Bâki Efendi XVI. yüzyılda "sultan üş-şüera" seçilmişti. Bu seçilişinin
üstünden nice yıllar geçti. Ama, şairlerin sultanı olmak tutkusu
(ihtirası) hâlâ geçmedi.
Bu tutku türlü biçimlerde beliriyor şimdileyin:
Kimi şairler bu tutkuyla yanıp tutuşuyorlar. İlle de sultan olmak
istiyorlar. Bu amaçla olmayacak işler yapıyorlar. Bakıyorsunuz, şair A
sanatça B'yi çürütmek için elinden geleni geri komuyor. Sözle, yazıyla
yerin dibine batırıyor onu. Kıyasıya eleştiriyor. Şair B ise başka bir
yol tutuyor: A'nın özel yaşayışına dil uzatıyor. Onu küçültmek için
dedikoduya baş vuruyor. Şair C'ye gelince, onun tutumu daha başka: D'yi
silmek için ideoloji dümenlerine sarılıyor. Ala boyuyor onu, mora
boyuyor. Şair D, ululaşmanın yolunu aktörlükte buluyor. Hep öncü şair,
büyük şair, yeni şair rolünde görüyoruz onu. Her köşe başına balmumundan
heykelini dikiyor. Şair E kişisel politikayı seçiyor. Oportünizm dilini
bandığı şerbet oluyor. Bu arada oklarına zehir sürenler de var: Şair F,
düşman sayıyor G'yi kendine. Onun yazdığı dergide yazmıyor. İçtiği
meyhaneye, katıldığı toplantıya gitmiyor, arkadaşlarıyla konuşmuyor. Onu
karalamak için çamura yatıyor. Şair H ise parasına güveniyor. Önüne
gelene içki ısmarlıyor. Sonra, zorla şiirlerini okuyor ve bol bol kendini
övüyor.
Bütün bu kıskançlık belirtilerinin, bu doğulu davranışlarının altında
aynı duyguyu yaşıyor : Sultanlık tutkusu. Neredeyse insanın Hesiodos'a
hak veresi geliyor : "Çömlekçi çömlekçinin, şair şairin, dilenci
dilencinin düşmanıdır."
Neyse ki bu duyguyu iyiye kullananlar da eksik değil. Gerçi onlar da
sultanlık için çalışıyorlar. Ama öbürlerininkine pek benzemiyor bu
çalışma. Daha az doğulu onlar: Sultanlığı eserleriyle almak istiyorlar.
Bunun için de güzel eserler yaratmağa yöneliyorlar. Sultanlık tutkularını
olumlu bir yolda tüketiyorlar.
Bir de Batı'ya bakalım. Durum bizimkinden ne kadar ayrı. Şairler çoğunca
kurtulmuş sultanlık tutkusundan. (Az da olsa bizde de var böyleleri.
Örneğin Nazım Hikmet var, Behçet Necatigil var - Onlara
sözümüz yok elbette.) Sultan olmağı değil; değerli olmağı, kalıcı eserler
vermeği düşünüyorlar. Başkalarının sultanı olmaktansa, kendilerinin
sultanı olmağı seçiyorlar. Hatta, başkalarına az çok yardım bile
ediyorlar. Her biri Voltaire'nin Candide'i gibi, kendi
bahçesini işliyor. Bahçesinden, verebileceği en iyi yemişleri almağa
uğraşıyor. Biliyor ki, sultanlık gelip geçiyor, ama büyük eserler
kalıyor.
Söz gelimi P. Valéry, D. Thomas, R Char, St. J.
Perse, M. Jacob, H. Michaux bu biçim şairler. Acaba
bunlardan hangisi sultan? Hepsi yahut hiç biri! Çünkü her birinin ayrı
bir yolu, ayrı bir anlayışı, bir kişiliği var. Onları ancak bu "özel"
yol, anlayış ve kişilik içinde değerlendirebiliriz. Kendi çizgilerinde
ulaştıkları noktaya göre yarılayabiliriz.
Çünkü sultanlık çağı geçti artık. Monarşinin yerini demokrasi aldı. Düşük
Kıral Faruk bile anlamıştı bunu : "Yakında iskambildeki kırallardan
başka kıral kalmayacak dünyada!" demişti.
Eski kralın dahi anladığı bu gerçeği biz niye anlamıyoruz? Niye
içtenlikten kaçıyoruz? Kendimizi bulmak için başkalarını çiğniyoruz?
