YAŞANILABİLİR BİR DÜNYA İÇİN "NÜKLEERE İNAT YAŞASIN HAYAT!"
-İkinci Bölüm-
GÜNEY
AFRİKA… HENÜZ TAMAMLANMAMIŞ BİR DEVRİM ÜLKESİ.
Gündüzün en yoğun olduğu
saatler bir yana, gecenin oldukça ileri bir zamanında, saatlerin
geceyarısını da hayli geçtiği bir zamanda da olsa İzmir’de dışarı
çıktığınızda anormal bir kalabalıkla karşılaşıyorsunuz. Karşıya
kıyılarında örneğin sabaha karşı birlerde, ikilerde ne kıyı
kafeteryalarında bir yer ne de kıyı boyunca dinlenecek bir boş alan
bulabiliyorsunuz. Şimdiye dek hiç görülmemiş bir nüfus yoğunluğunu
yaşıyor İzmir. Gerek Suriyeli göçmenler gerekse çoğunluğunu
İstanbulluların oluşturduğu çok yoğun bir iç göç dalgasını görmemeniz
olanaksız.
Öte yandan İzmir son yılların en büyük çevre sorunlarını yaşıyor. Deyim
yerindeyse arka arkaya belalar üzerine üzerine yağıyor. Normal nüfusuyla
bile zorlu bir yaşam savaşı veren İzmir bir bu büyük göç dalgasıyla daha
ha içinden çıkılmaz bir kente dönüşüyor hızla. Cangı’ya bu bölümün ilk
sorusu bu oluyor:
[ Semih
Özcan ] Koza altın
şirketinin Ovacık’ta altın çıkarma girişimleri.. Gaziemir’de nükleer atık
tesisleri kurma çalışmaları..Aliağa’daki termik santral.. Turgutlu
Çaldağı’nda nikel arama çalışmaları.. Efemçukuru altın madeni.. Soma’daki
kömür madenleri.. Kültürpark’ın ortadan kaldırılıp imara açılma
çalışmaları ve devamı niteliğinde İzmir’in silüetini kökünden bozacak
hilkat garibesi gökdelen projeleri.. Çiğli’deki Kuş Cenneti bölgesinin
önceleri çöp deposu olarak kullanılmaya kalkışılması ve şimdilerde de
imara açılması çalışmaları.. bunlar ilk aklıma gelenler.. gerçi hepsi son
derece önemli ama şu an İzmir’in hatta Ege’nin, ilerde çok baş ağrıtacak
nitelikteki en önemli sorunu ne? Bunu biraz da şunun için soruyorum. Son
dönemde Suriyeli göçmenlerin en çok getirildiği illerin başında İzmir
geliyor. Onun ötesinde sadece yine son aylarda belirgin bir iç göç de
var. Özellikle İstanbul yöresinden İzmir ve çevresine çok büyük
boyutlarda göç var. Ben örneğin Foça ve Yeni Foça civarına anormal bir
İstanbul akını ve son bir yıl içinde bu nedenle emlak fiyatlarının üçe
katlandığını biliyorum. Yine herhangi bir gece dışarıya çıktığınızda,
sokakların, caddelerin anormal boyutlarda kalabalıklaştığını, nüfusun çok
büyük oranda arttığını görüyorsunuz. Söylemek istediğim şu; bu göç
dalgasını da göz önünde bulundurarak, bu çevre sorunları daha da içinden
çıkılmaz boyutlara ulaşır mı? İzmir’in altyapısı bu yoğun nüfusu
taşıyabilir mi? Bir de yine bu göç dalgası bunlara ek olarak İzmir ve Ege
özelinde bir ‘insan hakları’ sorunu ortaya çıkarabilir mi? İzmirli,
yabancı gördüklerine bir tepki ortaya koyabilir mi?
