RÖPORTAJ

Semih Özcan  





 

Yeliz Bulgurcu
BİR TESTEREYLE
NOTALARI
YONTA YONTA
İNSANA VARMAK

Açıkçası onu müzik aleti olarak kullandığı testereyle ilk gördüğümde pek önemsemedim. ‘Testere’nin dünyada ve özellikle de İngiltere’de az olan birkaç örneğinde yeterli bir müzik tınısı ve ritmi göremediğimden olsa gerek, popüler kültürün pompaladığı bir ‘moda akımı’ ya da gelip geçici bir heves olarak gördüm. Ancak müziğini dinleyip yaptıklarını görünce, derin ve farklı bir kültür atmosferinin içinde buldum kendimi.

Yeliz Bulgurcu..Dünyada az sayıda örneği bulunan müzikal testerenin Türkiye’deki, sanırım tek ‘icracısı.’ Ve açıkçası dünyadaki örneklerinden çok çok daha ilerde ve başarılı.

Müziği ve yaşamı da ilginç yakınlıklar gösteriyor Yeliz’in. Eğitimi müzik üzerine değil, Bilkent Üniversite’sinin Kamu Yönetimi mezunu. Ancak on yedi yaşından beri müzik ve sanat uğraşısının içinde. Testere öncesinde müzik yaşamı gitar çalarak başlamış, bir yandan da ahşap oymacılığına ilgi duyup onu iş edinmiş. Bu arada çocuk ve kadın hakları üzerine toplum projelerinde, sivil toplum örgütlerinde çalışmalar yüklenmiş. Tüm bu uğraşı ve sanat çalışmaları yaşamına öylesine giriyor ki, mezuniyetinin ardından adım attığı akademik kariyerini, doktora öğrencisiyken 3. Sınıfta terk ediyor.

Sanırım en güzeli yaşamına yön veren bu ilginç seçimini kendi ağzından dinlemek:


[ Semih Özcan Özgeçmişin ve yaşamının senin için önemli dönüm noktaları hakkında bilgi verebilir misin?

[ Yeliz Bulgurcu ] 'Özgeçmiş' işi çağrıştırıyor. Oralara pek girmeme gerek yok. Rüyada olduğumun farkına vardığım 4-5 yaşlar önemliydi. Rüyada yer çekiminin görece az olduğunu fark etmemle başlayan süreç otuzlu yaşlarımın başına kadar devam etti. Her gece uyumadan önce, "Bu gece zamanı durdurayım, ilk bulduğum eve girip aynaya bakayım", "Kırmızı bir bisikletle tüm şehri dolaşayım", "Ne kadar yükseğe uçabilirim?", "Suyun altında nefes alabilir miyim?", "Ölsem ne olur?", "Aynanın içinden geçebilir miyim?", "Farklı bir mekana ışınlanabilir miyim?", "Gezegenleri ziyaret edebilir miyim?", "Kara delikten geçince nereye gidilir?", "Kendi etrafımda dönersem ne olur?", "Rüyadaki karakterlere hayatın anlamını sorsam ne derler?", "Bir anda absürd şeyler yapsam rüya karakterleri nasıl tepki verir?", "Meditasyonla rüya başlatılabilir mi?", "Bir rüyadan diğerine geçebilir miyim?", "Yok olabilir miyim?" gibi çok sayıda sorunun cevabını bulmak, benim için eğlenceden çok öte anlamlar ifade ediyordu. Fizik kurallarının farklı olduğunu, dünya dışında farklı alemlerin olduğunu keşfetmenin dışında, odaklanarak hayal edildiği anda hayalin gerçekleşmesi özgüveni güçlendiren etkiye sahipti. Bunun yanında şaşırtıcı pek çok şey de yaşanabiliyordu. Çocukken en önemli keşfim, rüya aleminde korku, kaygı gibi hislere kapılınca rüyada olma farkındalığını kaybettiğim o alemden, deyim yerindeyse, "şutlandığımdı". Dolayısıyla duyguları kontrol etmede bana çok fazla deneyim kazanma fırsatı sağladı. Bilincin ve olasılıkların sonsuz olabildiği önemli bir kazanımdı. Yaşım ilerledikçe benim gibi insanların var olduğunu öğrenmek dünyaya ait olmadığım hissini azaltmaya başladı. yirmili yaşların başında Le Berge isimli bir psikoloğun bu konuda bir enstitü kurduğu ve tıp alanında bu rüya türünün felç tedavisi, fobi tedavisi gibi pek çok alanda kullanılmaya başlandığını öğrenmek sevindiriciydi. Otuzlu yaşlarımın başına kadar süren keşif serüveni sonunda, berrak rüyayı ve kendimi yeterince keşfettiğimi düşünerek farklı rüya çeşitleri görme olasılığını da canlandırmış oldum. Her bir deneyim benim için duygularımla, bilinç altımla yüzleşme kapısı olmanın yanında, C.G. Jung'un bahsettiği kolektif bilinç dışı ile bağlantıya geçebilme fırsatı. Modern insan için uyku vakit kaybı. Oysa, insan doğumdan ölüme kadar keşfedebilen, öğrenebilen, büyüyen bir varlık ve rüya keşfin en risksiz, en keyifli yollarından biri. Kitap okumak gibi; rüyada kelimeler ve cümleler gözünüzün önünde canlanıyor.

