Geceyi ikiye ayırdı. Kurdun kuşun uyuduğu bir saat. Önce hafifçe
yükseldi ve insanın el ayak çektiği düzlüğe yayıldı. Kurt,
kıvrıldığı kovuktan çıktı; kuşun kanatlarına deli bir rüzgâr vurdu.
Geceyi bir’den çok’a böldü. Kurt kuş uyandı, insan uyanmadı.
Derken bir daha. Gece dondu. Biz önce uyandık, sonra donduk.
Yataklarımızdan kalkıp odanın ortasında toplaştık üçüncüsünde.
Babamın yüzüne uyanıklık inmeden utancın karası inmiş. Annem
yatağında unuttuğu yorganının hayaliyle örtüyor yüzünü. Kapıya
davranacak gibi olunca, babamın “ kal yerinde” diyen eli sessizce
havaya kalkıyor. Orada kalıyor. Sana düşmez’le devam ediyor
havadaki elin itiraz kabul etmez tok sesi. Elin dilindeki
kararlılıkla kıpırdayamaz hale gelmişiz çoktan. Nicedir yapmıyordu,
diye fısıldıyor annem. Pencereden toprak yolun karşısındaki birkaç
evin yakılan ışıkları seçiliyor. Kaç evin ortasına toplanmış ve
havaya kalkan bir elin dayatmasıyla donup kalmış çoluk çocuk
olabileceğini hesaplıyorum çabucak. Işıklar yanar, insanlar donup
kalır ancak hiçbir evin kapısı açılmaz bizde. Duyar- görmezler
âleminin naçar oyuncaklarıyız.
Yarın kahvede suratımı düşürürüm, diye ikna etmeye çalışıyor
havadaki elini babam. Anlar. Geçende anladı mı? Olmadı bir köşeye
çekip, kulağını çekerim. Bu kaçıncı kulak çekme? El inmemekte
ısrarlı. Bir havada asılı eline bakıyor babam bir konu komşunun
henüz söndürülmemiş ışıklarına. Bize dönüp, hadi yatın diyor.
Hiçbirimiz kıpırdamıyoruz. Kulağımız bir an önce başlaması için
duacı olduğumuz kesik hıçkırık seslerinde.
Dördüncüde annemin gözü babamın havadaki eline kenetlenmiş,
bedeninde ayıplanamaz bir titreme. Geçen hafta misafirliğe gelen
dünürünün zoraki gülüşü, pişman ve çaresiz bakışları düşmüş aklına
besbelli. Oğlun, diyordu kadının bakışları senin oğlun. Taş
doğursaydım, dememiş diyememişti yine de annem hiçbir zaman. Sünepe
bir oğlanken şuralarda dolaşışı, anasını atasını sayışı, küçüğünü
büyüğünü bilişi parmakla gösterilirdi. Gerdeğe girmesiyle o sünepe
oğlan gitmiş başka bir şey gelmişti yerine. Bahane bulma yarışına
girdi ilkin annemle babam. Derken bahanelerin kiminin içi boş
çıktı, kimi işe yaramadı. İtiş kakış her evde normal sayılır bizim
buralarda. Erkektir, kocadır, evin direğidir sever de döver de.
Hırpalanmış kadınlar erkeğin boş bıraktığı odalarda birbirlerine
içlerini açar, iki gözyaşı döker, kadere sitem eder, rahatlayıp
evlerine dönerler. Bizim gelinin kaderi karaymış, demişti sonunda
annem. Kapkara. Başından kara yazılmışı kim aka çevirebilir ki?
İki kez kaçıp baba evine döndü yengem. Kolundan tutup geri
getirdiler. Ağabeyin söz vermelerine kimsenin inandığı yoktu ya,
çözüm tek ve belliydi. Ölüm çıkacak bu evden diye bağırdı yengem
bir sabah, abim evden çıkıp gidince, anneme. Ölüm çıkacak. Ölüm
çıkacak. Ölüm çıkacak.
Kızı öldürecek, diye fısıldadı annem çaresizce beşincide. Küçükler
çoktan ağlamaya başlamışlardı. Babamın eli yanına düşmüş, sokak
kapısına dönük ayaklarını durduran zihnine söz geçirmeye çalışıyor
gibiydi. Komşu evlerin ışıkları sönmemiş ama bir Allah’ın kulu
başını uzatmamıştı çığlıkların geceyi, düzlüğü kapladığı yere.
Avlunun içindeki öteki eve kilitlenmiş kulaklarımız bir başka
çığlıkla ne yapacağımızı bilememenin kırdığı bedenlerimizin
titrekliğiyle bekledik. Küçük hıçkırıkları bekledik. Gün olur da
duyamazsak endişesini hep içimizde tuttuğumuz hıçkırıkları.
Altıncıda fırlarım, dedim kendime. Babamın havaya kalkacak elini
görecek halim kalmamıştı. Altıncıda durmam artık. Altıncı
geldiğinde, yedinciyi bekleyeceğimi bile bile dedim bunu kendime.
İlk kesik hıçkırıkla verildi tutulan soluklar. Babamın yanına
düşmüş elinde bir rahatlama. Annemim yüzünde acılı asılı durur,
çocuklar yengemin hıçkırıklarını taklitte. Yatın hadi, diye gürledi
babam. Ben küçükleri yataklarına götürdüm. Babam yatağa iteklerken
annemi, kocası döver de sever de diyordu. Komşu ışıklar söndü. Avlu
doğal karanlığına döndü. Avlunun ötesindeki ağabeyimin evine
baktım, devam eden hıçkırıkların utancı içimde. İnsan uyudu,
hıçkırık bile uyudu sonunda. Gözlerime uyku inerken gördüm: Çatıda
bir kuş, kapı önünde bir kurt. İnsan uyudu. Hepten.