[ Arif Ali
Cangı ] Saydığın sorunlar daha da
artırılabilir. Örneğin Körfez için öngörülen köprü ve tüp geçiş projesi
başlı başına bir sorun. Koruma altında olan alanların yapılaşmaya
açılması, koruma niteliklerini kaybetmeleri, körfezin doğal ömründen daha
erken solmasına yol açabilir. Ancak bütün itirazlara rağmen Başbakan
Binali Yıldırım’ın projesi olarak hızla oldu bittiye getirilmeye
çalışılıyor. Çok fazla göç alan bir kent olarak ileride yaşayacağı en
önemli sorunun “su” sorunu olacağa benziyor. Küresel iklim değişikliği
ile zaten azalan temiz su kaynakları, bunun üstüne su havzalarının
kirlilik yaratan faaliyetlere açılması. Somut olan Efemçukuru Altın
Madeni işletmesi. İzmir’in en önemli su havzası altın madeninin kirlilik
tehdidi altında. Kentin su ihtiyacının % 40’ını sağladığı Tahtalı Barajı
havzasının yüzeysel sınırında bulunan Efemçukuru Köyü’nde tüm uyarılara
ve bilimsel tespitlere rağmen 1 Haziran 2011’den bu yana altın madeni
işletiliyor. Kayaç yapısı ağır metalden zengin olana bölgede yapılan
madencilik faaliyeti sonucunda ağır metallerin aktive hale gelmesi, yer
altı ve yüzey sularını kirletmesi riski konusunda onlarca bilimsel rapora
rağmen maden çalışmaya devam ediyor. Bu maden yüzünden İzmir’in su
gelecekteki su ihtiyacı için yaklaşık 200 bin kişinin içme ve kullanma
suyunu sağlayacak Çamlı
Barajı projesine izin verilmiyor. Bu havza
İzmir’in temiz kalmış tek yüzeysel su kaynağı. Burası dışında elde edilen
yer altı suları arsenikten zengin, çok büyük miktarlarda paralar
harcanarak arsenik arıtma tesisi kuruldu. İzmir’in eksik kalan su
ihtiyacı şimdilik Gördes barajından sağlanmaya çalışıyor. Bu arada Gördes
barajı tabanı su kaçırdığı için bunda da aksama var, diğer yandan orası
da nikel madeni kirliliği tehdidi altında. Düşünebiliyor musunuz; bir
şirketin altın madeni işletmesi için Türkiye’nin 3.büyük kentine başka
bir havzadan su getiriliyor, İzmir temiz suya muhtaç hale getiriliyor.
Düşünebiliyor musunuz; su havzasını denetlemekle yetkili ve görevli olan
İzmir Su Kanalizasyon İdaresi (İZSU) kirletici madene sokulmuyor. İki yıl
önce mahkeme tarafından yapılan bilirkişi incelemesinde maden işletmesi
yüzünden ağır metal kirliliğinin başladığı tespit edildi. Yerel yönetim
etkisiz kalmış durumda, merkezin yönetimin tam desteği ile altın madeni
su havzasını kirletmeyi sürdürüyor. En vahimi de sorunun İzmirlinin
gündeminde olmaması
Bu haliyle üstüne yaşanan yoğun göç dalgası sorunları içinden çıkılmaz
hale sokabilir, yaşanan yakıcı sorunlar toplumsal barışı da
etkileyebilir.
[ Semih
Özcan ]
Halk bazında ekonomik sorunlarla
çevre duyarlığı arasında bir doğru orantı gözlüyorum. Örneğin yıllar
önceki Aliağa Gençelli’deki termik santral bizzat bölge halkının etkin
direnişiyle karşılaşmış ve engellenmişti. O dönem eylemlerinin içinde bir
kişi olarak bizzat tanığım. Ancak günümüzde yine Aliağa’da gündeme gelen
santral kurma çalışmalarının o yıllardaki gibi güçlü bir direnişle
karşılaşmadığı kanısındayım. Sanırım bunda Aliağa ve yöresinin ekonomik
yapısı belirleyici oluyor. Eskisi gibi tarım ya da turistik kaygılar
değil, insanların o bölgelerdeki sanayi işletmelerinde iş bulabilme
umutları ağır basıyor. Benzer bir durum Bergama’da da yaşandı. Bence
Allianoi’de tepki yetersizdi çünkü insanlar tarımı seçti. ‘Su sorunu’ öne
çıktı. Ancak Uşak Eşme’de durum çok farklıydı. Orada hepimizin bildiği
gibi o bölgenin halkı, köylüleri çok güzel direniş örneği gösterdiler.
Çünkü yaşam alanlarına, topraklarına doğrudan bir müdahale söz konusuydu.
Benzer biçimde Karadeniz’de Cerattepe’de yaşananlar da bu konumdaydı.
Oradaki insanlar neredeyse ölümü göze alırcasına bir direniş örneği
gösterdiler ve halen de sürüyor çünkü onların da yaşamak için başka
seçenekleri yoktu. Eşme’yi biliyorum ancak yine görkemli bir direnişin
sergilendiği önemli yerlerden biri Efem Çukuru. Tıpkı Cerattepe gibi Efem
çukuru da benim gözümde önemli bir odak noktası. Ve en son bildiğim
kadarıyla, altın madeni istediğini yaptırıyor ancak yöreden bir kişinin
inatla işin peşini bırakmaması sonucu mahkemeden olumlu bir karar da
alındı. Sormak istediğim şu; şu an Efem Çukuru’nun durumu ve halkın
tepkisi ne durumda? Konuyla yakından ilgili olduğun için soruyorum. Biraz
Efem Çukuru’nu anlatır mısın? Neler oldu orada? Halk ne tepki verdi? Şu
an ne durumda?