Rüyadan dünya hayatına geçeyim biraz. Dostoyevski ile tanıştığım orta okul yıllarım pazarlıksız sevgiyi keşfetmem açısından önemli.

On altı yaşımda kendi yaşamımı kurma hayali ile odaklanarak çalışmış olmam ve Bilkent Üniversitesi'ni burslu kazanarak sevdiğim siyaset, siyaset felsefesi, kültürel çalışmalar, sosyoloji alanlarında bilgi edinmem, her bir konuda farklı bakış açılarının, kaynaklarının, etkilerinin keşfi önemliydi. ‘Doktora üç’ terkim. Lisede bir yerlerde müzik yapmaya karar verip on yedi yaşımda Antakya'dan ilk uzun süreli çıkışımda, iyi bir mekanda müzik yapmış olmak önemli bir deneyimdi. Yine aynı yaşta gönüllü işlere başlayarak, hafta sonları depremzede çadır kamplarında geçirmiş olmak ve gönüllülüğün varlığımın önemli bir parçası olduğunu keşfetmem önemli dönüm noktalarından. Sonrasında hep çocuklar ve kadınlarla ilgili kalkınma projelerinde görev aldım.

Evlendim ve insanları kalıplara sokmayı ve daha rahat sömürülebilmelerini sağlayan toplumsal bir kurum olan ailenin ve içine doğduğum ve çıkamadığım beyaz yaka kafasının bana uygun olmadığını keşfederek boşandım, şehirden ve tüketim kafasından biraz uzaklaştım. Altı sene kadar dağ ve köylerde yaşayarak tarım ve ahşap işçiliği yaparak yaşadım. Bu süreçte, şehirli konformizm/ uygitsincilik kıskacında kaygı ve korkulara esir olmuş modern/post modern insanın, kapasitesinin farkında olmayarak olasılıkları nasıl yok ettiğinin farkına varmış olmak önemli bir kazanımdı. Çok farklı insanlarla tanıştım. Kargı Köyü'nde Adalet Abla ile dağlara çıntar toplamaya gitmek, altmış yaşındaki bir kadının yaşam enerjisinin taştığına şahit olmak, Bademler Köyü'ndeki bibilerle oturup derin muhabbetler etmek kalıp kırıcı, algı açıcı, ruh besleyiciydi. Köylerin hızlı dönüşümlerine tanıklık etmek üzücü olsa da kente dönüp mülteci çocuklarla gönüllü çalışmalar yapmam konusunda yeterli motivasyonu ve dersi aldığımı düşünüyorum.

