POETİK METİN

Sabahattin Umutlu    







deneysel
bir
direniş
hafızası
olarak
seyhan erözçelik
şiiri



“ne varlığa erinirim
ne yokluğa yerinirim
aşkın ile avunurum
bana seni gerek seni”

yunus emre

“gâh çıkarım gökyüzüne
hükmederim kâf’tan kâf’a
gâh inerim yeryüzüne
yar severim kime ne”

kul nesimi

“şimdi’nin bedeni yok ,
yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşı kokluyor
yontu dağılıyor”

nilgün marmara

“vâr idik
yoğ idik “

seyhan erözçelik



kötülük had safhada. nüfuz ediyor, yaygınlaşıyor. kötülük dayanışması diyor bu duruma ece ayhan. kötülük çağındayız. belli ki uzun sürecek…

uçsuz bucaksız bir şimdi. geçmişin ve geleceğin enkazı.

yeis, diyor seyhan erözçelik.   yeis, o derin keder. o kara melankoli. mutlak bir şimdiye hapsolmanın dili mi, ne?

kötülük çağında pornografisi bir yangının…hafızalara sıçrayan ve giderek her hatırayı yakıp kül eden bir yangının…enkazında bir merak. dünün, bu günün, yarının ve şimdinin bedenleri… şimdinin bedeninde düğümlenen hafıza ve küller…

al, bu boşluk sende kalsın. hayat ile hafızanın bin bir türlü hali var. yağmur gecikti mi. . . bir düğümü oynatır rüzgar. açılırsın…

merak kediyi öldürür, diyor, seyhan ve ekliyor: “ne var ki, şiir yangında ilk kurtarılacak olan değildir,olmamalı. şiire sinsice karıştırılan- hoyrat bir iştir bu- insanlar, münasebetler, aşklar, nefretler, velhasıl hayat,en önce kurtarılması gerekendir.
ne var ki şiir, ilk kurtarılacak olunca var olabiliyor.   şairi buna mahkum eden şeye –şey-lanet olsun!

şairler ahmaktır bunu bütün dünya biliyor. ”


tarih biçilemez hiç bir şeye. . ömürlere de… varlığa da… nesneye de… hafızasına da nesnelerin… kör bir bakışın eseri olsa da körelmiştir bıçakları aklın, değmez aşka, meşk’ e şiire de…

uçsuz bucaksızdır söz, yazı da bir hikaye. hepsi bir kurgudur. geçiniz. şiirde gelenek mi dediniz? onu da…

anka ile bir yangının küllerinden doğmanın, halkion olup dalgaların üstünde kuluçkaya yatmanın, hakikat yolunda otuz kuş birden olmanın adı: simurg…

simurg da içlerindeydi. hakikat için yola koyuldular ve hakikatin aynasında kendilerini gördüler. hakikatin aynasında kendini görmenin adı şiir…

uzun gagasında delikleri olan ve her deliğinden ayrı bir ses, ayrı bir armoni…kendi kanatlarını şiddetle çırparak çıkardığı kıvılcımla kendini ateşe veren ve küllerinden başka kaknüsler doğuran… kaknüs ile bir olmanın adı şiir…


çok eski bir tartışmadır. tartışılacaktır da. şiir ile gelenek, şiir ile tarih, şiir ile coğrafya ilişkisi. şiir üzerinden kendi varoluşlarını ve kendi ideolojik durumlarını teorize edenler,şiirin tarihini bir kavramla sınırlamak istemişlerdir hep.   zaman zaman şiirin önüne konulan bir sıfat ile olmuştur bu. modern, gelenekçi , lirik, didaktik,natüralist ,gerçekçi, toplumcu gerçekçi, sürrealist, epik, neoepik, somut, görsel vs.

şimdilerde ise tüm şiir tarihini bir deney olarak görmek yerine, deneyi, deneyselliği kendilerinden başlatan, kendilerini milat olarak gören, kendi dışındaki herkesi konvansiyonla ilişkilendirip “konvansiyonel” ilan eden, şiiri sadece biçimsel bir deneye hapseden “deneyselci” şiir ile karşılaşmaktayız.

şiirdeki tüm tartışma, bu dikotomik bakış ile yürütülmekte. oysa şiirin tarihi, tüm bu tartışmalardan, tanımlardan, sınırlamalardan daha eskilerdedir. yazının daha icat edilmediği yerlere kadar gider. insanın doğa ile karşılaştığı ilk anlara. o ilk deneye…ki bir deney, bir deneyim içinde var olur, insan ve bir deney bir deneyim içinde şiir. ve bu bakış elbet insan merkezli bir bakış. farkındayım. deney ve deneyim içinde var olmak tüm canlılar için de geçerli.

kimilerine göre gelenek ile deneysel arasında bir yerde görülen seyhan erözçelik şiiri de tarihini oralardan başlatır. ve oralarda bulur şiirinin kaynağını. doğada, gelmiş geçmiş kültürlerde. o kültürlerin doğa ile ilişkisinde. taşların yazılmamış tarihinde. yok olan kültürlerin tarihinde, var olan o kültürlerin olmazsa olmaz figürleri, simgeleri, antropolojik, teolojik ögelerinde.

tüm bu antropolojik, teolojik ögeler erözçelik şiirinin hafızasını oluşturmaktadır. ona göre,şiir için bir deneyim alanıdır,yazılı ve yazılı olmayan tarih. ve tüm bileşenleri tarihin, sosyolojik,antropolojik, teolojik ögeler de…

bir geleneğe yaslanarak, bir gelenek oluşturmak adına kurmaz tarihle ve tüm bu ögelerle ilişkilerini. şiir için bir mekan, bir hafıza ilişkisi olarak görülür tüm bu ögelerin tarihi ve çağrışımları.

etik -politik bir yer ile ilişkilendirir tüm bu olan biteni. oradan bakar şiire de tarihe de…ve oralardan kurar şiirini.

erözçelik şiiri, her ne kadar gelenek ile ilişkilendirilse de, deneyselliğin şiiri olarak okuna gelir. oysa buradaki gelenek kelimesi yerine, hafızayı yerleştirirsek daha okunaklı olabilir erözçelik’in şiirdeki deneyi.

