''Sisifos'' miti (orijinal olarak ; le mythe de sisyphe) temel olarak
yunan mitolojisinden gelmektedir. Anlatıya göre sisifos, denizcilik ve
ticaretin gelişimine katkıda bulunmuş, fakat konukseverlik kurallarını
gözardı ederek yolcuları ve konukları öldürecek kadar açgözlü ve hileci
bir kraldır. Homeros'un aktarmasına göre, Sisifos en hünerli insan olarak
ün salmıştı. Kuzenini baştan çıkarmış, erkek kardeşinin tahtını ele
geçirmiş ve Zeus'un sırlarına -özellikle Zeus'un nehir tanrısı Asopus'un
kızı Aegina'ya tecavüz ettiği sırrına- ihanet etmiştir. Bunun üzerine
Zeus, Hades'ten Sisifos'un cehennemde zincire vurulmasını istemiştir.
Ancak hileciliğinin cezası olarak Sisifos, daha büyük ve daha büyük bir
cezayla karşı karşıya kalmıştır : Her seferinde yeniden aşağıya
yuvarlanacağını bildiği halde büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna
yuvarlamak !
Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Albert Camus, bu yapıtına en
önemli felsefi sorunla, intiharı sorgulamayla başlar. Adına İntihar
dediğimiz aykırı olayın altında yatan nedenleri irdelerken, bireyin yaşam
savaşımına değinerek analitik düşünce yapısını ortaya koyar alabildiğine.
Camus’ye göre, “Bu eylem (intihar), yüreğin sessizliğinde büyük bir yapıt
gibi hazırlanır. Yaşamın, yaşanmaya değer olmadığını göstermek midir
bireyin amacı? Uyumsuzluk burada devreye girer. Topluma uyum sağlayamayan
insan, giderek kendine de yabancılaşır. Aynaya baktığında kendine yabancı
gelen bir yüz görür ve vazgeçer yaşamaktan. Kendisini çevreleyen duvarlar
arasında yaşayan birey, yaşamanın bir kısır döngü olduğunu fark eder.’’
Kitaba adını veren “Sisyphos Söylencesi” budur işte. Bin bir güçlükle,
çileyle tepeye çıkarılan kaya, tepeden aşağı yuvarlanır gerisin geri. Bu
karmaşadan kurtulmak ya da saplanıp kalmak? İş, buradan çıkılıp
çıkılamayacağını; intiharın, bu uyumsuzluktan çıkarılacak bir sonuç olup
olmadığını bilmek önemlidir. Uyumsuz insan, yaşamla savaşırken kendini de
tüketir farkına varmadan. Çıkmaza saplanıp kalabilir.
Düşüncenin bocaladığı bu son dönemece, daha doğru deyimle yaşamın en
kıyısına birçok insan gelmiştir. Kimi kalıcı olarak ömrünü böyle
tüketmiştir, kimi her nasılsa kurtulmayı başarabilmiştir. Ya
başaramayanlar? İşte intihar olgusu burada tartışılması gereken
önemdedir.
“Hak edilmesi gereken” bir başka yaşam umudu var mıdır? Yoksa yaşam en
kıyısında gezinen kişiye “ihanet” mi etmiştir?
Camus’nün önemi, bu soruyu temel soru(n) haline getirmesidir: “Gerçekten
önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar,” der Camus .
Felsefenin ele aldığı öteki bütün konuları ikincil önemdedir. Aslında
haklıdır da. Yaşam konusunda netleşerek bir tavır ortaya koymadıktan
sonra, daha açık söylenirse “yaşamı güçlü bir şekilde onaylamadıktan
sonra”, öteki kavramları sorgulamak neden önemli olsun ki?
Yaşam, gerçekte birçoğumuz için tekdüze duruma gelebilir. İnsan bu
çıkmaza dönüşen kısır döngü içerisinde sıkışıp kalabilir. Toplumca
uyumsuz diye bilinenler, isyan duygusu içerisinde vazgeçiyorlar
yaşamaktan. İntihar, bu aşamada kendi sıkışmışlıkları içerisinde bir
çıkış yolu gibi görülebiliyor.
Yaşamın tekdüzeliğine teslim olmak neden? Neden aşağıya yuvarlanan kayayı
yeniden tepeye çıkartmaya çalışıyoruz, neden her defasında farklı bir
sonuç umuyoruz? Neden sahneden inip, kendi rollerimizi kendimiz
bulmuyoruz? Bırakalım kaya düştüğü yerde kalsın, önemli olan kendimize
yeni bir tepe, yeni umutlar, yeni uğraşlar, yeni roller bulmak değil
midir?
İnsan yenilgiye, çözümsüzlüğe, yılgınlığa teslim olamaz, olmamalıdır.
