Kıbrıs Şehitleri’nde, günün en işlek saatinde tabanlarımı götüme vura
vura koşuyorum. O kadar hızlıyım ki arkamdan bir toz bulutu bıraktığımı
hayal ediyorum. Sıcaktan mayışmış insanlar biraz merak biraz korkuyla
durup beni izliyor. Peşimde biri olup olmadığının merakı içindeler.
Haklılar; insanın o sıcakta o hızla koşmasının sebebi peşinde ya bir
polisin ya da bir katilin olmasıdır. Aksiyona aç olan İzmirlilerin
adrenalin seviyeleri yükseliyor. Göz bebekleri büyüyüp, kalp atışları
hızlanıyor. Şanslarına küssünler, beni ne polis ne de katil peşliyor. Yüz
metre yarışmasındaymışım gibi kaçtığım şey arkamdaki ölümüm.
Camii’nin arkasındaki Alsancak Devlet Hastanesi’ne yetişme telaşındayım.
Koşarken caddede birkaç kişiye çarpıyorum ve küçük, sarışın, şirin bir
kız çocuğunu yanlışlıkla ayaklarımın altına alıyorum, kafasına basıyorum.
Durup özür dilemek niyetindeyim; ama kaybedecek vaktim yok, koşmaya devam
ediyorum. “Özür dilerim,” diye bağırıyorum arkama bakarak. Arkamdan,
“Hayvan, yuh!” “Tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsun?” “Senin gelmişine
geçmişine sokayım” sözlerini duyuyorum. Takmıyorum. Bir an kendimi
Mirkelam gibi hissediyorum; ama o koşuşumla Mirkelam yanımda kaplumbağa
gibi kalır, biliyorum. Beynimin içinde bir şarkı benden izinsiz çalmaya
başlıyor: Bu yüzden her gece ben, her gece üzülmüşüm. Bu yüzden her gece
bu aşkın peşine düşmüşüm…
Acil servisin önüne ulaştığımda rahat bir nefes alıyorum. Otomatik kapı
açılırken, “İnşallah, geç kalmamışımdır,” diyorum. Mideme aniden bir ağrı
saplanıyor, endişeleniyorum: “Bugün ölmezsem, beş vakit namaz kılacağım
Allah’ım, Ramazanda oruçlarımı aksatmayacağım, bir daha içki içmeyeceğim,
esrar kullanmayacağım, karıya kıza bakmayacağım, zina yapmayacağım,
ayrıca eğer yeterince param olursa otuzumda hacca da gideceğim, yemin
ediyorum. ”
İçeri girer girmez meşgul olmayan bir doktor bulup, ona yaptığım
gerzekliği bir çırpıda anlatıyorum: “Bir kutu hap yuttum, doktor bey.
Yarım saat kadar önce. Alsancak iskelesinin yanında, çimenlerde. Birayla
içtim. Pişman oldum, koşa koşa buraya geldim.” Doktor, ölü gözlerle bana
bakıyor: “Ne içtin,” diye soruyor. “Efes,” diyorum. Kahkaha atıyor:
“İlacı soruyorum, hangi ilacı içtin?” Cebimden ilaç kutusunu çıkarıp
gösteriyorum.
Midem yıkandıktan sonra kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum. Kendime
yeni, düzgün ve temiz bir hayat kurmaya söz veriyorum. O gün acil
servisten midesi bomboş bir halde çıkacak olan ben’in, yarım saat önce
midesi hapla dolu karnını tutarak acil servise giren ben’den çok daha
farklı olacağına dair karar veriyorum. Doktor odaya girip durumumu
soruyor. “Çok iyiyim,” diyorum, teşekkür ediyorum. Kem küm ettikten sonra
“Birazdan polis gelecek, seni sorgulayacak,” diyor. Yatakta telaşla
doğruluyorum: “Lütfen, polisi işin içine sokmayalım, babam bu yaptığımı
duyarsa beni tavana asar,” diyorum. Yumuşamıyor, kafasını sallıyor:
“Olmaz. Polisin, olayı kayıt altına alması gerekiyor, bu sadece basit bir
prosedür, endişelenme, korkmana gerek yok.”
“Bokunu yiyim doktor bey, söylemeyin,” diyorum. Kulak asmıyor, nuh diyor
peygamber demiyor. Bir süre manasızca yüzüme baktıktan sonra gülümseyerek
“Ben tuvalete gideceğim, tuvaletim geldi nedense, polislerle işin
bittikten sonra yine konuşuruz,” diyor. Doktor odadan çıkar çıkmaz oradan
kaçacağım, kafaya koyuyorum. Doktor bıyık altından gülerek odadan
çıkıyor. İçimden ona analı avratlı küfürler savuruyorum. Derin bir nefes
alıyorum, serumu kolumdan çıkarıp koşa koşa odayı terk ediyorum. Odaya
girmeye hazırlanan kapı önündeki polisler kapının yüzlerine açılmasıyla
şaşırıyorlar, birkaç saniye anlamsızca arkamdan baktıktan sonra durumun
farkına varıp, peşimden koşmaya başlıyorlar.
Yine Kıbrıs Şehitleri’ndeyim, yine koşuyorum, yine topuklarım götümü
dövüyor ve yine meraklı gözler üzerimde. Tek değişiklik bu sefer
gerçekten peşimde birileri var. Son hızla koşarken içimden şarkı
söylemeye devam ediyorum: Bu yüzden her gece ben, her gece üzülmüşüm…