Anlatacak çok dönüm noktası var ama daha fazla uzatmayayım.




Yeliz Bulgurcu için müzik kendi ilgi alanı. ‘Okullu’ anlamında müzik eğitimi yok. Ancak kendini çok iyi yetiştirdiği ve çok iyi bir müzik kulağı olduğu kesin. Müzikal testere perdesiz bir çalgı, nota bilginiz olsa bile bilinen çalgı teknikleriyle bu işi kotaramazsınız. Kendi deyimiyle notaların yerini ‘deneme-yanılma’ yöntemiyle buluyorsunuz ve bunun için de çok iyi bir müzik kulağınızın olması gerek.



[ Semih Özcan Çaldığın enstrüman yani müzikal testere üzerinde de konuşmak istiyorum. İngiltere’den getirttiğine göre bildiğimiz testerenin çok dışında oldukça farklı özellikleri olan bir alet. Bildiğimiz testere olmadığı kesin. (Testere demişken, kullanımında herhangi bir risk var mı? Kesici bir yanı var mı örneğin?) Müzikal testere nedir? Tanıtır mısın? Burada bulunmadığına göre yapımı mı zor ya da taleple ilgili bir sorun mu? Özellikleri neler? Bir de, bir Fransız müzik öğretmeninin yönlendirmesiyle İngiltere’den aldığına göre Testerenin orada ve dünyada ilgi ve kullanım durumu ne?

[ Yeliz Bulgurcu ] Benim bildiğim bir riski yok. Uzun süreli çalışlarda sırt ve kol ağrısı yapabiliyor. Kesici yanı var. Ahşap kesebiliyor. Denemiştik ilk zamanlar. Müzikal testere, ölçüleri belli ses aralığında olacak şekilde ayarlanmış bildiğimiz testeredir. Türkiye'de ölçülerle ilgili sıkıntı var. Uygun ölçüde üretilse her testere müzik aleti olarak kullanılabilir. Örneğin, otuz santimlik bir testereden de ses çıkarılır ama ses aralığı görece dardır. Avrupa, Amerika ve Japonya'da kullanılıyor bildiğim kadarıyla; tiyatro oyunlarında, klasik batı müziği orkestralarında yer alıyor. Festivale davet etmişti bir testere icracısı. Japonya'da testere çalanlar derneği var bir de bildiğim. Çok araştırmadım.

[ Semih Özcan Testereyle yaptığın kayıtları izlerken bir şey kafama takıldı. Bu enstrüman başlıbaşına, bağımsız bir müzik aleti olabilir mi yani tek başına, bir resital örneğin verilebilecek yeterliğe sahip mi yoksa diğer enstrümanlarla birlikte müziğe katkıda bulunan bir ritim enstrümanı mı? Açıkçası İngiltere’deki örneklerine baktım, tek başına pek ilgimi çekmedi. Daha çok bir ritim çalgısı niteliğindeydi. Bunda biraz da, sanırım sesi de müsait, yer yer tekno sesler de ekleyerek bir tür uzay sinyallerini çağrıştıran farklı bir müzik yaratma kaygısı etkili. Senin müziğin ve çalış biçimse çok farklı. Yer yer bize özgü halk motiflerinden de yararlanarak çok nefis bir müziğe varıyorsun. Gerek bildiğimiz parçaları yorumlaman
(1),  gerekse yaptığın ilk beste (2) .. söylemek istediğim testere enstrümanı sende başlı başına tek başına yeterli gelebilecek bir müzik aletine dönüşüyor. Kendi adıma saatlerce bu enstrümanla vereceğin bir resitali bıkmadan izleyebilir/dinleyebilirim. Varmak istediğim; bundan sonraki düşüncen ve amacın ne? Bu aletle müziğini yaygınlaştırmayı düşünüyor musun? Örneğin konserler verme programında var mı?