Aklı, ruhu, bütün varlığı başkaldırır buna. O bir yol bulmak, açmak
zorundadır.
Albert Camus, ‘Sisifos Söyleni’ ile içimizde kalan, söyleyemediğimiz
sözleri söyler. Yaşam acıyı ve hüznü beslerken, umudu yok etmeye çalışır.
Kabullenmenin ağırlığı altında ezilirken, kaçmak için hiçbir şey
yapmayız. Hepimizin içinde bir uyumsuz vardır. Bu uyumsuzluk, kimimizi
mücadele etmeye götürür, kimimizi ezberciliğe, kimimizi de intihara.
Albert Camus, intihar konusu üzerinden yaşamı, neden- sonuç ilişkileri
ile sorgular. Yaşamın anlamsızlığı içerisinde koşuştururken, zamanı değil
kendimizi tüketiriz. Yitirilen dostluklar, çabuk tüketilen sevgiler
arasında bocalar dururuz. Gülümsemeyi unuturuz çoğu zaman. Kendimize
zaman ayıramadığımız için, kendimizi de unuturuz. Oysa her bitişte bir
çıkış, her kederde bir umut, her acıda bir mutluluk saklıdır. Bunu
görebilmek önemlidir.
Kendimizi tanır ve yaşamın bize sunduğu olanakları değerlendirirsek her
savaştan utkuyla dönebiliriz. Yaşamını, başkaldırmasını, özgürlüğünü
duymak, elden geldiğince fazla duymak, fazla yaşamaktır.
Camus, her insanın içindeki uyumsuzu ortaya çıkarır. Kitap bitince bütün
düşüncelerimiz değişir. Bıkkınlığın yerini yeni alışkanlıklar,
yabansılığın yerini ise uyum alır.
İnsan yüreğinde öyle umutlar gizlidir ki görmesini bilene. Yaşam bedenini
sıkmaya başlayınca, yeni arayışlara girer birey. Varoluş ve hiçlik
arasında gider gelir. Yaşamın bir nedeni, bir anlamı olmalı. İşte
‘Sisifos Söyleni’, Camus'ün aynı yılda roman türünde çıkardığı
''Yabancı'' adlı yapıtıyla birbirini tamamlar nitelikte oluşuyla, daha
komplike bir başyapıt durumuna geliyor. Bir bakıma Camus'ün ‘Sisifos
Söyleni'nde kurguladığı felsefeyi, ''Yabancı'' romanında gerçeğe
dönüştürdüğü yorumunu yapabiliriz. bunu bulanlar, savaşı kazanmanın
mutluluğuyla yollarına devam eder.
Kitap dört bölümden ve toplam on alt başlıktan oluşur:
A) Uyumsuz Uslamlama
Uyumsuz ve İntihar başlıklı birinci makalede insanın düşünmeye başlaması
ve yüreğini kurtların yiyip, yaşamın değerini anlamaya çalışmasıyla
yaşamı felsefi bir sorgulamaya yatırdığını görüyoruz. Hayatı, yaşamın
anlamını, yaşamdaki anlamsızlığı ve saçmalığı irdeleyerek, “bu hayatın
bir anlamı var mı?” sorusunu soran Camus, bu şekilde kendisine de bir
çıkar yol bulmaya çalışmıştır. Yanıt “hayır”sa intihar düşlemi devreye
girer, “evet” ise umut etmelidir. Camus, tüm büyük beyinlerin, yaşamında
bir kez de olsa intihar etmeyi düşündüklerini söyler. İnsanın iki
seçeneği olduğundan yani ‘intihar ve umut’tan söz eder.
B) Uyumsuz İnsan
“Uyumsuz insan, sonrasızlığı yadsımayan onun için hiçbir şey yapmayan;
sınırlı özgürlüğünden, ölümlü bilincinden kuşku duymayınca yaşamı
süresince serüvenini sürdürür. Tanrı’dan ayrılmayan buyurucu ahlak
görüşünü benimser. Ama kendisi, bu Tanrı’nın dışında yaşar.”
Uyumsuz insanı bu tür tanımlamalarla betimleyen Camus, bu bölümü de üç
başlık altında incelemiştir.
‘Don Juanlık’ adını verdiği bu makalede Camus, Don Juan efsanesini ele
alarak birtakım sonuçlar çıkarmıştır. Kendisini askeri kafayla bir fatih
olarak gören Juan, hazlarının peşinden koşmuş, arzuladığı kişiyi elde
etmiş ve ulaşmayı istediği fethi başarıyla tamamlamıştır. Sonra hazzın da
kişinin de hiçbir şey ifade etmediğini anlamıştır. Dolayısıyla geriye
koca bir hiçliğin kaldığını görmüştür. Ona göre aşk, hem kendisini hem de
dünyanın tüm yüzlerini beraberinde getiren, yön veren kurtarıcı
türündedir. Don Juan, bu safhada doygunluğu önermiştir. Güzel bir kadının
her zaman arzulandığını söylemiş, bir kadını bırakırsa sevmediği için
değil, başka birisini sevdiği için bırakacağını anlatmaya çalışmıştır.