şiirdeki deneyi, dille, dile yapılan, biçimsel bir müdahale ile sınırlı bir yapıbozum, steril bir macera ve sayfa faaliyeti olarak görmez. tüm bunların yanısıra tarihe, hafızaya bakışı da öyledir. şiirdeki, dildeki deneyi sonsuza kadar götürür; dize, sözcük, harf bozumları vs. ile sınırlamaz. şiiri, bir hafızanın deneyimlenmesi, deneysel bir direniş imkanı olarak da görür.

erözçelik şiiri, tüm kitaplarında yer alan bir yöntem olarak salt dildeki yapı bozumla sınırlı olmayan, tarih, sosyoloji,antropoloji, teoloji,simya vb. tüm disiplinlerle kurduğu ilişkiyle,poetik ve politik deneyselliğin hafızası, bir direniş hafızası olarak okunabilir. ve fakat kendini ideolojik bir yapı ile sınırlandırmayan, ideoloji kırıcı, ontolojik, tekil bir direniş hafızası olarak…

seyhan erözçelik şiiri, biçimsel arayışlar, dilin yapısına yönelik müdahaleleri ve gelenek ile ilişkileri bakımından her ne kadar behçet necatigil, hilmi yavuz çizgisine yakın olarak görülse de dildeki deney ile şiirde bir hafıza oluşturmaktan da geri durmaz. şiirinde deney ve deneysellik ile hafıza oluşturma çabası onu ece ayhan’a ve asaf halet çelebi ve bazı kitaplarındaki deneysellikle “kareler aklar” ile behçet necatigil ‘e yakınlaştırır.

erözçelik şiiri ile hilmi yavuz şiiri arasında bir bağ kurulabilir mi? şiire bakışlarındaki ortak bir nokta gibi görünen gelenek algısı, sadece bir algıdır o kadar. hilmi yavuz şiirini bir gelenek içerisinde tanımlarken -“
ki bedrettin şiirleri“ ve “doğu şiirleri“ bu tanımlamanın dışında görülmeli – seyhan erözçelik’in gelenek ile ilişkisi bir hafıza ilişkisidir.

hilmi yavuz,şiirini, coğrafyanın geleneksel figürleri ve tasavvuf ile ilişkilendirirken tekçi, aşkın, sezai karakoç’un şiirdeki teolojik referanslarla sınırlı gelenek algısının etkisindedir.

seyhan erözçelik ise şiirini kurarken, tasavvuf ile ilişkisini, tekçi bir teolojiden değil, ontolojik temelli, heterodoks teolojinin referanslarından yararlanarak kurar. yağmur taşı,var idik yoğ idik ve pentimento kitaplarında yer alan bartın’ın yerel dilindeki seyhan erözçelik’e göre, 'bartınca' yazılan şiirlerde daha sık görülen bu durum, tüm şiirleri için geçerli değildir.

teolojik referanslı şiirlerinde ise salt teolojinin sınırlarında gezinmez erözçelik. .
heterodoksiyi de içeren dünyevi, içkin bir bakışla, sosyolojik, antropolojik ,teolojik ögeler üzerinden bir simyacı edasıyla yaklaşır şiire. bu yönüyle doğa merkezli, içkinci,spinozist bir şiir yazdığı da söylenebilir.

şiirinin doğa ile ilişkisi bakımından da pagan ve şaman kültüründen izler taşıdığını, ancak tüm şiirleri değerlendirildiğinde ise materyalist bir şair olduğunu söylemeliyiz.

şiire ve tarihe sivil bakışıyla, bir direniş hafızası oluşturması bakımından şiirin kilometre taşları olan ece ayhan ve mustafa ırgat şiiri ile poetik yakınlığı bulunur.

erözçelik şiiri, özneyi, olayı, tarih örgüsü, hafızayı, eylemi, oluşu, oluşun hallerini dışlayan,şiiri bağlamından kopartan, şiirdeki deformasyonu, dizeye, sözcüğe, harfe yaptığı biçimsel müdahaleye indirgeyen günümüz“ 2000 li yıllar şiiri,, “milenyum şiiri” olarak da nitelenen, apolitik deneyselci şiirinden de ayrı durmaktadır.

osip mandelstam ile kavafis ‘e özel bir sevgiyle yaklaşır erözçelik. cevat çapan ile birlikte osip mandelstam’ın vedaların ilmini yaptım ben
(sözcükler yayınevi. 2016) adlı şiir kitabını çevirmiştir.

rusya’da, sembolist şiire karşı, şiirde anlatımın açıklığını, kelimelerin kesinliğini savunan akmetizm akımının kurucularından olan osip mandelstam ile seyhan erözçelik arasında dile yaklaşımları, sosyalist olmaları ve parti edebiyatına karşı olmaları bağlamında poetik bir yakınlık ve duygudaşlık kurulduğunu söyleyebiliriz. taşlara olan ilgileri bakımından da… osip mandelstam‘ın “taş” seyhan erözçelik’in “yağmur taşı” kitapları…


şiirde bir sansar var:

seyhan erözçelik, namı diğer sansar. onu arkadaşları ‘sansar’ lakabıyla bilirler. "şehirde sansar var” kitabını umumi istek üzerine yazdığı bilinir. 1962 yılında bartın’da dünyaya gelir. ilk kitabı yeis ile tabanca 1986yılında yayımlanır.

gözlerini dünyaya yeni açmış bir çocuğun şaşkınlığı ve sonsuz merakı içinde bakar hayata, şiire,olaylara. etrafındaki her şeyi el yordamıyla yeniden ve yeniden keşfeder. doğadaki her nesnenin bilgisine ulaşmanın telaşındadır. sonlu bir bedende var olduğunu hiç düşünmeden, yaşadığı her anı, nesnelerle kurduğu her ilişkiyi sonsuz bir deneyime dönüştürme çabasında. zaman zaman bir kültür tarihçisi, bir sosyolog, bir etnolog, bir etimolog,bir teolog,bir arkeolog, bir simyacı, bir ressam ve bir yönetmen olarak yaklaşır doğada olan bitene. doğadaki her şey, canlı, cansız tüm varlıklar, başta taşlar olmak üzere ağaçlar, kuşlar, çiçekler,kediler, sular, sular, ırmaklar,kısaca içine fırlatıldığımız tüm evren, şiiri için bir deneyim alanı, bir hafıza mekanıdır ona göre. doğayı ve tüm evreni bir hafıza mekanı ve deneyim alanı olarak görür; ancak insan merkezli bir bakışla oluşturulmaz bu deneyim. doğadaki tüm canlıların eşit olduğunun ve aralarında bir hiyerarşi olmadığının da bilincindedir.