[ Yeliz Bulgurcu ]  Çok motive edici yorumlarınız. Teşekkür ederim. Net bir plan yapmadım. Amacım güzel ezgileri insanlarla farklı bir frekanstan paylaşmak. Testerenin sesinde benim duyduklarımı duyabilen ve hissedebilen çok az insan oldu şimdiye kadar. Onlarla yollar kesişince güzel işler çıkacak diye düşünüyorum. Ufak ufak güzel teklifler geliyor beraber müzik yapmaktan çok büyük keyif alacağım insanlardan. Testereyi ilk duyduklarında hislerini ifade ederken kullandıkları kelimeler benimkilerle örtüşüyor. Bakalım göreceğiz neler olacağını hep birlikte.



Yeliz Bulgurcu’nun müziğini ve yaptığı çalışmaları gözümde çekici kılan bir başka neden de şu oldu. Farklı ve özellikle ilk anda ilginç gelebilecek bir enstrüman kullanıyor. Bu ‘popüler kültür’ün hemen sahipleneceği bir durum. Popüler Kültür özellikle müzikte bir tüketim kültürüdür. Sizi kısa zamanda zirveye taşır ve bir süre kullanır, tüketir. Başlangıçta öyle de olmuş. Sadece sanal medya değil, ana akım medya denilen birçok alan kendisiyle ilgilenmiş, röportajlar yapmış. Ulusal düzeyde bildik hemen her gazetede var adı, TRT dahil televizyonlara da çıkmış. Ancak nedense bana hep zirveden kaçmış, arka planda daha doğrusu bu işin mutfağında, üretiminde kalmayı yeğlemiş bir kişi izlenimi verdi. Onun yerinde başka bir kişi olsaydı büyük olasılıkla şu an kolaylıkla kısa zamanda zirvenin en tepesinde olabilirdi. Bundan özenle kaçınmış. Kendine özgü, özgün yaratıcı çalışmalarla, üretimiyle de bir yerde bu popüler kültürün tüketme modundan da kurtarmış kendini. Hatta müzikte zirvede, ünlü bir isim olmak bir yana, bir röportajında amacının ‘müzik terapisti’ olmak olduğunu açıklıyor.



[ Semih Özcan ‘’ Müzik terapisti olacağım ‘’ diyorsun bir açıklamanda. ‘Müzik terapistliği’ ben de dahil sanırım çoğumuzun bilmediği bir konu. Müzik terapistliği nedir, nasıl olunur? Biraz açıklar mısın?

[ Yeliz Bulgurcu Müziğin sadece bir haz kaynağı olmasının dışında duygu ve biliş durumuna etkileri insanın var oluşundan beri, bilinç düzeyinde olmasa da, bilinir. Zihnin farklı frekanslara geçişini sağlayan bedeni harekete geçiren, dansla birleştiğinde de kolektif bilinç dışı ile bağ kurmaya yarayan en etkili araçlardan biridir. Müziğin insanın evriminde özellikle dilin gelişiminde önemli etkileri olduğunu iddia eden bilim insanları var. Darwin onlardan biri. Tüm toplumlarda tüm zamanlarda bebeklere düşük tempolu, tekrara dayalı ve basit özellikli ninniler söylenegelmiş ve bebek ilk olarak ninnilere tepkiler verir. Eflatun ve Aristo'nun insanın ahlaki ve estetik gelişiminde hangi yaşlarda müzik eğitiminin ne şekilde verilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerinin günümüz eğitim sistemine etkilerini sürmekte.

Monoteist, politeist, panteist, monist, tanrıça inanışları, animizm, spiritüelizm ya da hangi din-inanış olursa olsun ritüeller ve müzik arasında içkin bir bağ bulunur. Metallica konseri de böyle değerlendirilebilir. Günümüzün popüler olan ya da alt kültürlerin kendilerini tanımlama ve ifade etmede kullandıkları müzikler de aidiyet hissi yaratma, kendine ait bir aşkınlık alanı yaratma, trans haline girme, ortak duygu düşünce aktarımı etkilerine sahip.