Camus bundan şu sonucu çıkarmıştır: İnsan ne kadar çok severse, uyumsuz o
ölçüde sağlamlaşır.
‘Oyun’ isimli bölümde de Albert Camus, günlük hayatta bir programa sahip
olan insanın oyalanmayı sevmediği; birçok kaderin acısını çekmeyip
yalnızca şiirini alması yönüyle tiyatrodan ve gösteriden hoşlandığını
belirterek bir giriş yapmıştır. Oyuncu için tanınmamışlığı oynamamak
olarak görmüş; oyuncunun oynamamasını ise canlandıracağı tüm varlıklarla
yüz kez ölmek şeklinde belirtmiştir. Bu bölümde Camus uyumsuz insan ile
oyuncu arasındaki ilişkiden şöyle bahsetmiştir: Oyuncu, uyumsuz gibi bir
şeyi tüketir, durmadan dolaşır. Zamanın yolcusudur. Nasıl ki ölüm,
uyumsuz insan için düzeltilemez bir şeydir. Aynı durum oyuncu için de
geçerlidir. Ne olursa olsun ölmek söz konusudur.
‘Fetih’de de yazar, insanın niteliklerinden, usunu kullanışından
hareketle birkaç çıkarımda bulunmuştur. Mesela, bir insan söylediği
şeylerden çok söylemedikleriyle insandır. O sahip olduğu aklıyla ya
gözlemi ya da eylemi seçer. O yüzden insan olmak derler bunun adına.
İnsan hiçbir şey yapamaz ama yine de her şeyi yapabilir. Camus, dünyanın
küçülttüğü insanı kendisinin kurtardığını söyler. İnsan sınırlı durumunun
bilinciyle karşısında bulunan yazgısını kışkırtır.
C) Uyumsuz Yaratım
Felsefe ve Roman başlığı altında, sanattan hareketle bir yaratımdan ve
onun felsefesinden bahsetmiştir. Yaratım büyük bir oyundur, nitekim sanat
da bir yaratımdır. Sanat yapıtı bir deneyimin ölümünü, bununla birlikte
çoğalımını belirtir. Sanat ve felsefe dalının her biri de kendine özgü
bir iklime sahiptir. Öğretisinin içine kapanmış felsefeciyle, yapıtının
karşısında yer almış sanatçı arasında bir çelişki vardır. Sanat yapıtı da
bir çelişkiden ibarettir. Onun bu anlık kusursuzluğunu ancak önyargı
doğrulayabilir. Sanatçı da aynı düşünür gibi kendisine bir yol seçer; bu
onun özgünlüğünü gösterir. Burada da estetik sorunlar ortaya çıkar.
Gerçek sanat yapıtı insanı aşan bir ürün değildir; onun ölçüsü
düzeyindedir. Büyük sanatçı da büyük bir yaşayıcıdır. Yaşadıklarını ve
hayallerini sanatına aktarır. Çünkü dünya yalnızca görünenden ibaret
olsaydı o zaman sanat olmazdı. Sanatın, bir yerde desteğini aldığı soyut
düşünce artık tenle buluşur. Yazar öyküler anlatmaz, kendi evrenini
oluşturur. Bu yorumlara ek olarak büyük romancılar, filozof romancılardır
diyen Camus, diğer bölümde Dostoyevski’nin gözde bir yapıtını inceler.
Bize seslenen uyumsuz bir romancı değil, varlıkçı bir romancıdır. Burada
sanata büyüklüğünü veren sıçrama, duygulandırıcı konumundadır. Söz konusu
uyumsuz da bir yapıt olarak değil, bir sorun olarak karşımıza çıkar.
Sanata en çok katkı sağlayabilecek olan şey, olumsuz düşüncedir. Bulanık
bir biçimle gelişen davranışlar, büyük bir yapıtın anlaşılması için çok
gereklidir. Yaratıcı tutum, uyumsuz yaşamayı tamamlayabilecek tutumlardan
biridir. İki işi bir arada yürütmek, bir yandan alçaltıp bir yandan
göklere çıkarmak uyumsuz yaratıcının önünde açılan yoldur, boşluğa
renklerini vermelidir, diyen Camus bu bölümde de umut vadetmeyen,
yarınsız, uyumsuz yaratıcının özelliklerini aktarır.
