Bahtin’in roman anlatılarında kavramlaştırdığı ve akademik alana
kazandırdığı karnavaleskin dayanağı olan karnaval olgusu, geçici de olsa
özgürlüğü işaret eden bir forma sahip. Varolan düzeni altüst eden bir
tersine çevirme, bir başkaldırıyı gösterir aynı zamanda. Bu yönüyle
karnavalesk taşıdığı özelliklerinden dolayı şairin şiiridir de
diyebiliriz. Şair için tahakkümün varolmadığı bir yerdir şiir. Şair
varolan düzenden kaçarak o düzeni altüst eder şiirlerinde, kısıtlayıcı
her şeyi tersine çevirir, şiirine sığınarak kendine geniş, özgür bir alan
yaratarak başkaldırır yani. Bu özgür ve geniş alan şairin ruhunun her
katmanına üflediği özgürlüğü, ruhunun her katmanından üflenen şiirle
somutlaşır. Gündelik hayatın dayattıklarından ve darlığından şiirle
kurtularak nefes alır. Böylece umut Pandora’nın kutusunun dışında,
şiirlerin içinde de varolur. Baktin’in karnavalesk kavramını, başka
kavramlarla destekleyerek . Bu yazıya katkı verecek iki kavramdan daha
söz edilebilir: diyaloji ve kronotop.
Diyaloji çok dilli, çok sesli, çok gözlü bir kavram olarak karşımıza
çıkar. (Bakhtin her ne kadar şairlerin çoğunlukla tek sesli bir söylemi
önemsediğini söylese de şiir kendi kendine yapılan bir konuşma değildir
ve kapıları çok sesliliğe açıktır.) Bakhtin’ne göre “edebi türler
çerçeveleri yer ve zamana göre çizilmiş görme biçimleridir.”Bu görme
biçimi farklı olanı görme becerisidir, bir “varlık alanının sorular ve
cevapları alanıdır.” Bir serbest akış bireysel tutumdan uzak empati ve
işbirlikçi ve çok seslidir. Diyaloji, kendi ile ötekinin varlığının biz
ilişkisidir, farklı iki dünya arasındaki ilişkinin dilin olanaklarıyla
yarattığı gerçekliktir, mümkünsüzlüğün mümkününü inşa eder; üreten,
zenginleştiren kuralları ve sınırları aşandır. Başka bir varlık alanından
anlatmaktır. Ben’in ötekinden seslenişidir, öteki’nin biz halidir
(Bireysellik artık öteki ve ben ara(f)dalığına aittir.) ve bu biz’in
karşılıklı oluşturduğu anlamdır. Bir anlatma biçimi değil bir “gösterme
biçimi, bir görüş birliği, bir görüş ayrılığıdır.”Öteki ile ben’in
benzeşimden uzak elbirliği ile yarattığı anlamdır. Karnaval ve
diyolojinin birbirini tamamladığına vurgu yapan Bakhtin, karnavallarda
kullanılan dilin diyolojik bir zemin olduğunu söyleyerek bu durumu
karnavalesk dil olarak tanımlar. Bakhtin’in edebiyat alanına kazandırdığı
ve aslında roman türünün incelenmesini kolaylaştıracağına inandığı önemli
kavramlardan biri de kronotoptur. Zamanla diğer edebi türlere de
katkıları olan bir kavramdır. Zaman (Chronos) ve mekan (topos)
kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Dilin de zamansal ve uzamsal
olduğunu savunan Bakhtin kronotopun, zamanın ve uzamın edebi metinlerde
görünürlüğünün altını çizerek anlamın artmasını, değerin çoğalmasını
sağladığını söyler. Kronotop anlam kapılarını açan bir anahtardır, zaman
ve mekanın içine duyguyu da katarak canlı kılar ve yansır
metinlerde.Zamansal ve mekansal etkileri, zamansal ve mekansal
farklılıkları gösterir,eserlerin tanımlanmasını kolaylaştıran özellikler
taşır.