Çalışma, oyun, eğitim, sanat gibi hayatın her alanında tamamlayıcı bir rol oynayan müziğin tedavi amacıyla kullanımı da insanlık tarihi kadar eskidir. İlk çağlardaki eski topluluklarda, müzik hasta insanların bedenlerindeki kötü ruhları temizlemede dansla birlikte kullanılırdı. Trans haline geçen hasta katarsis/arınma ve iyileşmesi sağlanırdı. Daha yakın zamana geldiğimizde, M.Ö. 4'üncü yüzyıldan itibaren Asklepion denilen insanları tedavi amacıyla kullanılan kutsal alanlarda müzik kullanılmıştır. Bizim coğrafyada makam müziğinin tedavi amacı ile kullanılışına ilişkin kaynaklar bulmak mümkün.

Çok uzatmış olabilirim bazı okurlara göre. İnanın devede kulak bile değil bahsettiklerim. Bu konuda öyle inanılmaz bilgiler var ki şaşarsınız. İlla kitap almanıza da gerek yok. İnternet muhteşem bir bilgi kaynağı.

20'inci ve 21'inci yüzyıla gelebiliriz. 1950’lerden itibaren "Müzik Terapi" adı ortaya çıkmış ve bir üniversite disiplini olarak metafizik ve idealist teorilerden uzaklaşarak müzik bilim camiasına girmiş. Dünya Müzik Terapi Federasyonu (The World Federation of Music Therapy, WFMT), müzik terapiyi "bir kişi veya grubun fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel ihtiyaçlarını karşılamak üzere gereksindiği iletişim, ilişki, öğrenme, ifade, harekete geçme, organizasyon ve diğer ilgili terapötik öğeleri geliştirmek ve artırmak için müziğin ve/ veya müzikal elemanların (ses, ritm, melodi ve harmoni) eğitimli bir müzik terapisti tarafından tasarlanarak kullanılması" olarak tanımlar. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Aralık 2017'de gerçekleşen Uluslararası Müzik Terapi Sempozyumu'na katılmıştım. Orada, Müzik Terapi'nin örneğin kalp hastalıklarında, otizmdeki meta analizleri de aktarılmıştı. Dünyanın pek çok ülkesinde, şaşırtıcı, kan emici ilaç ve sağlık sektörüne dönük kalıpları kırıcı çalışmalar yapılıyor olduğunu görmek beni heyecanlandırmıştı. Bu sempozyuma katılmam konusunda beni rüyalarım motive etti," iyi ki de görmüşüm", diyorum. Çocukların yeri benim için çok özeldir. Çocuklar için müzik terapisti olmak istiyorum ancak ne yazık ki bu konuda Türkiye'de eğitim alabileceğim bir yer yok. Popülerleşen her olgu gibi, müzik terapi de mistik sosla bulandırılarak pazarlanan bir meta haline dönüşüyor. Birkaç aylık, haftalık hatta günlük eğitimlerle pazarlanmaya çalışılan bir meta olamayacak kadar derin ve değerli bence müzik terapi. Öğrenme yoluna girdim; yolun çok başındayım. İyi bir eğitim almadan asla bir insanın hayatını riske atacak bir uygulamaya girişemem. Bunu yapanların haddinden fazla cesur olduğunu düşünüyorum. Bir yandan, her işte olduğu gibi hakkıyla bu işi yapanlar da yok değil. Bildiğim kadarıyla yine her alanda olduğu gibi sayıca çok azlar. Bilgi hiyerarşisine kapılan, yurt dışında eğitim almış bazı insanların iktidar hırsıyla zedelenmiş egolarının insana hizmet etme bilincini nasıl öldürdüğünü görmek mümkün. Gönülden iyi işler yapmaya çalışan ama eğitimleri tartışmalı kişilerle yaptıkları ağız dalaşlarına sosyal medyada şahit olmak beni utandırıyor. Bana kalırsa her işte olduğu gibi işi hakkıyla yapmak için önce insanı sevmek, iyi bir şeyler yapma güdüsü ile güdülenmek; ya da farklı bir ifade ile insanı sömürecek bir nesne olarak görmemek gerekiyor.




