Öldürmek dışarıdan bakınca kolay bir eylem gibi görünür. Ama işi bunu
yapmak olan askerler bile çoğunlukla yükünü kaldıramazlar. Eylem bitip
vicdanınızla baş başa kaldığınız andan itibaren sinsi bir kemirgen
kafanızın içine sızarak beyninizi oyar. Her şeyin iç içe geçmesini
sağlar. Ölen de öldüren de siz olursunuz. Hele öldürdüğünüz insan
sevdiğiniz, güvendiğiniz, umutlarınızı bağladığınız kişiyse, vay
halinize! Kiralık katiller aralarında yakınlık kurulmasın diye
kurbanlarıyla iletişime geçmezler. Haklarında bilgi sahibi olmak
istemezler. Ben kiralık katillerden daha aşağılık biriyim. Onların
yapamadığını yaptım. Birlikte yaşlanmaya söz verdiğim kocamı öldürdüm.
Siz şimdi benim cinnet geçirdiğimi, cinayeti bir anlık şuursuzluk içinde
işlediğimi düşünüyorsunuzdur. Maalesef yanılıyorsunuz. Lanet olsun kafama
ki her şeyi ince ince planladım. Birinin boğazını sıkıp öldürebilecek
kadar vahşi değildim. Ya da tabancalı bıçaklı fantezilerle başlayan kanlı
bir ölüm gerçekleştirebilecek kadar acımasız... Zehirleyip ölmesini
beklemeye sabrım yetmezdi. Birinci katta oturduğumuz için balkondan atmak
gibi bir ihtimal söz konusu değildi. Sandaldan itip kaza süsü vermek en
akıllıca yol olsa da çevrede değil deniz bir avuç su birikintisi bile
yoktu.
Suç ortağım sevgilimdi. Beni bu konuda cesaretlendiren şey onun sevgisi
oldu. Ama bir sineği bile öldürebilecek kapasiteye sahip olmadığımı
görünce yardım etmek zorunda kaldı. İnternetteki bir arkadaşlık sitesinde
tanışmıştık. Yüzüne bakmaya doyamayacağım kadar çok yakışıklıydı. Resmini
gördüğüm an âşık olmuştum. Her zaman bilgisayar başında, ama hep meşgul
olurdu. İki satır yazışmak için saatlerce beklerdim. Gazete okuduğunu ya
da iş ilanlarına baktığını söylerdi. Onu beklemenin kendine özgü bir
albenisi vardı. Yazmasa da bilirdim beni düşündüğünü. Bu kadarı bile bana
yeterdi. Başarılı bir avukattı. Aldığı ücret tatmin edici olmadığı için
çalıştığı hukuk bürosundan ayrılmıştı.
Son günlerde kocamla, hiçbir paylaşımımız yoktu. Zaten ona âşık değildim.
Görücü usulüyle evlenmiştik. Bir inşaat şirketinde yöneticiydi. Gece
yarısı, yorgun argın gelirdi işten. Kendini yatağa zor atardı. O çıkarken
ben uyuyor olurdum. Harçlıklarımızı bırakmayı ihmal etmezdi. Cimrilik
ettiğini hiç görmemiştim. İlgisizliğimden şikâyetçi olduğum zamanlar,
"Sizin için çalışıyorum." derdi. "Bu evin kaç parayla döndüğünden haberin
var mı?" Sahi kaç parayla dönerdi bir ev? Çarşı pazar görmüşlüğüm mü
vardı ki bileyim? Ne istesem kocam getirirdi. Temizlik, çamaşır, ütü,
yemek, bulaşık derken dört duvar arasında çürüyüp gidiyordum. Ölüp kalsam
kimsenin haberi olmazdı. Yalnızlık duygusunun insana neler
yaptırabileceğini tahmin edemezsiniz.
Yalnız kocamın değil çocuklarımın da yüzünü göremezdim doğru dürüst.
Akşama kadar zaten okulda olurlardı. Akşamları ya bilgisayar başında oyun
oynayarak, ya da ders çalışarak geçirirlerdi zamanlarını. Soğuk duvarlara
baktıkça korkardım. Sırf kafamın içindeki sesler sussun diye televizyonun
sesini sonuna kadar açardım.
Oturduğumuz şehirde ne akrabamız vardı ne de ailece görüştüğümüz
birileri. Apartmandaki diğer kadınlar çalıştıkları için akşamdan akşama
eve gelirlerdi. Onların gibi yaşamına bayılırdım. Üniversite mezunu
olmama rağmen eşim çalışmamı istemiyordu. Çalışırsam çocukları ihmal
edeceğimi düşünüyordu.
