Gideyim, dedim. Gidemezsin, dedim. Kızdım böyle dememe biraz. Pekâlâ da
giderim, dedim cümledeki sözcüklerden birinin üstüne basa basa söyledim
bunu. Güldüm, biraz alay vardı gülüşümde. Buna daha da kızdım. Gülünecek
ne var dedim. Ne yok ki diye cevap verdim soruya, her şey acı bir gülüşü
hak ediyor. Hangi her şey diye sordum, meraklanmıştım. Her şey işte,
dedim tüm bu olan biten. Biten bir şey yok diye itiraz ettim hemen ama
itirazıma pek de inanıyor gibi değildim, biten bir şey olabilirdi ama
bunu yüksek sesle söylemeye hazır değildim. Hazır olmamam gerçeği
değiştirmez dedim, canımı yakmak istiyor gibi bir halim vardı. Canımı
yakmak istiyor olmamın bir anlamı yok, olan bir şeyi isteyemem, zaten
oluyor dedim. Gözlerimi kapattım, sesimden uzaklaşırım diye,
uzaklaşamadım. Biraz sussam ne güzel olur dedim. Susmak kabul etmektir,
susamam dedim. Kabul etsem ölür müyüm, diye üstüne gittim konunun. Belki
ölürüm dedim. Bekli ölecek olmam beni korkutamaz dedim. Korkuyordum oysa.
Efelenme, dedim hiç gereği yok. Efelenmek istiyordum, acıya efelenmeden
onu buyur etmek kanıma dokunuyor dedim. Şiddetle saldırıyor karşı
gelince, biraz boyun eğ, dedim. Boyun eğersem olduğu şeyden acı mı
vazgeçer yoksa ben mi dedim. Biraz düşündüm bunu, işin içinden çıkamadım.
Çıkamayınca gözlerimi açıp önümde akıp giden yola baktım.
Yol beni çağırıyor gideyim, dedim. Gidemezsin, dedim. Niye gidemezmişim
dedim, öfkemi saklamama gerek olmadığına seviniyordum bir yandan. Yol
öfke kaldırmaz, dedim; yol sükûnetle yürümeyi becerebileni buyur eder
yanına, dedim. Haklı olabilirim, diye düşündüm. Kalmaya dayanırım, dedim.
İnanmazlıkla baktım bu dediğime. Yazık sana, dedim sesimde zorlama bir
şefkatle. Bana yazıklanma, diye bağırdım. Burnumdan soluyordum.
Yazıklanma hiçbir şeye, dedim. Yazıklanmak mucizeyi karalamak demek,
yapma bunu, dedim. Mucizeye ihtiyacım yok, masallara inanmam, dedim.
Güldüm yine, yalan söylemeyi öğrenemedim diye kendime çıkıştım. Henüz
vakit var, dedim. Daha ölmedim, öğrenebilirim.
Mucizeye inanıyorsun da iksire neden inanmıyorsun, diye sordum.
Korkuyorum çünkü dedim. Mucize bir çıngıraklı yılan. Belgeselde
izlemiştim, dedim. Çıngıraklı yılanın kuyruğundan çıkardığı çıngırak sesi
onun avı üzerinde büyüleyici bir etki bırakıyormuş. Bu etkiyle av
kıpırdayamaz hale geliyormuş, yılan da bu durumda bulunan avını ısırıp
zehirleyerek öldürdükten sonra yutmaya başlıyormuş. Düşündüm.
Yutuluyorum, dedim. Saçmalama hala buradasın, diye karşı çıktım. Gideyim
o zaman hala vakit varken, dedim. Gidemezsin diye üsteledim yine. Yılan
çoktan karşında. Tam karşında. Diyecek bir şey bulamadım. Hayret ilk
defa, dedim. İlk defa diyecek bir şey yok. Sözcükler de terk etti beni,
dedim. Onları gereğinden çok önemsedim çünkü dedim. Çok sevilen gider,
dedim. Haklıydım, başımı salladım.
Yine de, dedim ne olursa olsun gideyim. Gidemezsin dedim, gidersem akışa
ihanet ederim. İhanet etmeyi hiç sevmem, diye kendini beğenmişlik yaptım
bir de.
Gideyim, dedim.
Gidemezsin, dedim.
Hiç değilse bir iki yıllığına öleyim, dedim. Buna verecek bir cevabım
yoktu. Dediğimle kaldım.