1986 yılında yayımlanan ilk kitabı “yeis ile tabanca” dan son kitabı “pentimento” ya kadar sürer bu insan merkezli olmayan deneyim ve deneysel bakış .

“merak kediyi öldürür”, diyordu, bir şiirinde, o şiirdeki kedi kendisiydi belki de.

çocuklukla gelen, keşif arzusu, deneyim ve merak, babasıyla birlikte hızlı giden bir motorsiklette her ne kadar “hızlı gitme baba !” (yine de hızlı gitmesi hoşuma gidiyor.) diyen bir çocuğun gözlerinden bakar şiire. hızı deneyimler çocuk. tüm çocukluğu geçer gözleri önünden. o hızda bir film karesi nasıl geçerse. çocukluğun taşlar ile macerası ve parasız yatılılık halleri de…

“yağmur taşı” kitabında yer alan çocukluğuna ilişkin o şiir :

motorsiklet

“hızlı gitme baba !”
(yine de hızlı gitmesi hoşuma gidiyor. )
dönüşte ve düşte, amasra kıyılarındayım, taşların
arasında…
altın arayıcı gibi, onları elliyorum,
işe yaramazlarını atıyorum.
elimde çok değerli taşlar var.
taş,taştan üstündür…
bendekiler kimsede yok!
sonra yatılı okulda, ilk hafta.
ev yok, taşlar da yok.
hepsini kaybettim.

onlarda avuçlarımın sıcaklığı vardı.
avuçlarımda, onların soğukluğu.
çocukluğum, or’da durdu.


parasız yatılı şairlerdendir seyhan erözçelik. ecegillerden…çocukluğu taşlar arasında geçen bir çocuğun hatıraları, hayalleridir. taştan taşa geçer hayaller. taş ile taş arsında dile gelen hafıza. hafızası taşların… taştan taşa geçer iken bir hafızaya asılı kalan hayaller…hayal ile hatıra arasına asılı kalan çocukluk. hafızası çocukluğun…

çocukluğu ve ilk gençliğine dair maarif koleji şiiri, 2011 yılında yayımlanan son kitabı pentimento’dan…

annenler yazlıkta.
biz, yaz tatilindeyiz.
senin odanda. (nedense, salonda değiliz. ortalığı dağıtmayalım,
di mi!)
senin odanda, senin yatağında.
ağustosa karşı perdeleri örtmüşüz.
on beşi yeni devirmişiz.
di mi?

leonard’ı seviyoruz dinliyoruz.
deliler gibi, şarap içiyoruz suçlular gibi.
di mi?
( suç ne ki?
sen ağlıyorsun. neye ağlıyorsun?
ben ağlamıyordum,
hatırlıyor musun?
yatılılar, gizli ağlar.
yatılılar.
hatırlamaz. galiba,
biz
hatırlarız.
biz
ağlarız.
di mi?
onbeşi yeni devirmişiz.
öpüşüyoruz devriliyoruz, geçmişe de,
perdeleri örttük şimdi.
di mi?


“yağmur taşı”nda yer alan “maarif koleji” şiiri, sürer gibidir “pentimento”da. parasız yatılı halleri de. tıpkı salvatore quasimado’nun şiirindeki askerler gibi yatılılar da hep geceleri ağlar…

maarif şiirinin yer aldığı son kitabı pentimento da daha “politik şiirler” yazar erözçelik. bir sosyalist olarak yaşar. “maarif” şiirinden bir bölüm : “o, tep’liydi ama bağımsız/ben, tkp’liydim. / kimse bilmez” o’nun “maarif”’ten sınıf arkadaşı, şair serdar koçak olduğu bilinir.


yeis ile tabanca :

sürer sansarın merakı ve macerası… ilk kitabı, yeis ile tabanca 1986 yılında yayımlanır. 1983 ile 1985 arasında yazılan şiirlerden oluşur… bu, bir hafıza şairi olmasındandır belki de. . .

bir düz şiir veya metin diyebileceğimiz“ hatıralar dükkanı“ile açılır kitap. rüya ile hatıra arasında bir yerde durur, hatıralar biriktiren şair, hayata ,olaylara, şiirin etrafındaki eşyalara, şiire ve okuyucuya dair bir poetikası olarak da okunabilmeli bu metin. okur ile hem hal olma deneyimi... metinden, şiir diliyle yazılmış bir bölüm:

“işte sahte hayat kırıntıları, ey okur,
tut altında sıkıca altını, sabret!
bırak dalsın şair gümüş rüyalara,
en nihayet o da eşyalaştığını
hissetmeyecek mi, bizzat eşyalaştırıp
harabeye çevirdiği onca aşkla?

affet şairi, okur,
onun hatıraları alfabetik olmayan
bir acayip lügata –vaktinde kül olamaz!
aslında sen çok iyi bilirsin,
neler olur hayatta!”


bir de özel bir isteği vardır okurdan , :
gönül isterdi ki, elinizdeki bu kitabın şöyle bir ilan yapılsın:


SATILIK ANLAR. ÇOK UCUZA, az kullanılmış anlar acele satılıktır.   çok acele, çünkü tempus transit gelidum mundus renovatur! wagner, kalipso, caz sevenlere. bolivya ‘dan üç-beş dönüm toprak alıp çiftçilik yapmak isteyenlere. şövalyelere ve silahşorlara. kaybolmak isteyenlere… biraz klasik bir hava, biraz da romantizm. bir parça da şiddet !afiyet olsun…
(temmuz 84)


erözçelik’in, eşya ile kurduğu ilişki, başka bir hafızacı ve aura koleksiyoncusu valter benjamin’i getiriyor aklıma. onun evi de biriktirdiği eşyalardan oluşan bir müzeye dönüşmüştü. eşyaların, nesnelerin de bir hafızası olduğuna inanıyordu benjamin. nesnelerin zamana, mekana karşı direnişini sürdürmesini,o ilk hallerini(aurasını) korumasını istiyordu benjamin. kapitalizmin dünyasında, tekniğin, teknolojinin gelişimiyle birlikte, seri üretimlerle sürekli yenileri yapılan eşyaların da bir aurası, bir hafızası, seyhan erözçelik’e göre söylersek, bir hatırası olamaz mıydı…