Ev işlerinin sınırı yoktu. Bir yerden sonra, nefes alamadığımı
hissediyordum. Böyle zamanlarda, insanın derdini paylaşabileceği biri
olmalıydı. Bende eksik olan şey, buydu. Antidepresanlar sayesinde ayakta
kalıyordum.
İyi ki çocukların bilgisayarı vardı. En azından onlar yokken iki insanla
sohbet etme şansı yakalıyordum. O soğuk camın diğer yanında sıcak bir
yüreğin attığını bilmek heyecanlandırıyordu beni. Benim gibi yalnız,
benim kadar çaresiz başka insanların da var olduğunu anlıyor, garip bir
şekilde rahatlıyordum.
Bilgisayar başındaki arkadaşlığımız kısacık cümlelerle tat vermemeye
başlayınca yüz yüze görüşmek istedik. Daha doğrusu o istedi. El ele, göz
göze, bir pastanede geçti ilk buluşmamız. Çocukluğunu anlattı daha çok;
ailesinden bahsetti. İnternettekinin aksine son derece konuşkandı. Evimi
anlattım ben de; kendimize ait olduğunu söyledim. Eşyalarım
gösterişliydi. Standartlarımı bilsin, bana yaklaşımı bu doğrultuda olsun
istedim. Sonra çocuklarımdan bahsettim. Dul olduğumu sanıyordu.
Kafasındaki imajımı zedelememek için böyle düşünmesine izin verdim.
İlişkiyi gizli saklı yürütebilirim sandım.
Ama planladığım gibi olmadı. Beni sevdiğini söyledi sonraki buluşmamızda.
Birkaç hafta sonra evlenme teklif etti. Büyük bir üzüntü içerisinde,
zaten evli olduğumu söyledim. Bunu ondan saklayışıma kızmadı.
"Boşanırsın" dedi sadece. Ailemin, çocuklarımın, toplumun baskılarından
bahsettim. Bütün bunların altından kalkabilmem mümkün değildi. "O zaman
kocanı öldür!" dedi. Önce şaka yapıyor sandım. Sonra ne kadar ciddi
olduğunu anladım. O an gözlerime şiş çekilmiş olmalı ki bunun ne aşağılık
bir düşünce olduğunu göremedim.
Bütün cinayet aletlerini düşündük. Ölüm nedenleriyle ilgili kafa yorduk.
İnanılmaz fikirler üretiyordum. Sevgilim daha önce hiç görmediğim bir
yanımı ortaya çıkarmıştı. Ama birine zarar vermek fikri ne olursa olsun
benimle örtüşmüyordu. Korkuyla büyüyen gözlerimi ve titreyen ellerimi
fark edince bu depresif halimle asla başaramayacağımı o da anladı.
Böylece B planını devreye soktuk. Yatarken, evin kapısını aralık
bırakacaktım. Kocamı sessizce öldürüp hırsızlık süsü vermek için birkaç
parça değerli eşyayla birlikte kaçacaktı. Soruşturmalar bitip ortalık
yatışınca yeni bir hayata başlayacaktık. Kocaman bir ev satın alacaktı
bana. Garajda son model arabamız olacaktı. "Çocukların, benim de
çocuklarım..." diyordu.
Planı devreye sokmak için çocukları çok istedikleri okul gezisine
gönderdim. O akşam kocam içine doğmuş gibi erken geldi. Bir iş
çevirdiğimi anlamasın diye onunla iyi geçinmeye çalışıyordum. Güzel bir
akşam yemeğinin ardından saatlerce konuştuk. Ona ne kadar mutsuz olduğumu
anlattım. Bu kez beni gerçekten dinledi. Bana daha fazla vakit
ayıracağına söz verdi. Aylar sonra yeniden birlikte olduk. Bütün
kızgınlığım uçup gitti. Onu çok sevdiğimi anladım. Hayatıma başka erkek
soktuğum için büyük bir pişmanlık duydum. Kocam uyuduktan sonra sevgilimi
aradım. Vazgeçtiğimi, yapamayacağımı söyledim. "İki çocuğumu babasız
bırakamam." dedim. Sinirlenip telefonu suratıma kapattı. Haklıydı, ona
ümit vermiştim. Bu işin içinden nasıl çıkacağım konusunda en ufak bir
fikrim yoktu. Ama kocamdan ayrılmak istemediğimi çok iyi biliyordum.
