ÖYKÜ

Ayşe Korkmaz  






 
Kocamı Öldürdüm


Öldürmek dışarıdan bakınca kolay bir eylem gibi görünür. Ama işi bunu yapmak olan askerler bile çoğunlukla yükünü kaldıramazlar. Eylem bitip vicdanınızla baş başa kaldığınız andan itibaren sinsi bir kemirgen kafanızın içine sızarak beyninizi oyar. Her şeyin iç içe geçmesini sağlar. Ölen de öldüren de siz olursunuz. Hele öldürdüğünüz insan sevdiğiniz, güvendiğiniz, umutlarınızı bağladığınız kişiyse, vay halinize! Kiralık katiller aralarında yakınlık kurulmasın diye kurbanlarıyla iletişime geçmezler. Haklarında bilgi sahibi olmak istemezler. Ben kiralık katillerden daha aşağılık biriyim. Onların yapamadığını yaptım. Birlikte yaşlanmaya söz verdiğim kocamı öldürdüm.

Siz şimdi benim cinnet geçirdiğimi, cinayeti bir anlık şuursuzluk içinde işlediğimi düşünüyorsunuzdur. Maalesef yanılıyorsunuz. Lanet olsun kafama ki her şeyi ince ince planladım. Birinin boğazını sıkıp öldürebilecek kadar vahşi değildim. Ya da tabancalı bıçaklı fantezilerle başlayan kanlı bir ölüm gerçekleştirebilecek kadar acımasız... Zehirleyip ölmesini beklemeye sabrım yetmezdi. Birinci katta oturduğumuz için balkondan atmak gibi bir ihtimal söz konusu değildi. Sandaldan itip kaza süsü vermek en akıllıca yol olsa da çevrede değil deniz bir avuç su birikintisi bile yoktu.

Suç ortağım sevgilimdi. Beni bu konuda cesaretlendiren şey onun sevgisi oldu. Ama bir sineği bile öldürebilecek kapasiteye sahip olmadığımı görünce yardım etmek zorunda kaldı. İnternetteki bir arkadaşlık sitesinde tanışmıştık. Yüzüne bakmaya doyamayacağım kadar çok yakışıklıydı. Resmini gördüğüm an âşık olmuştum. Her zaman bilgisayar başında, ama hep meşgul olurdu. İki satır yazışmak için saatlerce beklerdim. Gazete okuduğunu ya da iş ilanlarına baktığını söylerdi. Onu beklemenin kendine özgü bir albenisi vardı. Yazmasa da bilirdim beni düşündüğünü. Bu kadarı bile bana yeterdi. Başarılı bir avukattı. Aldığı ücret tatmin edici olmadığı için çalıştığı hukuk bürosundan ayrılmıştı.

Son günlerde kocamla, hiçbir paylaşımımız yoktu. Zaten ona âşık değildim. Görücü usulüyle evlenmiştik. Bir inşaat şirketinde yöneticiydi. Gece yarısı, yorgun argın gelirdi işten. Kendini yatağa zor atardı. O çıkarken ben uyuyor olurdum. Harçlıklarımızı bırakmayı ihmal etmezdi. Cimrilik ettiğini hiç görmemiştim. İlgisizliğimden şikâyetçi olduğum zamanlar, "Sizin için çalışıyorum." derdi. "Bu evin kaç parayla döndüğünden haberin var mı?" Sahi kaç parayla dönerdi bir ev? Çarşı pazar görmüşlüğüm mü vardı ki bileyim? Ne istesem kocam getirirdi. Temizlik, çamaşır, ütü, yemek, bulaşık derken dört duvar arasında çürüyüp gidiyordum. Ölüp kalsam kimsenin haberi olmazdı. Yalnızlık duygusunun insana neler yaptırabileceğini tahmin edemezsiniz.

Yalnız kocamın değil çocuklarımın da yüzünü göremezdim doğru dürüst. Akşama kadar zaten okulda olurlardı. Akşamları ya bilgisayar başında oyun oynayarak, ya da ders çalışarak geçirirlerdi zamanlarını. Soğuk duvarlara baktıkça korkardım. Sırf kafamın içindeki sesler sussun diye televizyonun sesini sonuna kadar açardım.