Bu girizgahı, Salih Aydemir’in KÇP Yayınevi’nden yeni çıkan
son şiir kitabının, bende çağrıştırdıklarını Bakhtin’in bazı
kavramlarından yararlanmaya çalışarak, kendimce kabul ettiğim
postulaların içinden, aktarmak-paylaşmak niyetiyle yazdım. (belki kitap
tanıtımı da denebilir).
Şiirin malzemesi olan sözcüklerle kurulan ilişki, şairin poetikası
hakkında ipuçları barındırır. Düşünceler sözcüklere sığınmayı sever,
sözcükler de durum ve duyuşu bağrında besleyip büyütmeyi, bazı zamanlarda
da çoğaltmayı.Böylece ses ve dil, özgünlük halini alarak şairinin
imzasını atar şiire. Salih Aydemir şiirinin tematik yapısı ve renginin
özelliği, kendi özelliği ve rengini taşımaktadır. Akıntıların rengi,
gölgelerin rengi, göçün rengi, sessizliğin-lanetin rengi, aklın aşkın
rengi gibi... Bu çok tonlu rengi;28 yıllık bir uzun yürüyüşün
duraklarında; Hiçlenmeler, Meriç Hanım, Akıl Ayazı, Hüzünlü Isırgan,
Akıntılar, Dilbendi, Gölge Göçü, Kırık İğne, Sessizliğin Laneti,
kitaplarına dönüşerek,nirengi ağı oluşturmuştur. (Bu oluşmuş ağ, Salih
Aydemir şiirinin haritasını çıkarmak gayesini ve cesaretini
tetikleyebilir.)Tam da bu yüzden son çıkan kitabın adı Araz’dır.
Araz
felsefede cevherin varlığının bir parçası ve anlamıdır, kıymetli ve
kışkırtıcı bir haldır, aslında bu kıymetini de özelliğini de varlığını
borçlu olduğu, cevherden alır. Ve gerilimli sorular sordurabilir. Araz pskolojide semptom olarak karşımıza çıkar ve geçmişe aittir, belirtiler
alanınıdır en dipte gizlenmiş olanın yüzeyle olan ilişkisini gösterir.
Gizlenmişin,bastırılmışın ve yasaklanmışın alıkoyduğunun yerine geçerek
görünmeye-göstermeye duyumsanmaya çalışandır.
Salih Aydemir, Walter Bnejamin’in Flaneurü’dür bana göre: İstanbul’un en
izbe sokaklarını, en kuytu yerlerini bilir, sık sık oralara giderek
içindeki acıyla sokakların acısına bakar, duyumsar, kederlenir ve şiirine
taşır. Bu haliyle bir parça kendi acısını dindirmeyi başaramayan ölümsüz
Chiron’dur. Bir parça Carl G.Jung’un yaralı şifacısıdır, okuyucuyu da bu
acıya ortak etmek isteyen. Acının yeryüzüne ve insana ait olduğunun
yankılarını duyurarak herkesi bu acıya katılmaya davet eder. Tıpkı
karnavalesk kavramının dayanağı karnavalın hedeflediği gibi. Karnavalı
şekillendiren gülmek, gülmenin yasak olduğu ortamda muhalefet eden bir
eylem konumundadır, eleştirel bir atmosfer yaratır, ironik bir düzlemde
mizahı gözler önüne serer. Şiirin muhalif doğasından dolayı karnaval bir
formu barındırdığını söyleyebiliriz, şiir de acıyla şekillendirir bu
karnavalesk formu. (Teşbihte hata olmaz sözüne sığınarak) Şiir bu, puslu
görüntüsünün içinde neler saklamıştır, şairinin düşünsel kökleri, ruhsal
öyküsü insanın insanlığın tüm serüvenini ve eylemlerini taşıdığını
bilmemizi ister. Şairin görme, algılama, kavrama, yargılama, biyolojik
varlığının karanlığı, aydınlığı, düşünce ve duygularının oluşturduğu
düğümler bazen de düğümlere, üfleme biçimidir şiir.
