"...Geçmişin ve tarihsel düzenin hayırlanması, mutlak ve tarihsel
bir HİÇLİĞİ içermez. Tarih türlü kalıtlarıyla karşımızda durmaktadır.
Buradaki hayırlama, toplumsal devrim kuramı yönünden, belli zamana
kadarki düzenlerin, ortadan kaldırılması, aşılması gereken alçımsal (kategorik)
düzenler olduğu gerçeğini ortaya koyar.
Ancak hayırlamanın devrim kuramı dışında kalan bir yanı var ki,
doğrudan doğruya varlık-bilimi ile ilgilidir. Bu çok daha özel bir
alandır ve konunun giriftleşmesine, yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır.
Bireyin kendi varlığını duyabilme uğruna giriştiği hayırlama, bir
bireysel özgürlük arama çabasıdır. Tarihin akımı içinde gelişen
düşüncenin, nesnelleşmesi olarak düşünülemez. Doğrudan doğruya bireyin
özel bir DURUMU'dur. Çünkü bir yerde salt hayır demek, insanı özgür
kılmaz. Yalnız buradaki özgürlük sözünü, toplumun özgürlüğüyle bağıntılı
biçimde almak koşuluyla... Çünkü KİŞİSEL BAŞKALDIRIM'da da kendine özgü bir
ÖZGÜRLEŞME vardır. Ancak, saltık varlığa bağlı böylesine bir özgürlüğün
genellemeleri, kişinin hayırlamasının doğru ve haklı olduğunu
göstermez. Kişinin öznel koşulları özgürlüğün görünüşleri olmayabilir.
Böylesine bir düşünce, kişiyi en aykırı uçlara götürebilir. (...)
BİREYSEL BAŞKALDIRIM'la tarihsel özgürlüğü aynı tutmak, bizi nesnel ve
toplumsal düzeni anlamamak gibi bir noktaya götürür. Benim başkaldırışım,
yalnız BENİMDİR. Başkalarına doğru açılan bir içeriği yoktur. Böylesine
bir özgürlük var olmakla beraber genelleştirilemez. Özel bir durumu
genelleme, kişiyi zorlamaktır.
Hayırlamaya bağlı özgürlük düşüncesini, insan özgür doğmadığı
gibi, özgürlüğü de zorunlu değildir biçiminde anlamak gerekiyor. İnsan
sadece bir özgür olma imkânıdır. Bununsa geniş bir tarihsel içeriği
vardır. Kierkegeard, "İnsan hıristiyan değildir, kendisi hıristiyan
olmaktadır." diyor. Bizim anladığımız özgürlük de tam bu cümleyle
söylenebilir. Bilgi kuramı yönünden, ancak doğanın zorunluluklarını
anladığım ölçüde özgür olabilirim. Sır ve kutsal itaati, kavrama
bağımsızlığı doğurur. Elektron düşünsel bir yapım değil, maddenin
kendinde olan bir şeydir. Onun eylem zorunluluğunu kavradığım an, madde
karşısında daha özgür olurum.
Burada şöyle bir soru önerebiliriz : asıl iş, insanın özgür olup
olmadığında değil, nasıl özgür olacağında değil midir? Şüphesiz insan
üstüne düşünülmeye başlandı mı "metafiziksiz" edilemez. Onun değerini bu
yoldan koyabilir, savunabiliriz ancak. İnsanı nesnel koşulların yankısı
olarak ele alırken bile. Çünkü o, aynı zamanda kendi kendisinin de
yankısıdır. Nesnel koşullardan etkilenir. Fakat tarihi değiştirirken,
tarihe kendini de katar.
(...)
Çağımız, açıkça özgürlük savaşının yapıldığı çağdır. Hem kişi
özgürlüğünün, hem toplum özgürlüğünün yapıldığı bir çağ. Bu yüzden bir
yazar (sanatçı) için hemen her olayın bir siyasi yanı vardır. Ve yazar
(sanatçı) istese de istemese de siyasanın tam ortasında yaşamaktadır. Bir
partiye kayıtlı olsa da, olmasa da bu böyledir.
Ama siyasal düşüncelerimizi açıklar, savunurken, bunu partinin direktifi
ve stratejisi yönünden değil, doğrudan doğruya kendi yazarlık
(sanatçılık) onurumuz ve ahlâkımızla yürütmek zorundayız. Bir yerde
siyasanın stratejileri bizi korkutmamalıdır. Önemli olan bu değil,
bağlandığımız siyasal düşüncenin tarihsel evrim çizgisi üzerindeki
doğruluk derecesidir. Köklü bir dünya görüşüne dayanan siyasal inanç,
parti taktikleri ne olursa olsun, öz tavrından hiçbir şey yitirmez. Bu
kokuşmuş dünya içinde, bizi ve bütün insanlığı böylesine bir anlayış
kurtaracaktır. Yoksa, siyasadan uzak kalmak, salt bir yazar (sanatçı)
olarak, her gün karşımızda beliren tehlikelerin çözümlenmesini
gerçekleştiremez.
Ahlâka bağlanan yazarın (sanatçının) siyasadan korkması, bir noktada,
gerçeklerden ve savaşmaktan korkması anlamına gelmektedir. Bunun
dışındaki her yargı, tarihin açıklığı ve gerçek yazarların (sanatçıların)
tutumu karşısında, bir kendini aldatmadan başka türlü yorumlanamaz."