[ Arif Ali
Cangı ] Daha önce var olan
direnişlerin sönümlenmesinin pek çok nedeni var. Yörede yaşayan
yurttaşların kirletici faaliyetlerle olan ekonomik ilişkileri bunlardan
en önemlisi. Çevre kirliliği ve yanlış politikalar yüzünden tarım,
hayvancılık, turizm gibi geçim kaynaklarının azalması insanları
madenlerde, termik santrallerde, petrokimya tesislerinde, demirçelik
fabrikalarında çalışmaya mahkum ediyor. Aliağa bunun en çarpıcı
örneklerinden birisi. Direnişleri azaltan tek etken bu değil kuşkusuz,
elde edilen kazanımların bir yönetim işlemi ile yok sayılması, direnişe
rağmen sorunun devam etmesi kabullenilmiş çaresizlik halini oluşturuyor.
Ama ne olursa olsun yaşanabilir bir kent için, ülke için, dünya için
yaşamı savunmaktan vazgeçmemek gerek. Bunu tek başına kalsan da devam
ettirmek gerek. Efemçukuru’nun yalnız efesi Ahmet Karaçam gibi. Efemçukuru altın madeni işletmesine köyde direnen tek kişi kalmış Ahmet
gibi. Ahmet, tüm yoksulluğuna rağmen değerinin çok üzerine verilen
paralara tamah etmeden bağlarını madenci şirkete satmadı, devlet acele
kamulaştırdı, ona da direndi, en sonunda Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu kararı ile acele kamulaştırmayı iptal ettirdi. Bunun üzerine
şirket projesindeki sağlık koruma bandını değiştirmek zorunda kaldı. Her
ne kadar madenin çalışmasını engelleyemese de Ahmet’in direnişi tek
başına umut veren, alkışlanacak bir duruştur.
***
Cangı’nın albümlerini karıştırırken gerek yurtiçi gerekse yurtdışından
birbirinden güzel doğa manzaraları dikkatimi çekiyor:
[ Semih
Özcan ] Biraz özel bir
soru sorayım. Genelde kuraldır, iş ofiste kalır. Eve iş götürülmez. de,
dört bir yanımız bunca sorun içindeyken, işle özel yaşamı birbirinden
ayırabiliyor musun? Fotoğraf albümlerine bir baktım, gezdiğin yerlerin
çoğu hatta tamamı aynı zamanda işinin de bir parçası niteliğinde
sorunları taşıyan bölgeler. Gerçekten merak ettim; o gittiğin yerler iş
gezisi mi özel gezi mi? Örneğin Sinop. Çok güzel fotoğraflar gördüm
Sinop’la ilgili..ama bir de termik santral belasının Sinop’un başında
olduğu gerçeği de var..Sinop’a gezmek amacıyla mı iş nedeniyle mi gittin
örneğin? Sinop demişken; bir dönem Kerim Korcan’la Sabahattin Ali’ye ev
sahipliği yapan Sinop Kalesi’ni gezerken ne duygular içindeydin örneğin.
Bize Sinop gezini anlatır mısın?
[ Arif Ali
Cangı ] Bu söyleşinin konusunu
oluşturan benim deyimimle seçimlik işlerimin arasında özel hayatımı da
yaşamaya çalışıyorum. Geçimlik işlerim ve seyahatlerim bu söyleşinin
konusu değil, onları paylaşmayı sevmiyorum. O seçimlik işler için
gittiğim yerin her yönü ile ilgileniyorum, toplantı için yaptığım seyehat
kısa anlarla tatile dönüşebiliyor. Başka türlüsünü sürdürebilmek zaten
olanaksız. Sinop gezisi de öyle bir geziydi. TBB Çevre ve Kent Hukuku
Komisyonu ile Sinop Barosunun ortaklaşa düzenlediği Sinop’ta kurulması
planlanan nükleer santral konusundaki toplantı için gitmiştik. Sinop’a
gitmişken cezaevi olarak da kullanılan kalesi gezilmez mi,Sinop
Kalesi/Cezaevini gezip, görüp Sebahattin Ali anılmaz mı? Denizi görmeden
Sinop Kalesi duvarlarına vuran dalgaların sesi ile oyalanan büyük ozan
nasıl anılmaz.
‘’Dışarda deli dalgalar / Gelip duvarları yalar / Seni bu
sesler oyalar / Aldırma gönül, aldırma / Görmesen bile denizi
/ Yukarıya çevir gözü / Deniz dibidir gökyüzü / Aldırma
gönül, aldırma..’’