Oturduğumuz şehirde ne akrabamız vardı ne de ailece görüştüğümüz birileri. Apartmandaki diğer kadınlar çalıştıkları için akşamdan akşama eve gelirlerdi. Onların gibi yaşamına bayılırdım. Üniversite mezunu olmama rağmen eşim çalışmamı istemiyordu. Çalışırsam çocukları ihmal edeceğimi düşünüyordu.

Ev işlerinin sınırı yoktu. Bir yerden sonra, nefes alamadığımı hissediyordum. Böyle zamanlarda, insanın derdini paylaşabileceği biri olmalıydı. Bende eksik olan şey, buydu. Antidepresanlar sayesinde ayakta kalıyordum.

İyi ki çocukların bilgisayarı vardı. En azından onlar yokken iki insanla sohbet etme şansı yakalıyordum. O soğuk camın diğer yanında sıcak bir yüreğin attığını bilmek heyecanlandırıyordu beni. Benim gibi yalnız, benim kadar çaresiz başka insanların da var olduğunu anlıyor, garip bir şekilde rahatlıyordum.

Bilgisayar başındaki arkadaşlığımız kısacık cümlelerle tat vermemeye başlayınca yüz yüze görüşmek istedik. Daha doğrusu o istedi. El ele, göz göze, bir pastanede geçti ilk buluşmamız. Çocukluğunu anlattı daha çok; ailesinden bahsetti. İnternettekinin aksine son derece konuşkandı. Evimi anlattım ben de; kendimize ait olduğunu söyledim. Eşyalarım gösterişliydi. Standartlarımı bilsin, bana yaklaşımı bu doğrultuda olsun istedim. Sonra çocuklarımdan bahsettim. Dul olduğumu sanıyordu. Kafasındaki imajımı zedelememek için böyle düşünmesine izin verdim. İlişkiyi gizli saklı yürütebilirim sandım.

Ama planladığım gibi olmadı. Beni sevdiğini söyledi sonraki buluşmamızda. Birkaç hafta sonra evlenme teklif etti. Büyük bir üzüntü içerisinde, zaten evli olduğumu söyledim. Bunu ondan saklayışıma kızmadı. "Boşanırsın" dedi sadece. Ailemin, çocuklarımın, toplumun baskılarından bahsettim. Bütün bunların altından kalkabilmem mümkün değildi. "O zaman kocanı öldür!" dedi. Önce şaka yapıyor sandım. Sonra ne kadar ciddi olduğunu anladım. O an gözlerime şiş çekilmiş olmalı ki bunun ne aşağılık bir düşünce olduğunu göremedim.

Bütün cinayet aletlerini düşündük. Ölüm nedenleriyle ilgili kafa yorduk. İnanılmaz fikirler üretiyordum. Sevgilim daha önce hiç görmediğim bir yanımı ortaya çıkarmıştı. Ama birine zarar vermek fikri ne olursa olsun benimle örtüşmüyordu. Korkuyla büyüyen gözlerimi ve titreyen ellerimi fark edince bu depresif halimle asla başaramayacağımı o da anladı. Böylece B planını devreye soktuk. Yatarken, evin kapısını aralık bırakacaktım. Kocamı sessizce öldürüp hırsızlık süsü vermek için birkaç parça değerli eşyayla birlikte kaçacaktı. Soruşturmalar bitip ortalık yatışınca yeni bir hayata başlayacaktık. Kocaman bir ev satın alacaktı bana. Garajda son model arabamız olacaktı. "Çocukların, benim de çocuklarım..." diyordu.

Planı devreye sokmak için çocukları çok istedikleri okul gezisine gönderdim. O akşam kocam içine doğmuş gibi erken geldi. Bir iş çevirdiğimi anlamasın diye onunla iyi geçinmeye çalışıyordum. Güzel bir akşam yemeğinin ardından saatlerce konuştuk. Ona ne kadar mutsuz olduğumu anlattım. Bu kez beni gerçekten dinledi. Bana daha fazla vakit ayıracağına söz verdi. Aylar sonra yeniden birlikte olduk. Bütün kızgınlığım uçup gitti. Onu çok sevdiğimi anladım. Hayatıma başka erkek soktuğum için büyük bir pişmanlık duydum. Kocam uyuduktan sonra sevgilimi aradım. Vazgeçtiğimi, yapamayacağımı söyledim. "İki çocuğumu babasız bırakamam." dedim. Sinirlenip telefonu suratıma kapattı. Haklıydı, ona ümit vermiştim. Bu işin içinden nasıl çıkacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Ama kocamdan ayrılmak istemediğimi çok iyi biliyordum. Çünkü o gece her şey evlendiğimiz günkü gibiydi.

