En çok yağmur yağdığında korkardım. Ya evimiz erirse! Anneannem
gülerdi. ”Korkma o sadece toprak değil içinde saman var birbirine sıkısıkıya kaynaşmışlar ayrılmazlar” derdi. Yine de korkardım. Ya erirse!
Topraktan tuğlalardı sonuçta. Ama hiç erimedi. Yağmurda erimediler,
üzerlerine ne yağmurlar yağdı, ıslandılar ama erimediler. Islanınca nasıl
da toprak kokardı mis gibi. Eskişehir ovasında dümdüz uzanmış, sanki
toprağı kokluyor olurdum. Bütün Eskişehir bizim evimiz olurdu.
Sakarya’dan ruhunu alan, yalın, kirlenmemiş, karışmamış, topraklardı
onlar. Sadece umutla bir araya getirilmişler, sevgiyle sıra sıra
örülmüşlerdi. O yüzden, Eskişehir sevgi doludur, sıcacıktır. Sakarya gibi
azimli ve kararlıdır.
Yeni yeni tuğla evler yapılıyordu. İki katlı, üç katlı. Balkonları da
vardı ve balkonlarında küpe çiçekleri, hanım şükriyeler dizilirdi renk
renk... O evlerin hanımları, daha bir salınarak yürüyordu nedense! Onları
hanım Şükriye dedikleri çiçeklere benzetirdim. Yerini severlerse açtıkça
açar, yerini sevmezlerse bekle dur ki açsın.
Kerpiç evlerimizin pencere üzerleri genişti. Saksılar için adeta vitrin
gibiydiler. Çiçekleriyle yoldan geçenlere gösteri sunmaya hazır
pencerelerdi onlar. Evlerin bahçeleri iç kısımda yer aldığından cepheleri
yol üzerindedir. Yol boyunca, pencerelerdeki çiçekleri izleye izleye
yürürsünüz. O kerpiç evlerin pencereleri büyütür sizi çiçekleriyle.
İçiniz daralmışsa yok eder tüm sıkıntılarınızı. Öfke yoktur, açgözlülük
yoktur bir parça kendini beğenmişlik ve kıskançlık vardır.Ben senden daha
güzel çiçeğim ve daha çok açacağımın ötesinde olmaz, adeta bir yarıştır
onların kıskançlıkları.
Anneannemin penceresinde de onbiray çiçekleri sıralanırdı. On bir ay
açarlar bir ay dinlenirlerdi. Renk renkti onlar, anneannemim sokağındaki
kadınlar gibi... Bu kadınların çoğunun kocaları ölmüştü. Hiçbiri yalnız
değil, hiçbiri mutsuz değildi. Hayatı gerisinden yaşamamıştı bu kadınlar.
Omuz omuza kocası ve çocuklarıyla birebir hayatın içinde, her kerpicini
ördükleri evlerinde. Halime hanım teyze, Zülfiye hanım teyze, Fatma hanım
teyze, Nefise hanım teyze ve niceleri...Kimisi bir okulda, kimisi
kiremithanede, kimisi penceresinin önünde iğne oyası ve dantelleriyle
ekmeklerine ekmek katmışlardır. O kerpiç evlerin güzel çiçeklerinin güzel
kadınlarıydı onlar. Nasıl çiçekleri güzel olmasındı bu kadınların?
Sessiz olurdu kerpiç evler. Yaşamlar gizlenmiş içlerinde, kendi
çığlıkları kendi içlerinde. Yoldan geçeni rahatsız etmez, aynı sırada yer
almış benzerleri gibi uyum içinde. Sadece huzur ve sükûn sunarlardı. Kimi
bir ağacın gölgesinde kimi güneşin altında. Yazın serin, kışın sıcacık
olurdu yürekler gibi. Çivit mavisi, yeşili, sarısı ile renk renk olurdu
her biri. Ayrı ayrı ruhu vardı kerpiç evlerin, köşelerinde saklambaç
oynanan, kapılarında içinde büyütüp yaşama kattıkları oğullarından
kızlarından veya yakınlarından gelecek mektupları bekleyen mektup gözleri
vardı. O evlerde umut vardı. Umutla atılan adımlar vardı. Kerpiç evlerden
çıktı adımlar, hayata karıştı. Yağmurun eritemediği kerpiç evleri eritti
zaman. Yaşanılan geçmişte kaldı; hanım şükriyeler, onbiray ve küpe
çiçekleriyle soldu birer birer renkleri ve çiçekleri.