ve bu hatıra ve bu hafıza ve o ilk ruhu, enerjisi nesnelerin korunamaz mıydı? bu durum, her daim hafızaları silmekle, aurayı yok etmekle varlığını meşru kılan kapitalizme ve tüm modern zamanlara bir direniş sayılmaz mı…

bir hatıra ve hafıza kayıtçısı seyhan erözçelik’e de şiirinde bir direniş hafızası oluşturmak adına, o aurayı sürdürmek yakışmaz mıydı… elbet yakışırdı…

bir metin ile açılan hatıralar dükkanı olarak bir metin ile açılan “yeis ile tabanca”, nabokov’a ait “russia !which we have lost forever” (rusya !sonsuza dek yitirdiğimiz) anlamına gelen cümle ile sürer kitap. sonsuza dek kaybetmenin o derin hüznü, kara melankolisi,seyhan erözçelik’ göre bu sonsuz kaybetme durumu olan yeis… sözlüklerde, umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü olarak tanımlanıyor.

sürekli bir yeis içinde kalarak nasıl katlanılabilirdi dünyaya. dünyadaki bunca kötülüğe. hafızada, hatırada, rüyalarda sonsuz bir yolculuğa çıkmak…çıkış olabilir miydi…belki de bunu denemişti hep seyhan erözçelik. dünün, bugünün ve yarının diyalektiğinde tersine yolculuklar yapmak. saflığın masumiyetin cisimleştiği çocukluğa, o saf anlara, hiç eskimeyen hafızasına suların, taşların sonsuz yolculuklar… belki dağılır mıydı üzerimizdeki o derin o yeis havası. şiirle birleşince belki…

son eleştirmenlerimizden orhan koçak’ın yeis ile tabanca’nın arka kapağına yazdığı bir not, yeis’e seyhan erözçelik’e ve şiirine dair:“pek az şairin bu kadar keskin, bu kadar cömert, bu kadar kendinden emin bir ilk kitabı olmuştur herhalde. yeis ile tabancanın çıktığı 1986da büyük şairler ölmüş, kimileri de ölüme yaklaşmıştı. demek ki, harikuladeye bakan pencereler birer birer kapanıyordu. erözçelik’in kitabı, bildiğimiz duvarda yeni bir delik açtı. kitabın başındaki “hatıralar dükkânı” ve sonundaki “tesadüflere hürriyet! teferruata hürriyet!” bölümleriyle, pencerenin en az kendisi kadar alımlı çerçevesi de yerleştirilmiştir. ihmal edilmeden. ama, güçlü ilk kitaplar tehlikelidir-şiirin faydasızlıktan yapıldığı çok erken kavramanın bir bedeli olabilir. “hayat felsefesi” şiirinde, kamaşır mıydı gözüm? diye soruyor: yaşadığım mıydı yoksa? bu sorunun asıl anlamını kazanacağı orta yaşlarından sonra erözçelik, yahu, bunları sahiden ben mi yazdıydım? diye sormak durumunda da kalabilir belki. bilemeyiz. ”

daha ilk kitabında kendi poetikasını oluşturan erözçelik, şiiri, ontolojik bir eylem olarak görür. şiirin kaynaklarından biri, vazgeçilmezi, olmazsa olmazı, hoyrat bir çiçek olarak gördüğü felsefeye de göndermeler yapar. her daim felsefi arka planı olmuştur şiirlerinin. bir materyalist olarak bakar dünyaya, ama klasik bir materyalist olmadan. doğadaki olayları, durumları, insanlık hallerini derinlemesine araştırır, gözlemler, çözümler. zaman zaman bir metafizikçi olarak algılanabilir oysa o eşyanın, nesnelerin tinini araştıran meraklı bir tinsel pagandır. her şeyin kaynağını doğada görür. aşkıncı da sayılmaz bu yüzden, içkinci bir şiirinin peşinde olmuştur. o orada taşların, suyun, ağaçların, dilini aramakta, hafızasını oluşturmaktadır. hafızasını yeis ile tabanca’daki hayat felsefesi şiirinden :

hayat felsefesi

suskumun ağırlığı bölerdi taş merdivenleri,
bulut mavisi gözlü, açık sarı saçlı, oğlansı bir kız
yeni tavırlı. onunla çıkardım merdivenleri, yıldızları
yere indirir yaşantısı, böler suskusunu.

eski apartmanların havagazı kokulu,
ağır merdivenlerinde öperdim onu.

öper miydim onu? akşam saatlerinde
gözerimindeki güneşi arkasına alıp
konuşurdu benimle, karışırdı gözüm.

kamaşır mıydı gözüm? köhne asansörlerde
kilitliydi yaşantımızın uçları.

yaşadım mıydı yoksa? hoyrat bir çiçektir
felsefe, koparken usulca sen de koparsın.
yani, yaşadım mıydı yoksa?


(yeis ile tabanca’dan bir şiir daha. özne- nesne, zaman- mekan diyalektiğinin ters yüz edildiği balıkların ağaca vurduğu, bir çocuğun kör çakısıyla kesilen bulutlar… hayalinde bir şairin kestiği bulutlar… hayal ile hatıra arsında salınıp durmakta şair. şiirine oralardan bir hafıza oluşturmakta.

enjektör

ağaca vurdu balıklar, silindi
pulları, su çizildi kökten uca.
yapraklar mı çıldırdı, bulutları
kim kesti geçmişin hançeriyle?

bulutlardan pas fışkırıyordu, pas
fışkırıyordu bulutlardan incecik
damarlarıma.

ayrıntıya hapsettiğim dünya,
moncoeur! ampule taktığım düşlerim…

bulutları kör bir çocuk çakısıyla ben kestim.
kesildi. kimse inanmadı.




hayal kumpanyası:

ikinci kitabı olan hayal kumpanyası,1990 yılında,şiir atı yayınlarından çıkar. 1980 sonrası şiirin önemli şairlerinden seyhan erözçelik, şiirindeki deneysel arayışlarını hayal kumpanyasında da sürdürür. 250 adet basılan kitap, şiirlerin dizilişi, değişik karakterlerde yazılan ingilizce dizeler, sözcüklerin büyük harf,küçük harf karakterleri ve sayfaya yerleştirilmesindeki farklılıklar, fotoroman formatında tasarlanan ve disiplinler arası bir ortaklıkla sayfaya yerleştirilen ermiş hyakinthos ile kutsal lotos şiiri ile her yönden bir tasarım harikası bir performans kitap olarak görülebilir. kitabın yine bir düzyazı-şiir,metin- şiir le başlıyor olması, şiire, sadece biçimsel bir müdahale değil; dize ve sözcük kullanımı, imgelerin oluşumu, sürekli bir hafızanın peşinde ve hatıra ve hafıza kayıtçısı bir şiir olmasıyla 90 ‘lı yılların başında, şiirde deneyin deneyselliğin başlangıcı olarak da görülebilir.