2018 yılının son ayının ilk günlerinde KÇP Yayınları’nın
çıkardığı Araz, yanılmıyorsam Aydemir’in 10. kitabı olarak, okuruyla
buluşma çabası içerisinden gülümsüyor şiirseverlere. Araz kitap olarak 42
sayfa roma rakamlarıyla numaralandırılmış üçer dizelik 34 şiirden
oluşuyor. İlk gözüme çarpan dil ve göz imgesinin sıklıkla kullanılmış
olması. Dil ve göz aslında iletişimi sağlayan iki organ, iki kapı, iç ve
dış dünyayla bağ oluşturan. Geçmişe ve geleceğin orta yerinde bir geçiş
kapısı bir eşik sanki. Kişiyi anlatan anlamlandıran, için dışa-dışın içe
anlatımı dil ve gözdür çoğu zaman. Dil ayrıca tat alma organı, göz görme
organı olarak ortak bir yükümlülüğe, beğeni yargısının sözcüsüdürler.
Dolayısıyla Araz kitabın biçimleyicisi olarak içerikle bütünleşip diyalojik bir atmosfer sunmuş görünüyor. Bahtin’in kavramlarına dönersek,
diyaloji kitabın adında formlaşmış gözüküyor. Salih AydemirAraz
aracılığıyla diyalog kurmuş oluyor okuyucuyla.
Kitaptaki şiirleri meydana getiren sözcükler; dil, göz, dudak, yüz, an,
ezel, gece-gündüz, giden gün-kalangün, yol, kuyu, dağ, kapı, seher,
dudak, sabah, bahçe, çukur, ip, araf, cehennem, ay, karanlık, gönül,
ayna, siyah, toz, sır, perde, azap, kül, kabuk düğüm gibi sözcüklerin hem
kabul görmüş hem de kabul görebilecek kronotopik özellikler taşıdığını
söyleyebiliriz.Kitapta, klasik ve kabul görmüş kronotoplara bakacak
olursak:
DENİZ KRONOTOPU: Dünyayla birlikte varolmuş-varolacak deniz en diplerde
çağıldayan renkli bir sessizliğe sahip.. İçinde bilinmezlikler barındıran
ve bir çok canlının da yaşadığı mekan, derinlik sonsuzluk anlatır. Sudan
dolayı Sidarta’nın aradığı sessizlik, huzur, temizleyen arındıran,
gerçeği de anlatan hafifleten bir konuma sahip denebilir.
EŞİK KRONOTOPU: Dönüm noktası, karar anı, kopuş , yanılma, dönüşüm,
değişim, yenilik gibi duygu değeri büyük kararların alındığı yerdir ve
kısa bir zamanı kapsar.
YOL KRONOTOPU: Zamanın akışının, yazgının, karşılaşmaların,
rastlantıların, başlangıçların, hareketin, oluşun, geçişin, mesafelerin
imgesidir. Geçmiş, gelecek şimdiyi barındırır.
KAPI KRONOTOPU: Umudu barındıran kapı, mahremiyet, koruyucu, engelleyici
özellikleriyle açılma, kapanma, geçmiş, geçit, kavuşmayı imler. İnsanda
açma arzusunu tetikleyen ileriye-geriye yolculukları anlatan düştür de
aynı zamanda. Geçmişe yönelten bir kronotoptur.
MASA KRNOTOPU: Buluşma anlarını eşik gibi kısa anları imler. Birliktelik, biraradalık, paylaşım, dayanışma, planlama, bağılık, birlik anlatır.
BAHÇE KRONOTOPU: evle bağı olan ve dışarıyla bağlantı sağlayan bir ara
mekandır. Eşik kronotopu özelliğinde gibi gözükse de çok daha geniş ve
uzun zamanı kapsar. Zamanın tanıklığını yapan huzuru, ahengi, güzeli,
cenneti, canlılığı hatırlatır. Arzu edilen bir mekan yeşilin bozulmuş
doğanın özlemiyle yapılmış bir doğa parçası. Toprağı çiçeği kır yaşamını
imler.
DAĞ KRONOTOPU: Özlemi, özgürlüğü, yalnızlığı, umudu, kutsalı anlatır,
tanrısal olana ulaşmanın mekanıdır. Saklayandır başı hep dumanlı yani
sıkıntılı çilelidir. Zorluğu varolmayı imler.
