Okuldan çıkınca Meryem’in evine gitmiştik. Lisedeydik. Meryem
benden bir kaç yaş büyüktü. Ayaz parlıyordu dışarıda, içerde yoksulluk.
Soba yanmıyordu, babası hastaydı; zayıf, kara, kuru, yaşlı bir adamdı.
Salonun bir köşesindeki kanepede, bacaklarını karnına doğru çekmiş
yatıyordu. Kimsenin umurunda olmamanın o kutsal karanlık ışığı parlıyordu
koyu renk ceketinde. Biz ise eve girer girmez, salondan açılır kapanır
üçlü kapıyla ayrılan, iç odaya geçtik. Yatak yorgan yığılıydı bir köşede,
birkaç koltuk vardı ve bir sehpa. Biz yere, sehpanın başına oturduk.
Daha eve girer girmez babasını görünce, ‘Nesi var babanın, neden yatıyor’
diye sordum, ‘Hasta.’ dedi. Babası başını hafifçe kaldırarak ‘Hoş
geldiniz.’ diye karşıladı beni, kaderine razı olmanın sessizliği vardı
üstünde ‘Hoş bulduk amca, geçmiş olsun' diye karşılık verdim. Sonra
Meryem’e dönerek ‘Ev çok soğuk, baban da hasta, sobayı yakalım da öyle
başlarız çalışmaya’ dedim. Meryem keskin bakışlarıyla ve kararlı ses
tonuyla ‘Hayır’ dedi ‘olmaz’. Yüzü o kadar güzeldi ki, koca kız iki örgü
yapardı upuzun saçlarını. Yüzü o kadar aydınlıktı ki, tanrım, ben onu ne
çok severdim. Ne anlayışlı, ne akıllı, ne zarif, ne inceydi. Ama ‘Olmaz’
dedi, ‘bunlar önemli değil, bunlar ayrıntı, toplumsal acılar varken,
kişisel acılarımızın bize engel olmasına izin veremeyiz, biz şimdi
çalışacağız.’
Sanki yarın devrim olacaktı ve ben de bu süreçte yerimi almak için
Felsefenin Temel İlkelerini bir dakika geç kalmadan Meryem’den
öğrenmeliydim.
Bizim eve çok uzak değildi evleri, arka sokağın devamında yolun karşı
tarafındaydı. O sokağa ilk kez geliyordum. Ne ilginç, Meryem, 6 Edebiyat A’dan sınıf arkadaşım; şimdi benim hocamdı, bana ders verecekti.
O bilirdi daha iyisini. ‘Tamam’ dedim, başladı Felsefenin Temel
İlkelerini okumaya. Ara sıra açıklayıcı örnekler veriyordu; Yandaki evin
çatısını gösterdi, ‘Bak kiremitler nasıl da solmuş; güneş, yağmur
yıpratmış, soldurmuş onları. Çatı yeni yapıldığında kiremitler kırmızı,
düzgün, temiz ve yıpranmamışlardı. Ama yağmur, rüzgar ve başka etkenlerle
zamanla renkleri soldu, yıprandılar. Her şey değişir.’ Düşündüm ve
şaşırdım, buna hiç dikkat etmemiştim. Ben sessizce onu dinliyordum, bir
yandan da babasını düşünmekten alamıyordum kendimi; Karnı aç mıdır, bir
çorba yapsaydık, sobayı yaksaydık, nasıl da büzülmüştü kanepede. Ne vardı
sanki sobayı yakıp öyle başlasaydık Felsefenin Temel İlkelerini
öğrenmeye. Şimdi öyle yatıyor orda hasta, yalnız ve üşüyerek. Ve hiç
anlamıyordum bu devrim bu kadar acil mi; eğer insanları yanımıza
katmazsak, daha güzel bir dünya istemenin ne anlamı var?
Ama çok ilgimi çekiyordu anlattığı şeyler, okuduğu şeyler, verdiği
örnekler; Her şey birbirine bağlıdır, her şey durum değiştirir,
değişmeyen tek şey değişimdir, nicel birikim nitel sıçrama, karşıtların
savaşımı. Dinliyordum şaşırarak ve babasını unuttum konuların
ilginçliğinden.
Yıllar sonra onu buldum, Karayollarında memur olarak çalışıyordu. Militan
Meryem, Memur Meryem olmuştu, şaşırtıcıydı ama onu hâlâ çok seviyordum. O
zamanlar bir sevgilisi vardı, o da siyasiydi, onunla evlenmiş. 1980
darbesinde o hamileyken eşini içeri almışlardı. Darbeye dolu dizgin
giderken, o ortamdan uzaklaştırmak için, babası erkek kardeşini köye
götürürken kaza geçirmişler, kardeşi de babası da ölmüştü. Bunları
söylerken öylesine soğuktu ki? duyduğum acı ikiye katlanıyordu. Demek ki
yaşadıklarının yanında bu olay bile, kardeşinin ve babasının ölümü bile
hafif kalıyordu. Neler yaşadı kim bilir.
Ben biliyorum, ona kimse sahip çıkmamıştır, kimse kimseye sahip çıkamadı
ki. O gördüğü devasa, güçlü, yaygın örgüt iskambil kağıtları gibi
devrilmiştir gözlerinin önünde bir gecede. Nereye gitmiştir tüm o
arkadaşlar, yoldaşlar bir gecede? Çoğu cezaevlerine işkencelere, ölüme
gitmiştir. Ama ya ajan provokatörler?
Dondum onun sesindeki soğuktan ama belli etmedim. Kalbi buz tutmuş
gibiydi, gözlerindeki ışık sönmüştü ya da sonuna kadar kısılmıştı. Kocası
hapse girdikten sonra çocuğunu doğurmuş, ismini Özlem koymuştu. Sonra
kocası hapisteyken bir başkasını sevmiş, boşanmışlardı. Ben bir tek
burada, o bunu söylerken içimde bir çöküntü hissettim, keşke o içerdeyken
onu terk etmeseydi diye düşündüm ama söyleyemedim bunu ona. Bakışlarım
gölgelendi o umursamadı. Yaşadıkları o kadar ağır, o kadar acıydı ki
bitirmişti onu. Karşımda artık Meryem yoktu, duyguları düşünceleri
boşalmış bir çuval vardı. Ve ben her şeye rağmen onu o kadar çok
seviyordum ki hâlâ, çok...
Özlem büyüyormuş.?
Bir daha onu görmeye gidemedim, dayanamazdım onu tekrar görmeye. O hâlâ
benim için lisedeki siyasi idolüm, sevgili arkadaşım, yoldaşım, tanıdığım
en inançlı, insan sevgisiyle dolu devrimciydi.
Hep öyle kalacak.