ontolojik bir kaygı ile sürekli kendiyle didişen seyhan erözçelik, şair kimliği ile de cebelleşir ve deyim yerindeyse hemen hemen her kitabında şairlere bir laf sokuşturmadan duramaz. adeta şairi okura şikayet eder. hayatı sadece bir kurgudan bir sayfa faaliyeti olarak gören şairlerden şikayetçidir. kitabın girişindeki “elkul” adlı metinden bir bölüm :

“doğudan haberdar bir anglo sakson şairin dediği gibi,
yavaş yavaş o zehir kana yayılır…
içinde ateş yoksa deri büzülür kalır.
ben, şunları da söylemeden edemeyeceğim aziz okurum: şairler hoş insanlardır, ama siz yine de onlara inanmayın. hayatın yalnızca bir üslup, bir kurgu olduğunu söyleseler de …hayat hayattır.
eyvallah! bu kadar laf yetişir!”

kitapta yer alan açıklarda adlı şiir: nesnelerin öznelerle yer değiştirdiği, nesnelerin nesnelerle hem hal olduğu, belki de sırf hatırası bir çiçeğin, onun yurdu olan, saksının bir zamanı okşadığı… hayal peşindedir çocuk ve babadan gizlediği çok şey vardır. dönülmez bir evin akşamından. hayaller solar, oyun biter sonunda ve işte karşımızdadır: kapıdan içeriye bir baba gibi giren akşam…

camda bir keditırnağı saksısı
durmuş zamanı okşuyor,
bir tutam ot fışkırmış tahta eşikten.
hayal
peşinde bir çocuk, teri kurumuş,
günün en derin yerine iskandil
ipini salıyor. betona düşen
çelik bilye. kapıdan içeriye
bir baba gibi giren akşam.
çocuk
kara saçlarından bir deniz yapsın!



kır
ağı:


bir ağın içinde ve bir içinde olmanın bilgisiyle o ağı kırmanın yolları aranmakta. kılavuzumuz mu? şiirden başka ne olabilir. “kır ağı” üçüncü kitabı erözçelik’in. sürer keder ile hafızanın cebelleşmesi. sürer hayal ile hatıranın karşılaşması. hayal ile hatıra arasında salınıp durmakta, pike yapmakta bir martı. ömrü: sürmekte kara ile deniz arasında. bir ağ içindedir oda. bir ağın içindedir cenin. ve zamanla büyür. büyür büyümesine de hiç bırakmaz ki peşimizi zaman. zaman ile aramıza örülen o görünmez ağ. sevinci ve kederi dünyaya fırlatılmış olmanın. adına dünya denen o hatıra dükkanı’ndaki yerimizi almamızdaki telaş. ve sonra hiç bitmeyecek bir şimdiye mahkum olmanın algısı o kara melankoli. yine karşımızda yeis… yetmez dize kırımları, yetmez sözcüklerdeki deformasyon. yeter mi kalbini kırdığın harfler?…yeter mi dil içre yaptığın o steril yolculuklar?. . . bitti o hikayedeki kurgu bitti…bitti şiirin serin sulara düşen gölgesi bitti. . . hadi şimdi kır kırabilirsen o görünmez ağı…

hadi kır, hadi kır, kır ağı. ağı kır!

1991’de yayımlanır kır ağı kitabı. 1980-1983 arası yazılan şiirlerinden oluşur. ve bu kez istanbul’dur, şiirde hafıza mekanı ki seyhan erözçelik’in ,istanbul şehri üzerine yazdığı ve yayımladığı ilk şiiri düştanbul şiiri de ilk şiiridir kitabın.

türkiye şiirinde, ikinci yeni ile başlayan deneysellik arayışları,1980’ li yılların başında, --tarık günersel hariç-,seyhan erözçelik’in hayal kumpanyasına kadar, başka şairlerde görülmez. kır ağı kitabı türkiye ‘de şiirin deney ile buluşmasının, deneyselleşmesinin,dilin yapı bozuma uğratılmasının, dizenin, sözcüğün, hatta harflerin deforme edilmesinin ilk örneklerinden biridir diyebiliriz. sanıldığı gibi ikinci yeni sonrası şiirde deneysellik arayışları “2000li yıllar şiiri” ve “milenyum şiiri” olarak adlandırılan ve önüne sık sık değişik sıfatlar konan, deneyselleşmenin tarihini kendinden başlatan,kendini bu alanda milat olarak gören şiir anlayışları ile de başlamaz.

süreklidir erözçelik’te bir hatıranın bir hafızanın peşinde olma durumu. şehirlerin de şiirlerin de hafıza kayıtçısıdır o. sürekli koynundadır o hafıza defteri…

kitabın girişinde yer alan yine isimsiz bir metin –şiir:

“işte cenini fanusundan, kavanozundan çıkarıp, orta yere bırakıyorum. toza, toprağa, oksijene, iklim koşullarına –kısaca ayrıştırıcı, çözücü, dönüştürücü, çürütücü bir ortama.

“cenin, korunmuş ve ir çocuğun mülkiyet duygusuyla saklanmış cenin . bu ortamda çürüyene dek dursun, kurusun, korunsun.

“teşrih ameliyesi bitti,böylece ben de kurtuldum. fanusun, kavanozun içi bir bakirenin kazayla döllenmiş ve sonra kazınmış rahmi kadar ıssız ve yaralı artık. cam eşyayı atıp kırıyorum, sırça denen şeye bayılıyorum.