AYNA KRONOTOPU: Tanıklık eden görmeyi sağlayan bir imgedir. Gösteren,
yansıtandır. Geçmiş-şimdi-gelecek arasındaki içsel bağ ve zamanın
doluluğu ve kayganlılığıdır.. Gerçeği gösteren, yüzleşmeyi sağlayandır.
SÖVGÜ KRONOTOPU: Bakhtin’e göre sövgünün ölümü imlediğini savunur eskiden
genç olanın şimdi ihtiyar hale gelişidir, yaşayan bedenin cesede
dönüşmesidir. Ancak ölümün ardından yeniden hayat bulma yeni bir yıl,
taptaze bir gençlik, ilkbahar gibi. Yani öldürüp yenilenmenin yoludur
sövgü.
GÖZ KRONOTOPU: Görme organı olmanın dışında, fiziksel güzelliğin en
önemli tamamlayıcısı, hatta güzelliğin özeti olarak kabul edilmiştir.
Maddi görevi dışında kalbe açılan pencere, mana âlemine giden yol olarak
da tanımlanır. Gözler, elçi yerine geçer, meramı algılamayı sağlar. Kapı kronotopuyla benzeşir birazda. Kalbe giden yolun kapısıdır. İçten dışı,
dıştan içi anlatandır. gerçekleri en iyi gören, nitelikleri en iyi ayırt
eden ve duyguları en iyi anlayan organlardır. Diğer duyuların yalnızca
yakın mesafeden algılayabildiklerini gözler uzaktan algılayabilir.
DİL KRONOTOPU: Dilin hem tad alma hem de iletişim aracıdır. İnsan
varolduğundan beri varlığını sürdüren dil meram anlatandır. Dertleşen,
söyleşen içirdekini dışa dışardakini içe anlatandır. Ötekiyle kurulacak
bağı sağlayandır, yılanı bile deliğinden çıkaran dildir derler.
Siyah; karanlıkta kalmışı, bilinmeyeni, görünmeyeni belki de en dipte
olanı imler.Yeşilse görmek istenen ve görünür olanı, doğayı imler.
I.
bir an olsun haz almalıyım dilinle
gönül yara almadan bir çift gözümüz olsun
siyah bir gözden yeşil göze dönsün anılarımız.
Dilin vereceği haz, aslında düşlenmiş ancak kurulmamış bir iletişim bir
ilişkiyi anlatır ve bu güzel, anlamlı ve sevgi sözleriyle ortaya
çıkacaktır. ama dil aynı zamanda gönül yaralayıcıdır da. Dil sevgiye
dönükken her şeyi gören bir çift göze de sahip olmak gerçeği görmeye
davettir. karanlıkta kalmış- bilinmeyenin görünmeyenin görünürlük
kazanarak doğanın rengine büründürme arzusu kalıcılaşmasını isteme
arzusudur.
II.
siyah bir dilden çektim onca harfi
saki ezelden aşk sundu meyhanesinde
azap mavi bir buluttur kadehimde
EZEL: Zamanın içinde başlangıcı, öncesi olmayan, başlandığı yere
ulaşılamayandır. Geriye doğru sonsuzluğu ve zamansızlığı anlatır.
AZAP: Bedensel ya da ruhsal büyük ve dinmeyen acıyı imler. Dinsel açıdan
da öbür dünyada verilen ve çekilmesi zorunlu ceza.
MAVİ: Siyahın bağrından çıkmış bir renktir. Özgürlüğün derinliğin ve
sonsuzluğun rengidir.
Üç Renk Mavi’de geçmişin de rengidir.
BULUT: İçinde kristaller ve su tanecikleri taşıyan ve rüzgara kapılıp
gidecek denli köksüz duran görüntü.
KADEH: Kadeh içkiye gönderme yapsa da Dionysos’un elindedir ve
ölümsüzlüğün ve yeniden dirilişin ve aşkın iksirini taşır. İsa’da da
kutsal kanın taşıyıcısıdır, iyileştirerek yeniden dünyaya dönmeyi tasvir
eder.
