilik var. Dedim ya her şey güzel olsa da illa ki bir şey eksik. Menden uşak yapmamı bekleyeceklerdi hepsi de. Beklediler de. Bir gözleri gözümde, diğer gözleri karnımdaydı. Hatır belası gittim karı doktora, anlattım her şeyleri. Bir sürü tahlil muayene. ‘Yok bir şeyin,’ dedi en sonunda. Psikolojik bir durum bu yüzden seni psikologa yollayacağım demişti.

- Eee ne yaptın, gittin mi psikologa?

- Gittim valla abla. Çok konuştuk çok. Ne var ne yok anlattım ona da. Anam memleketten ot öteberi bile getirip içirdi. Yok hiçbir şey fayda etmedi. Sonra ne vakit bu işten vazgeçtim, rüyalarımda bebek görmeye başladım iyi mi? Meğer o sıralar hamile kalmışım haberim yok.

- Yaa inanılmaz, ne güzel!

- Epey söylemedim ana oğla, iyice emin olana kadar. Bu arada sevineceğime de üzülüyorum, sanki bir suç işlemişim gibi. Sonra kocam ve kaynanam aklıma gelince böyle düşünmek ayıp gelmeye başladı mene. Orhan’ın baba olmaya, anasının torun sahibi olmaya hakkı vardı. Onlara hamile kaldığımı söylediğimde ana oğlun sevincini görecektin. Halay tutup oynadılar valla. Aslında kafamda kilitlemiştim rahmimi biliyon mu? Onlar bu uşağı çok istediler ya bence duaları kabul. Uşak karnımda beş aylık olana kadar da otelde çalıştım, evde durmak mene göre değildi. Nedense ev beni sıkıyordu hep.

- Bu arada her şey yolunda gitti mi bari?

- Gitti şükür, bir aksilik olmadı. Senin anlayacağın hatır bebeği sağlıkla doğdu. Ama Allah var, kaynanam da kocam da mene iyi baktılar. Oğlan olduktan sonra en çok da kaynanam baktı Fırat’ıma. Bir dediğini iki etmedi vallaha. Dur bak telefon şarj olmuş biraz, sana fotoğrafını göstereyim.

- Ayyy ne güzel gülmüşler baba oğul öyle. Bak bu fotoğrafta birlikte ne kadar güzel gülümsemişsiniz. Dilerim hep böyle gülümsersiniz ömür boyu Dürsedef.

- Siz de hep mutlu olun abla. Ne kadar mutlu insan o kadar mutlu olur dünya Orhan hep öyle söyler. Bak, bu da Alsu’mun kızı, dün doğum günüydü yedisine girdi. Para yolladım ona güzel doğum günü yap dedim. Alsu’ya hiç doğum günü yapamamıştım da bu yaşlarına kadar.

- Sana nasıl da benziyor torunun, mutlu yaşları olsun.

- Olsun olsun da abla, aman gederi mene benzemesin. Bu arada yarım kalan camları da bitireyim. Dertli menim gibi geveze olur işte. Kusura kalma iyi mi abla. Başını da ağırttım şimdi. Kim sene filtre kahve yap, Dürsedef’e ver dedi. Bak filtresiz anlattım her şeyi mende, aksi tesir yaptı işte.

- İlahi Dürsedef bir âlemsin. Ben de filtresiz yazacağım anlattıklarını anlaştık mı?

- Yaz valla…


2019 Bodrum



içindekiler    üst    geri    ileri   




 40