“önümde şu duruyor: kır ağı! “

düştanbul şiirinden :ııı.

istanbul’a bir düş(üş)
çığlık çığırır o türkü değil.
çığlık çığlığa bir düş,
çığlık çığlığa bir gündüz. ”

vı.
sokaklarında bu şehrin, ölüm
denizi bu şehrin, ölüm
göğü ölüm. sevgisi bu şehrin,
bu şehre sevgi, bir insanına
sevgi bu şehrin
ölüm. konstantiniyye, islambol olup bir vakitte, donanıp
ışıklarını, artık bu şehir

her şeyi ölüm, bu şehrin, kirpikleri
ölüm. orası ölüm
belalısıyım bu ben bu şehrin.
ölüyüm”


konstantiniyye’den islambol’a dönüşen bir hafızanın şehrinde her yol ölüme çıkıyordur ve zuhur eder şiir. şimdilerde nereye mi çıkar yolu? zuhreyle gönül zuhreyle…. yorumsuz :

x.
“ampul ve istanbul
dalınca bir –düşe
ve ansızın gece
solu(yu)nca istanbul
içinde. bul

bu ampul şehrine
dalınca, bir düşe;
geceyi ve şehri
içinden, yerde bul.
yerinde bul”



ve istanbul için zuhur vaktidir. sürer. istanbul’un islâmbollaşmasına tanık olan hafıza…belki de artık çok geçtir…

xvııı.
“bir seyyar satıcı satsın şarkı sözlerini tezgahında bağıra
çağıra;bu şehrin altı otel üstü minare. ”

ve kır ağı ‘dan bir deneysellik örneği: sürer çelik çomak oyunu ve fakat yer değiştirir öznelerle nesneler. aşina yüzündeyizdir yalanın…artık herkesler bir

- yalanc
ııı!

‘çoluk çomak’ olur çelik çomak…

vııı.
‘çoluk çomak’

“bir gün hepimiz çocuk
çoluk çomak oynıy’ca’zz.
birinç diye haykıran
ilk oynıycak.

-yalanc
ııı!”

görüldüğü gibi deneysel şiir yoktur. şiirde deneysellik vardır ve şiirde her yer deneyim alanıdır. şiirdeki deneysellik arayışları ise sadece 20002li yıllarla ve sonrası ile sınırlı değil.

erözçelik’ten şiirde bir başka deneysellik örneği:

gözlerimde küçücük bir yelkenlisimtrak gidiyor!
ken güneş-buğulaşınca geride tuz bırakan denizin
suyu gibi. yani ince bir buhurdan –ağır ağır batıyor!
ken,güneş sabah da böyle mi doğar, kendimizi
(yenilerken
biz?

saat kaçta
güneş------------------------------------------- batar
kaç saatte





gül ve telve:

gül ve telve kitabı, 1997 yılında yayımlanır. erözçelik ‘in şiir toplamı içinde deneye deneyselliğe daha az başvurduğu, biçimsel arayışların azaldığı, konvansiyonal şiirin biçimsel özelliklerine yakın duran, bu özelliğiyle de Hilmi yavuz’un da sevdiği kitabıdır. "fal ve gül"! seyhan'ın kitabının adı bu olmalıydı; -hiç ilgisi olmadan Yahya kemal'in '[zil] şal ve gül'ünü çağrıştırsa da. . .

kahve falı’ ve ’24 gül yaprağı’ adlı bölümlere ayrılan kitap, toplam kırk sekiz şiirden oluşmakta. bir kahvenin kırk yıllık hatırı olduğuna inanan bir toplumun hafızasından yola çıkıp güllere çıkarır şiiri yolunu. güller ile telve üzerinden bir hatıra ve hafıza yolculuğu sürdürür. altından girip üstünden çıktığı gerçeğin, telvede beliren haller ile insanın tüm halleri, hayalleri, kırgınlıkları, hüznü, kara hüznü, melankolisi, kederi, tüm yaprak dökümleri, dahildir gül ve telvede’deki şiire.

gül ve telve’ den bir şiir.

yedi

"sonra göğsüne yaslanmış biri de var. kim o belli olmuyor,
okunmuyor. elindeki yıldızı tutuyor. ”

………………………
falla istediğim gibi oynayabilsem de kaderini
değiştiremem.

işte böyle…

(kader de, keder de…)"




sivil tarihidir şiirin. ece ayhan, mustafa ırgat yakın arkadaşlarıdır. her türlü imkansızlığı, yoksulluğu ve yoksunluğu dibine kadar yaşarlar. istanbul beyoğlu’ nda mustafa ırgat’ın ailesine ait bir evde hayatları kesişir üç sivil şairin. ece her zaman ki gibi huysuzdur. tartışırlar günlerce her konuda. ve dayanmazlar ece ‘ye önce seyhan terk eder evi. aynı semtte bir yerde karşılaşırlar. seyhan, bir ev bulduğunu ve taşınacağını söyler mustafa’ ya, evin yerini tarif eder seyhan. eski bir bir apartmanın ikinci katıdır. mustafa ırgat’ın çocukluğunun geçtiği evdir…annesi mina urgan ve babası cahit ırgat ile yaşadıkları ev. hafızalarda yerini almıştır şiir ile şair…ve sürer sivil tarihi şiirin. . .

güller ve faşizm

“güller yürüyor
uygunsuz adım yapraklarıyla!

olmuyor. kalbimde bir sıkıntı var…

gülde yangın var.
kantolar yanıyor.
devlet yanıyor.

-derken, her ne ise …
cumhuriyet tarihtir,
tarih cumhuriyet…
bazen fason, bazen mason.

biyet var,biyet var!


aurasını yitik bir dünyada, jestini ve restini yitiren insanlarız. geçmiştir gül zamanları,
geçti. kalmayınca insanın insana tahammülü,geçmez mi gül zamanları…jestlerle sürmüyordur hayat” jestlerle sürmeyince hayat,jestini ve restini yitirince şair, jestini ve restini yitirir mi şiir de?. . . oysaki “net olmak lazım”dır. “oysa ki insanların birbirine ihtiyacı var"dır. yoksa niye "toplu halde yaşasınlar


jestlerin ölümü

kurumuş güller duruyor masada.
kimin aldığını hatırlıyorum da
ne için aldığını bilemiyorum.

bir zamanlar - bir zamanlar dediysem
çok eski de değil: birkaç ay önce
gül alırdık. biz. hepimiz.
her şey için, yerli yersiz
gül alırdık bir zamanlar.
biz. hepimiz.

gülleri de eskittik.

zaten artık almıyoruz. gül zamanları
geçti. rüzgar esti. sert esti. jestler bitti.
kendimizi kaybettik.
gül verecek kimse de kalmadı.

bazen şunu diyoruz kendi kendimize:
işte bu bizim hayatımız.
bak işte biz buyuz
bunları yaptık.
şimdi nerdeyiz?

ben de şunu diyorum kendime:
jestlerimi harcadım, artık jest kalmadı.
jestlerle hayat sürmüyor.
net olmak lazım.

zaten
kafatasımı görüyorum yüzümde
aynaya baktığımda.

hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki artık!
artık biz. üsküdar'a da geçmez olduk.

oysa ki insanların birbirine ihtiyacı var.
yoksa niye toplu halde yaşasınlar.