Görünmeyen, diplerde kalmış zorlukla parça parça çekip çıkarılmış bilgi:
Başlangıcı belli olmayan bir zamanda, ölümsüzlüğün yeniden dirilişin yani
aşkın iksirini sunanın elinden içmiştir. Ve acı ya da ceza o sunulmuş
zamandan beri iksirle birlikte kadehte pırıltılı ve kıymetli durmaktadır
aslında o yüzden:
XII.
bana renkli şaraplardan getir
renkleri birbirine girmiş aşklar gibi
bana kadehlerdeki yüzümü getir
Yüz duygulanım imgesidir, görünme arzusunun ve duyguların ifadesinin de
görüldü yer duyguyla bağlantılı... O iksirin ortaya çıkardığı yüze özlem
ve geri getirme çağrısıdır, yani kaybettiği değil aslında (belki de
kaybetmemek için saklanmış) çekip çıkardığı bulduğu şeyi isteme o
güzelliği güzel olanı geri getirme çağrısıdır: içelim güzelleşelim gibi..
Bu sesleniş bana Delauze’nin minor edebiyat ya da minor oluşun,
özelliğini de hatırlattı: dizelerin içinde Salih Aydemir yoktur, ölmüş
belki yitip gitmiş belki de bir oluşun içindedir.
XXIX.
kaldır dudaklarımdaki kabukları ve üfle
içindeki sözcüklerin tozlarını aşk yüzünle
Kabuk, iyileşmekte olan bir yarayı imler ve sarıp sarmalayan ve gizleyen
bir özelliğe de sahip, bu seslenişte. O yaranın yani geçmişteki yaranın
görülmesini isteyen bir sesleniş ve iyileşmesine de yardım edilme
isteğini ( yarayı ancak yarayı açan iyileştirir de akla geliyor)
barındırıyor. Seslenilen kişinin de yüzünde aşkı görme arzusu yıllar
önceye ait olan, tozlardan arındırılırsa içte-içerde kalmış sözcükler
sayesinde ortaya çıkacaktır. Böylece görünürlüğe çıkması gerektiğinin
vurgusuyla seslenilmiş sanki.
XXXIII.
bilmem ki nasıl şikayet etsem taş gönlümü vakit çok geç
XXXIV.
aşk benimleydi istedim göstereyim ona
ey lika gününde benimle olmayan siyah
beni gizli bir sesle al vuslat bahçenden içeri.
Görünmeyeni görünür kılarak göstermek istenen aşka geç kalındığı duygusu
kitabın sonlarına doğru kendini belli eder, belirlenmiş buluşulacak günde
aydınlanmış olan karanlığa seslenerek yeniden orada o bahçede belirsizlik
ve görünmezliğe eski yerine yollama isteği ortaya çıkmış durumda ancak
bahçe eşik gibi olmasa da iç ve dışla bağlantısı da olan bir yer aynı
zamanda... Pek de istekle yapılmıyor.Karanlığa yeniden atma arzusu bir
zorunlulukla yapılıyormuş gibi.
Geçmiş çekip gitmiş, şimdinin içinden geleceğin belirsizliğini ortadan
kaldırarak geleceği biçimlemeye, inşa etmeye çalışır şair ancak bunu
başaracağından pek emin değildir gönlüne güvenememektedir, geciktirdiği
bir durum da mevcuttur zaten.
Kitaptaki kronotoplara bakıp şöyle bir yorum yapılabilir mi : Araz, azap
veren geçmişten bir öykü sanki, karanlıkta kalmış, görünürlüğe, su yüzüne
çıkmaya ihtiyaç duyan bir aşkın izdüşümleri var sanki! Şiir sihirli bir
değnek gerçeği düşe düşü gerçeğe çevirmek isteyen ve aslında biçimleyen
de... Gerçi J.Ranciere “Hakikat söylenmez. Hakikat bir ve bütündür, dil
onu parçalar; hakikat zorunlu, dillerse keyfidir.” der.
Bakhtin’in anlattığı karnaval, Salih Aydemir’in şiiridir kaçıp sığındığı
ve kendine yarattığı özgür hissettiği alandır ve sürekli genişlettiği. Diyaloji ve kronotop kavramlarıyla yazmak istediğim bu yazıda sürç-i
lisan ettiysek affola!