Sinop bakir kalmış ender yerlerden birisi, doğal güzellikleri ile tarihi
ile müze olarak korunması gereken Sinop şimdi nükleer santral tehdidi ile
karşı karşıya. Nükleer santral kurulacak İnce Burnu görünce Güney
Afrika’daki Ümit Burnunu hatırladım, sanki Ümit Burnu’nun minyatürü. Ne
hissettim? Daha fazla enerji, daha fazla endüstrileşme, daha fazla kar
duygusu Sinop’u da yok edecek. Buna karşı direnmek lazım. Sinop’un doğal
güzellikleri için direnmek lazım, Sebahattin Ali’nin hatırası için
direnmek lazım.
[ Semih Özcan ]
Türkiye’de ve dünyada gezdiğin
yerler arasında seni en çok etkileyen; işte sorunların olmadığı- ya da en
az olduğu- yaşanacak yer dediğin, etkilendiğin yerler oldu mu? En çok
hoşuna giden yerler nereleri oldu ülkenizde ve dünyada?
[ Arif Ali
Cangı ] Gezdiğim yerler hep sorunların
olduğu yerler. Her yerin etkileyen bir yanı var. Yaşanabilecek yerler
diye tanımlayabileceklerim yaşamın savunulması için en çok direnişin
olduğu yerler. Örneğin bugünlerde Artvin’de olmak vardı.
Cangı’nın fotoğraf albümlerinde en son gittiği Güney Afrika’ya
takılmamak mümkün değil. İnanılmaz bir doğal güzellik, tek sözcükle bakir
deniz kıyıları, küçük el sanatlarıyla geçinen kendi halinde yaşamaya
çalışan sevimli insanları ve bir de artık ülkemizde soyları tükenmiş de
olsa doğal yaşamın ayrılmaz bir parçası olan hayvan türleri; zebralar,
leoparlar, geyik türler.. bir de en çok ilgimi çeken de penguenler oldu.
Malum, biz ‘ana akım medya’ sayesinde kutuplardaki penguenleri biliyoruz. Cangı’nın albümünde Güney Afrika penguenleriyle de tanışıyoruz. Bu
nedenle de bu bölümün tüm fotoğraflarını Güney Afrika’dan seçtim.
[ Semih Özcan ]
Yine Güney Afrika’ya gelmek
istiyorum. İlk bölümde ödül anını ve yine ödül alan bir kişiyle ilgili
anını, duygularını anlatmıştın? Peki Güney Afrika’yı gezme olanağı buldun
mu? Oradaki halkla konuşabildin mi? Fotoğraflardan küçük el sanatlarına
dayalı bir ticaret görüyorum..bir de çok güzel, bakir deniz kıyıları var.
Güney Afrika’yı da anlatır mısın biraz? Nasıl bir ülke? Güzellikleri ve
sorunları neler? Ve tabii..Mandela’nın izi var mı? Mandela’dan geriye ne
kalmış?
[ Arif Ali
Cangı ] Güney Afrika’da Cape Town ve
yöresini, ödül törenin yapıldığı Johannesburg’u gezme fırsatı oldu. Cape
Town’da kaldığımız süre içinde Ümit Burnu’na kadar gittik, Okyanusun ve
doğanın ürkütücü güzelliği çok etkileyiciydi. Cape Town’da oraya özgü el
emeği ürünlerin üretildiği ve satıldığı atölyeleri gezdik. Bu
atölyelerdeki emekçilerle hatıra fotoğrafları çektirdik. Johannesburg’da
ödül töreninin yapıldığı köy halkı çok sıcak kanlıydı, vahşi hayvanların
olduğu doğal yaşam parkı çok etkileyiciydi. Beni en çok etkileyen ibadet
yapar gibi dans etmeleriydi. Her yerde Mandela’nın izi var. Ten rengi ne
olursa olsun Mandela’ya büyük bir saygı var. Kısaca şunu söyleyebilirim,
Mandela ve arkadaşları Güney Afrika’da büyük bir barış projesini
gerçekleştirmişler ama daha yapılacak çok şey var, halen eşitsizlik diz
boyu, bu eşitsizlikler derinleşirse sağlanan toplumsal barış korunabilir
mi diye sormadan edemiyorum. Güney Afrika’nın bugün yaşadığı en önemli
sorunlar ciddi çevre kirliliğine yol açan endüstrileşme ve yerli halkın
aleyhindeki eşitsizliğin halen sürüyor olması. Orası henüz tamamlanmamış
bir devrim ülkesi.