şehirde sansar var :

şiirdeki sansar, artık şehirdedir. adı seyhan erözçelik’tir o sansarın. arkadaşları arasındaki lakabı şairin. arkadaşları ısrar eder sansar da kıramaz,umumi istek üzerine. şehirde sansar var’ı yazar. haziran 1999 da yayımlanır. hafıza şiirleridir. hafıza mekanı yine istanbul’dur şiirin. istanbul’un bazı semtleri (cihangir, beyoğlu,taksim,bebek,kalamış),bazı evlerinde geçen hayatlara dair şiirler. kitabın arka sayfalarında yeis bitti başlığıyla yazılan notlardan öğrenmekteyiz ki şehirde sansar var seyhan erözçelik’in arkadaşlarına yaptığı jestlerin kitabıdır. arkadaşlar arasında, arkadaşların hatırına tutulan bir hatıra defteri olarak da okunabilir.

“bazı şiirlerde de, 1984 yılında yaşadığımız bir yazın gölgeleri var:nihat, levent, zafer, yıldırım, ahmet, cem, ılgın, nur bey, mısır apartmanı… bazen ayrı ayrı, bazen bir kaçımız birlikte.

evlilik ve jartiyer, sevgili mustafa ve bir ara birlikte oturduğumuz manço apartmanın’dan izler taşıyor -burada adı geçen mustafa’nın daha önce de aynı evi paylaştıkları mustafa ırgat olduğunu söyleyebiliriz-.
şimdi de, isimler ne ifade ediyorsa. ”

şehirde sansar var‘dan, yine deneysellik örneği bir şiir :

ruh-kıymık

bileğime kıymık battı, kalbimde
likit gözlü bir kedi.
bileğim iltaaplandı,
çıkarmadım kıymığı.
tırmık yedim çıkarmadım.
ateşle sterilize edilir iğne
ve iğneyle çıkar kıymık,
acısı çabuk diner.
bıraktım,
iltaap olgunlaştı. kalbim
büyüdü,kedi kalbimde büyüdü.
likit gözleri ağlarını saldı.
bıraktım iltaap patladı.

kedi kalbimde öldü.


kara yazılı meşkler :

1990 -2000-2003 arası yazdığı şiirlerden oluşur. 2003 yılında yayımlanır. 160. kilometre’den mayıs 2018 ‘de yeni baskısı yapılır. erözçelik şiirinde deneyselliğin ve hafıza oluşturma çabasının sürdürüldüğü şiirler toplamı olarak görülebilir.

kazancı yokuşu

gözlerimiz kanlı, mayıs’mış, hayat nerde?
mayıs yetti. yediymiş. dokuz yüz… gücenen bin
dokuyor,kaç kişiymiş süzülen. bitti mi taksim,
hayat bitti. ölürmüş cana kan! kan! yaşarmış,
yaşasın cumhuriyet…gözlerim kanlı. ılık, kirli su
var, dağlıyor kalbimi... nerdeydi ölüm?bin dokuz
yüz…  yedi… yetmiş yedi’ cuv! cuv! mayıs’mış,
mayıs’ın hangi birinden gelir cumhuriyet, gözlerimiz
kanlı.
oy!


bir hafıza şiiridir. seyhan erözçelik şiiri. deney ile hafızanın buluşması. oradan, oralardan oluşturulan bir direniş hafızasının şiiridir. türkiye’de tarih, faili meçhul katliamların tarihi olarak da okunabilmeli. işte sivil şiirin tarihe bakışı. resmi ideolojinin dışında, resmi tarihin bize bellettiklerinin dışında bir tarihe göndermeler yapan bir sivil şiir. şiirimizde ece ayhan isminde cisimleşen” sivilliğin” direniş hafızasının şiiri…

seyhan erözçelik’in son kitabı pentimento’da kazancı yokuşu şiirine zeyl olarak okuyabileceğimiz bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yediden sonra şiirini de hatırlatalım burada. şiirin hafıza kaydına düşülmüş bir zeyl, şiirin direniş hafızasına bir zeyl olarak…

bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yediden sonra

“hayatımızı değiştirdiler.
sadece, bir mayıs mı?
da’a neler var…
öncesi var sonrası var.
ben türkçeye yetişemiyorum.
yetiş-
yetiş yunus…
bilmiyorum.
biliyorum da, bilmiyorum”.


tarih ile hafıza sürekli değiştirilir. iktidarlar tarafından ve bazen yiter tüm referanslar ve biçare yunus’ta aranır çare. silinir hafızalar, yok sayılır, yeniden ve yeniden başka kodlarla doldurulur. adına tarih derler. seni de oraya dahil ederler. senden de ona biat etmeni ve tarihe sahip çıkmanı isterler. egemenler tarihidir oysa yazılan resmi tarih. peki öznesiz ve öznelerin varlığına rağmen yazılan resmi tarihin kodlarını bozmak ve yeni bir hafıza oluşturmak işlevi yok mudur şiirin?. . .

salyangozun ipek izi

benim yüküm ağır.
göz kamaştıran izler bırakıyorum
yürüdükçe göğe.

kabuğumu kendim ürettim.
yürüyorum ağır ağır.

korkunca büzülürüm kabuğuma.


biliyorum o taşın altını,
yılan yuvası .

ama yürüyorum bile bile .

karada mıyım. sular içinde mi?
varmak için, yürümek varmaktır.

gökteyim, ben kabuksuz kaldım,
kabuk bensiz.

ardımdaki izleri bir çocuk görüyor.