Çünkü o gece her şey evlendiğimiz günkü gibiydi.
Aldığım ilaçlar yüzünden saatlerce deliksiz uyumuşum. Ertesi sabah
gözlerimi açtığımda kendimi korkunç bir savaş alanının içinde buldum.
Pencereden girmiş, kocamı yastıkla boğmuştu. Bununla da kalmayıp, evde
dağıtmadık köşe bırakmamıştı. Hırsızlık süsü vermek için altınlarımı,
birikmiş paramı, kocamın baba yadigârı antika saatini, cep
telefonlarımızı, gümüş takımları, parada ağır yükte hafif bulabildiği her
şeyi götürmüştü. Çılgına döndüm. Rolünü bu kadar iyi oynaması
şaşırtıcıydı. Komşular polise haber verdiler. Benimle birlikte yakın
çevremdeki herkesin ifadeleri alındı. Yaşadıklarımı kimseye anlatamadım.
Olay hırsızlık olarak geçti kayıtlara. Kocam uyandığı için öldürülmüştü.
Bense hayatımı bütün gece baygın bir şekilde yatmamı sağlayan ilaçlara
borçluydum.
Asıl hikâye, bundan sonra başladı. Cinayetin etkisinden kurtulup biraz
olsun kendime gelince uzun uzun düşündüm. Biri sekiz diğeri on yaşında
iki erkek çocuğuyla ortada kalmıştım. Hayatımı nasıl devam
ettirebilecektim? Ne bir işim vardı ne de beş kuruş param. Evet,
oturduğumuz ev kendimizindi. Ama kuru ev karın doyurmazdı ki...
Ona hiçbir şekilde ulaşamıyordum. Arkadaşlık sitesindeki profilini
kapatmış, telefon numarasını iptal ettirmişti. Elimde, herhangi bir
yerleşim adresi yoktu. Rehberlerde adı geçmiyor, barolar birliğinde kaydı
bulunmuyordu. Uzun zaman sonra tesadüfen internette resmini gördüm.
Farklı bir isimle, aranan suçluların içerisindeydi. Gasptan cinayete suç
dosyası oldukça kabarıktı. Aslında onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece
kendimi kandırmıştım.
Düştüğüm yanlış ortadaydı. Bilgisayar ekranı sandığım gibi saydam
değildi. Diğer ucundaki onca kötülüğü gizleyebilecek kadar ikiyüzlüydü
hatta. Hayallerimi bir suçlunun kokuşmuş varlığına yüklemiştim.
Suçluya yataklık etmek ve cinayete azmettirmek gibi öldürmek eyleminin
kaç çeşit versiyonu varsa bulaştım. Tanrı'dan rol çaldım. Hayatımı
korkusuzca bir cellâdın ellerine sundum. Aldatıldığıma ya da beş parasız
kaldığıma değildi isyanım. Aşkın parmaklarımın arasından akıp gitmesine
seyirci kalmıştım. Belki de bu, kadınların kaderiydi. Yeryüzündeki ilk
cinayet yine bir kadın yüzünden gerçekleşmişti.
Bundan sonra hayatımı nasıl sürdürebilirdim? Elime kan bulaşmıştı. Hem de
kocamın kanı. Kadın veya erkek, nasıl birileriyle iletişim kurabilirdim?
Masumiyetin bu kadar kolay kaybedilebildiğini gördükten sonra
başkalarının masumiyetine nasıl inanırdım?
Beni en çok yaralayan, kocamın öldükten sonra bile bizi düşündüğünü
öğrenmek oldu. Yüklü bir hayat sigortası yaptırmıştı kendine. Elimize
geçen parayla, yeni bir düzen kurduk. Onu hep öldüğü gece olduğu gibi
sevgi dolu haliyle görüyorum rüyamda. İlgisizliğini, saçma sapan
kavgalarımızı hatırlamıyorum bile. Böylesi çok daha fazla acı çekmeme
neden oluyor.
Evet, kocamı öldürdüm. Belki de herkes hayatının bir karesinde nefret
ettiği birileri için aklından geçirmiştir bunu. İnsan olma şerefine ters
düşüp birilerinin yaşama özgürlüğünü elinden alma düşüncesine
kapılmıştır. Benimkinin farklı yanı kocamdan nefret etmiyor olmamdı.
Aksine onu çok seviyordum. Çılgın bir internet macerası sebep oldu bütün
bunlara.