Bulgurcu en son kafasındaki bu düşüncelerini İzmir’de Down Sendromluların kurduğu bir tiyatroya katkı yaparak gerçekleştirmiş. Sadece yurt içinde değil, dışarda da büyük ilgi gören ‘Umut Otobüsü’ oyununda o da testereyle yarattığı müzikle yer alıyor.



[ Semih Özcan Down Sendromlulara karşı özel bir ilgin olduğunu, onlarla birlikte çalışma yaptığını biliyorum. Örneğin senin de katkıda bulunduğun son tiyatro oyunu
(2). Onlarla ilgilenmen, onlarla birlikte ortak çalışma yapmanın özel bir nedeni var mı? Bu çalışmalar sürecek mi?

[ Yeliz Bulgurcu ] Tek örnekten bu çıkarım biraz iddialı olabilir. Haklarından yoksun bırakılan, kapasitelerine ulaşmaları sosyal ve ekonomik yapının çıkar odaklı hareketleri ile engellenen herkese karşı sorumluluk hissediyorum. Down Sendromluların, ruhu hastalanmış modern insana şifa sağlayacak özel insanlar olduklarını düşünüyorum. Katkıda bulunduğum tiyatro oyununa oyunun sahnelenmesine iki gün kala dahil oldum. Benim için muhteşem bir deneyimdi. Bir günlük çalışma ve iki günlük sahne süresince, onların samimiyetlerinin ve pozitif enerjilerinin Down Sendromlu olmayanlar üzerindeki iyileştirici etkisini gördüm. Sadece kendi üzerimde değil, yakından tanıdığım insanlar üzerinde de. Umarım benzer çalışmalar devam eder ve hep birlikte güçleniriz. Modern toplumların normal-anormal, sağlıklı-sağlıksız ayrımının toplumları kontrol etmeyi sağlayan kötücül bir kurgu olduğunu düşünüyorum. Hepimizin farklı özellikleri; güçlü ve zayıf yönleri var. Örneğin, hayatımda çok önemli bir yeri olan abim, zihinsel ve bedensel engelli olarak kategorize ediliyor sağlık sektörü tarafından. Yani, onlar açısından "anormal". Bana göreyse çok özel bir insan. Duygusal zekası, empati becerisi çok güçlü ve sohbetleri ile bana olan desteği "normal" bir insanın sağlayamayacağı derinlikte.



Oyuna geri dönecek olursak, In-Orchestra - ProgettoErasmus Plus kapsamında gerçekleşen projenin sonucu olarak ortaya çıkan Umut Otobüsü oyununun arkasında çok kalabalık ve her birinin gönlü birbirinden güzel bir ekip var. Bu ekipteki herkesin senelerce süren çalışmalar boyunca güçlendiğini düşünüyorum. Herhangi bir çalışmanın gruptaki herkesi güçlendirecek şekilde kurgulanmasının mümkün olduğunu görmek beni çok mutlu etti. Bu tür çalışmaların artmasını ve uzun soluklu etkinliklerin parçası olmayı çok isterim.



Yeliz Bulgurcu aslında bir diğer sanat uğraşısı olan ahşap oymacılığı müzikal testerede de sürdürüyor. Bu kez notaları yontuyor ve onlardan insana, insanın ruhuna, derinliğine varıyor. Söyleşiyi bitirirken söylemek istediğim son söz; bu ismi beyninizin bir köşesine not edin. Çünkü bir daha hiç çıkmayacak. Sağlam adımlarla yükseliyor.





____________________


(1) https://www.youtube.com/watch?v=W7feKKUFjkw
(2) https://www.facebook.com/1GaripTestere



dizin
    üst    geri    ileri  

 




 12 

 SÜJE  /  otuz beşinci sayı