canlılar arasında bir hiyerarşinin olmadığı, insan merkezli bir dünyanın ortasından konuşur şair. bir salyangozun diliyle ve insan merkezli olmayan bir eda ile. kedi ile kedi olup bir kediyi kalbinde taşıyan şair, bu kez bir salyangoza eşitler kendini. izler bırakır dünyada. sadece çocukların görebileceği izler. Medeniyetin gasp ettiği hayatların adına konuşur. bir isyan ile itirazın yüksek sesle dile gelişiyle değil. bir salyangozun bıraktığı izlere söyletir söyleyeceklerini. deney ile dille gelişiyle nesnelerin, hafızanın sesi olur şiir…


yağmur taşı:

yağmur taşı 2004 yılında yayımlanır. kısaca taşların hafızası da diyebiliriz bu kitaba. ilhan berk ile eşi edibe hanıma ve kızı esma’ya atfedilir. insan merkezli dünyaya itirazın şiirleri olarak da görülebilir. doğadaki canlı cansız nesneler ile eşitlenmenin hafızası olarak da tüm doğa bir deney alanıdır artık. ve dilde yapı bozum sürer. deneyselliğin tüm imkanlarından da faydalanılır. şair, doğayı antropolojik bir deneyim olarak görerek dünyanın her yerinden taşları konuşturur. bu şiirler taşlar ile deneyimlenmesinden oluşan bir hafıza kaydı olarak da okunabilir. insandan insana rüya. kitabın son şiirleri bartın dilinde “bartınca” yazılır.

kitabın ilk şiiridir “rüya gibi her hatıra” hayal ile hatıra birleşir ve bir rüyadan bir rüyaya taşınır hatıra. sonra da insandan insana. rüyada her yerdedir insan. çünkü her yerdedir hafıza.

“şimdi burada oturduğumda ,gözlerimi kapıyorum,
aklıma ,dünyanın en büyük taşı geliyor: ayers .
rüya ne zaman gelecek? aklıma mı, gelecek?
rüyamda ,ner’deyim ben?
( evde mi,ana?)
hatıralar ,rüyadan rüyaya, taşınıyor.
rüyalarsa, insandan insana.
ben şimdi sendeyim.
atıyorum yüreğinde. ”



aborjinler :

aborjnler şiirine geçmeden önce aborjinler ile rüya arasında nasıl bir ilişki olduğu hakkında bilgi veriyor şair:

“avusturya yerlileri
aborjinler,
rüya taşıyla
rüyadan rüyaya
gezebildiklerine
inanırlar. ”
aborjinler
rüya nerede ,aklımda mı,, ben mi
rüya gördüm. sen taş mısın ?taştın mı?
gözlerim kapalı,gözlerim mi,ana ,
rüyadan rüyaya,nasıl gezerim,
senin yüreğinde miyim?


rüyadan rüyaya gezen aborjinler. rüya taşı da yosun tutar mı. kirpiklerim arasındaki en kısa yol bir hayal nedeniyle kapanmış bulunuyor. rüya nerede bitiyor. avuçlarımda bir güneş cesedi: kabus…

saxifraga

otum .
otum .
kork.
-taş…kork.
otum.
otum.
söküldüm.
otum.
yine otum.
-taş. . kork.
otum
otum
söktüler.


insan merkezli dünyaya itirazın şiirleridir. spinozist bir bakışla doğa ile eşitlenir her şey. aşkın olan ne varsa iner yeryüzüne. taşla, toprakla suyla hemhal olunur. Ve insan merkezli dünyanın sonudur. taş ile taş olunur, ot ile ot. bu varlığı bize çok görüp “söktüler” bizi yerimizden yurdumuzdan ettiler …

''insanlığın ortak değerleri zannedildiği gibi din, dil, ırk, bayrak
gibi kavramlar değil, acı, keder, sevinç, aşk gibi kavramlardır.”


                                                                                    krzysztof kieslowski
ikinci göç
her yer taştı
dayanamadık
kandık . kanattık.
yağdık. yağmaladık.
vardık,
bitti.
kanamadık.
bitmiyor.
kanıyoruz.
var mıydık, yok muyduk?
yanıyoruz.
neye yanıyoruz?

taştı her yer. yoktu sınırlar. mülkiyetin cinayet olacağı ,sonunda cinayete varacağı fikri bile yoktu. var mıydı sınırları suların. içtik kan kana da kanamadık. kanadık…yandık yanıyoruz yanıyorlar. sürüyor her yerde o yangın…

bartın dilinde “bartınca” yazılan bir şiirinde, erözçelik ; yerinden yurdundan edilen rumlar ile olan kardeşliğimizin söz eder. coğrafyanın kader ile keder arasındaki gelgitlerinden. yaşlı bir rum kadının diliyle ve ”bartınca”…ülke, dil, din,sınırlar… sınırlar ile sınırlanamayan durumlardan…acı, sevinç, keder, kardeşlik, duygudaşlık…

seyhan erözçelik şiiri üzerine çalışma yapan akademisyenlerin görüşüne göre, bartın dilinde “bartınca” yazılan şiirleri salt biçimsel bir deney olarak görülür. oysa aynı zamanda bir hafıza kaydı olduğu unutulur. Doğada yer alan ve şiirine giren tüm canlı, cansız varlıklar için bir hafıza kaydı tutar seyhan erözçelik. acıya kadere kardeşliğe vurgu yaparak etik bir hafıza oluşturur. politik ve poetik bir hafıza etiği…
hep ontolojik bir bakış ve bir felsefi bir arka plan bulunur erözçelik şiirlerinde . kendinden, çocukluğundan ,yaşlı anneannesinin anlarından yola çıkar ve tüm bunları şiiri için deneysel bir hafıza kaydına dönüştürür.

var idik, yoğ idik : 2006 yılında yayımlanır.

“göğde ayna var. herkes yanmış”
ot, dünyaya baktı


karda kan izi var. (oysa ki çöldeyim)*sürüldüm. uçsuz bucaksız zamana. * bozkır doyurmuyor ana. * karlı, soğuk ormanlar buldum. oralardayım. başkaları unuttum. *ormanlar korkutuyor beni. ne var, ben korkmam, göğüm. * atlar vardı bir zamanlar, amtı nerdeler, nereye gittiler? düşte miydiler*
vardık ,
“bitti
yerden aşağı
göğden yukarı. ”

 


Seyhan Erözçelik - Nilgün Marmara


dizin    üst    geri    ileri  




  4  

 SÜJE  /  Sabahattin Umutlu  /  otuz temmuz iki bin on sekiz   / 29