Şiiri sevmek, biraz da şairleri sevmek, insanı sevmek değil mi?
Öyleyse, şair Hasan Hüseyin'in şu güzel çağrısına biraz kulak
verelim:
"Ne olursan ol, kim olursan ol: sanatçıya ve onun yapıtına sevgiyle
yaklaş! Sanatın da, sanatçının da suyu, havası, besini ve toprağı
sevgidir."
(A
Dergisi, Mart 1959)
(*)
Süje'nin
Notu : Yazarın orijinal metni
aynen kullanılmıştır.
Kaynak : : Asım
Bezirci/ Bilimden Yana Sosyalizme Doğru / Cem Yayınevi,
İkinci Baskı,
Ocak 1976, İstanbul
_______________________________________
Asım Bezirci
1927 yılında Erzincan'da doğdu. Parasız yatılı olarak okuduğu Erzurum
Lisesi’nden sonra (1939-1945) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1950). Siyasal gazete yazılarıyla işe
başladığı Seçilmiş Hikâyeler ve Pazar Postası’nda “Halis
Acarı” takma adını kullandı (1957-1958). Özel kuruluşlarda geçimini
emeğiyle sağlarken yazarlığını da verimlilikle sürdürdü.Düşüncelerini
yararlı saydığı yazarlardan gerekliliğine inandığı on beşe yakın kitap
çevirdi. Kişisel izlenim, duygusal yaklaşım, bireysel değerlendirmeye
yaslanan öznel eleştiri yerine, her eseri derinliğine inceleyip tarayan,
çeşitli yanlarından ölçüp tartmaya dayanan nesnel eleştiri yöntemini
kullandı.
2 Temmuz 1993'te Sivas
Katliamı'nda diğer 36 aydınla birlikte yaşamını yitirdi.
(Yazar hakkındaki bilgi değişik kaynaklardan derlenmiştir.)
YAPITLARI
Çok Kapılı Oda (1961)
Edip Cansever (1961)
Günlerin Götürdüğü Getirdiği (1962)
Bilimden Yana Sosyalizme Doğru (1963)
Abdülhak Hamit ve Târık yahut Endülüs Fethi (1966)
Okudukça (1967)
Orhan Veli Kanık (1967)
Ahmet Haşim (1967)
Nurullah Ataç (1968)
Dünden Bugüne Türk Şiiri (1968)
Metin Eloğlu (1971)
On Şair On Şiir (1971)
Seçme Romanlar (Refika Taner'le birlikte, 1973)
İkinci Yeni Olayı (1974)
Sabahattin Ali (1974)
Nâzım Hikmet ve Seçme Romanlar (1975)
Orhan Kemal (Hikmet Altınkaynak'la birlikte, 1977)
Halk, Sosyalizm, Kültür ve Edebiyat (1979)
1950 Sonrasında Hikayecilerimiz (1980)
Seçme Hikayeler (Refika Taner'le birlikte, 1981)
Pir Sultan (1986)
Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri (1986)
Şairlerimizin Diliyle Barış (1987)
Rıfat Ilgaz (1988)
Deyimlerimizin Sözlüğü (1990)
Temele Gül Dikenler (1993)
Güle Dil Verenler (1993)
ÇEVİRİLERİ
Halkın Ekmeği (Bertolt Brecht) (A. Kadir ile birlikte)
Demokrasi, Barış, Sosyalizm (Jean Jaurès)
Seçmeler (Jean Jaurès)
Seçme Şiirler (Paul Éluard) (A.Kadir ile birlikte)
Asıl Adalet (Paul Éluard)
Varoluşçuluk (Jean-Paul Sartre)
Sosyalist Açıdan Toplum, Sanat, Eleştiri (Georgi Plehanov)
Sosyalizm ve Edebiyat (Anatol Lunaçarski)
Felsefe Bilim ve Din (Marcel Cachin ve Rene Maublanc)
Pyrrhus ile Cineas (Simone de Beauvoir)
Diderot (Andre Cresson)
Yeni Roman (Alain Robbe-Grillet)
Üç Hikâye (Gustave Flaubert)
Belâlı Yer (E. Caldwell) (H.L. Ak ile birlikte)
Edebiyat Üstüne (Alain)
Dünyada Sendikacılık (G Lefranc)
Özgürlük Sorunları (R Maublanc) (V. Günyol ile birlikte)