Aldığım ilaçlar yüzünden saatlerce deliksiz uyumuşum. Ertesi sabah gözlerimi açtığımda kendimi korkunç bir savaş alanının içinde buldum. Pencereden girmiş, kocamı yastıkla boğmuştu. Bununla da kalmayıp, evde dağıtmadık köşe bırakmamıştı. Hırsızlık süsü vermek için altınlarımı, birikmiş paramı, kocamın baba yadigârı antika saatini, cep telefonlarımızı, gümüş takımları, parada ağır yükte hafif bulabildiği her şeyi götürmüştü. Çılgına döndüm. Rolünü bu kadar iyi oynaması şaşırtıcıydı. Komşular polise haber verdiler. Benimle birlikte yakın çevremdeki herkesin ifadeleri alındı. Yaşadıklarımı kimseye anlatamadım. Olay hırsızlık olarak geçti kayıtlara. Kocam uyandığı için öldürülmüştü. Bense hayatımı bütün gece baygın bir şekilde yatmamı sağlayan ilaçlara borçluydum.

Asıl hikâye, bundan sonra başladı. Cinayetin etkisinden kurtulup biraz olsun kendime gelince uzun uzun düşündüm. Biri sekiz diğeri on yaşında iki erkek çocuğuyla ortada kalmıştım. Hayatımı nasıl devam ettirebilecektim? Ne bir işim vardı ne de beş kuruş param. Evet, oturduğumuz ev kendimizindi. Ama kuru ev karın doyurmazdı ki...

Ona hiçbir şekilde ulaşamıyordum. Arkadaşlık sitesindeki profilini kapatmış, telefon numarasını iptal ettirmişti. Elimde, herhangi bir yerleşim adresi yoktu. Rehberlerde adı geçmiyor, barolar birliğinde kaydı bulunmuyordu. Uzun zaman sonra tesadüfen internette resmini gördüm. Farklı bir isimle, aranan suçluların içerisindeydi. Gasptan cinayete suç dosyası oldukça kabarıktı. Aslında onu hiç sevmediğimi fark ettim. Sadece kendimi kandırmıştım.

Düştüğüm yanlış ortadaydı. Bilgisayar ekranı sandığım gibi saydam değildi. Diğer ucundaki onca kötülüğü gizleyebilecek kadar ikiyüzlüydü hatta. Hayallerimi bir suçlunun kokuşmuş varlığına yüklemiştim.

Suçluya yataklık etmek ve cinayete azmettirmek gibi öldürmek eyleminin kaç çeşit versiyonu varsa bulaştım. Tanrı'dan rol çaldım. Hayatımı korkusuzca bir cellâdın ellerine sundum. Aldatıldığıma ya da beş parasız kaldığıma değildi isyanım. Aşkın parmaklarımın arasından akıp gitmesine seyirci kalmıştım. Belki de bu, kadınların kaderiydi. Yeryüzündeki ilk cinayet yine bir kadın yüzünden gerçekleşmişti.

Bundan sonra hayatımı nasıl sürdürebilirdim? Elime kan bulaşmıştı. Hem de kocamın kanı. Kadın veya erkek, nasıl birileriyle iletişim kurabilirdim? Masumiyetin bu kadar kolay kaybedilebildiğini gördükten sonra başkalarının masumiyetine nasıl inanırdım?

Beni en çok yaralayan, kocamın öldükten sonra bile bizi düşündüğünü öğrenmek oldu. Yüklü bir hayat sigortası yaptırmıştı kendine. Elimize geçen parayla, yeni bir düzen kurduk. Onu hep öldüğü gece olduğu gibi sevgi dolu haliyle görüyorum rüyamda. İlgisizliğini, saçma sapan kavgalarımızı hatırlamıyorum bile. Böylesi çok daha fazla acı çekmeme neden oluyor.

Evet, kocamı öldürdüm. Belki de herkes hayatının bir karesinde nefret ettiği birileri için aklından geçirmiştir bunu. İnsan olma şerefine ters düşüp birilerinin yaşama özgürlüğünü elinden alma düşüncesine kapılmıştır. Benimkinin farklı yanı kocamdan nefret etmiyor olmamdı. Aksine onu çok seviyordum. Çılgın bir internet macerası sebep oldu bütün bunlara.


içindekiler    üst    geri    ileri   



 11