D) Sisifos Söyleni
Başlangıçta izah etmeye çalıştığımız bu bölümle Camus, Yunan
Mitolojisi’ndeki Sisifos karakteri üzerinden bir anlatı yaparak içindeki
sorunları konsantre halinde sunduğu kitaba son verir.
‘Sisifos Söyleni’nden aforizmaları şöyle özetleyebiliriz:
‘’Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın
yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel
sorusuna yanıt vermektir.
Hiç kimsenin varlık bilimsel bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. Önemli
bir bilimsel gerçeğe varmış olan Galilei, bu gerçek, yaşamını tehlikeye
sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. Bir bakıma iyi de
etti. Uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. Dünya mı güneşin
çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde, hiç mi hiç önemi yok
bunun.
Tüm temel sorunlar üzerinde-kişiyi başkalarına öldürtmeye yönelten ya da
onun yaşama tutkusunu on katına çıkaran sorunları söylemek istiyorum.
İntihar şimdiye kadar yalnızca toplumsal bir olay olarak ele alınmıştır.
Buradaysa tam tersine, bireysel düşünceyle intihar arasındaki ilişki söz
konusu. Böyle bir edim, yüreğin sessizliğinde, tıpkı büyük bir yapıt gibi
hazırlanır. İnsan kendi de bilmez bunu. Bir akşam tetiğe basar ya da
kendini sulara bırakır.
Ama aklın hangi dakikada, hangi davranışla ölümü seçtiğini saptamak güç
olsa bile, eylemin gerektirdiği sonuçları bu eylemin kendisinden çıkarmak
o kadar güç değil. Kendini öldürmek bir anlamda, melodramlarda olduğu
gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı
anlamadığımızı söylemektir.
Yalnızca “çabalamaya değmez” demektir kendini öldürmek.
İsteyerek ölmek, bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin
neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının,
acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimdenmiş olmasını
gerektirir.
Sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye
rastlanamayacağına göre, bu duyguyla hiçliği istemek arasında dolaysız
bir bağ bulunduğu fazla açıklama yapılmadan da benimsenebilir.
İşte bu denemenin konusu, uyumsuz bir intihar arasındaki bu bağıntı,
intiharın uyumsuz için tam olarak hangi ölçüde bir çözüm olduğudur.
Bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın tüm düşkünlüklerinden daha güçlü
bir şey vardır. Bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir,
beden de yok oluş karşısında geriler.
Yaşam yaşanmaya değmediği için insan kendisini öldürür, işte bir gerçek,
kuşkusuz, ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık. Ama yaşamaya
yöneltilen bu aşağılama, içinde daldırıldığı bu yalanlama, hiç anlamı
olmamasından mı geliyor? Uyumsuz olması, umut ya da intihar yoluyla
kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor?
Derin duygular da büyük yapıtlar gibi bilinçli olarak söylediklerinden
daha fazla anlam taşır her zaman.
Tüm büyük eylemlerin, tüm büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı
vardır. Büyük yapıtlar çoğu kez bir sokağın dönemecinde ya da bir
lokantanın kapısında doğar. Uyumsuzluk da böyle. Özellikle uyumsuz dünya
soyluluğunu bu zavallı doğuştan alır.
Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda
bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi,
bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın
ardından da sonuç gelir zamanla; intihar ya da iyileşme. Tek başına ele
alınınca, bıkkınlıkta tiksindirici bir şey vardır. Burada, iyi bir şey
olduğu sonucunu çıkarmam gerekiyor. Çünkü her şey bilinçle başlar. Her
şey ancak onunla bir değer taşıyabilir.
Her güzelliğin dibinde insan dışı bir şey yatar ve bu tepeler, gökyüzünün
bu tatlılığı, bu ağaç dizileri kendilerine yüklediğimiz düşsel anlamı
hemen o dakikada yitiriverir, yitirilmiş bir cennet kadar uzaktırlar
bundan böyle.
Gene de herkesin sanki hiç kimse “bilmiyormuş” gibi yaşamasına ne kadar
şaşılsa azdır. Gerçekte ölüm deneyimi yoktur da ondan. Ancak yaşanan,
bilincine varılan şey denenmiş olabilir. Burada, olsa olsa başkalarının
ölümüyle ilgili bir deneyimden söz edilebilir.
İsteyerek ölmeli mi, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeli?’’
Özetle; yaşamı, anlamını umudu ve yılgınlığı, sonuçta hiç olmayı ya da
var olmayı sorgulamak için eşsiz bir yapıttır ‘Sisifos Söyleni’.
______________________
Sisifos Söyleni
Çevirmen: Tahsin Yücel
Orjinal Adı: Le Mythe de Sisyphe
Can Yayınları, 2017