ÖYKÜ

Hürriyet Bağcı   







MERYEM


Okuldan çıkınca Meryem’in evine gitmiştik. Lisedeydik. Meryem benden bir kaç yaş büyüktü. Ayaz parlıyordu dışarıda, içerde yoksulluk. Soba yanmıyordu, babası hastaydı; zayıf, kara, kuru, yaşlı bir adamdı. Salonun bir köşesindeki kanepede, bacaklarını karnına doğru çekmiş yatıyordu. Kimsenin umurunda olmamanın o kutsal karanlık ışığı parlıyordu koyu renk ceketinde. Biz ise eve girer girmez, salondan açılır kapanır üçlü kapıyla ayrılan, iç odaya geçtik. Yatak yorgan yığılıydı bir köşede, birkaç koltuk vardı ve bir sehpa. Biz yere, sehpanın başına oturduk.

Daha eve girer girmez babasını görünce, ‘Nesi var babanın, neden yatıyor’ diye sordum, ‘Hasta.’ dedi. Babası başını hafifçe kaldırarak ‘Hoş geldiniz.’ diye karşıladı beni, kaderine razı olmanın sessizliği vardı üstünde ‘Hoş bulduk amca, geçmiş olsun' diye karşılık verdim. Sonra Meryem’e dönerek ‘Ev çok soğuk, baban da hasta, sobayı yakalım da öyle başlarız çalışmaya’ dedim. Meryem keskin bakışlarıyla ve kararlı ses tonuyla ‘Hayır’ dedi ‘olmaz’. Yüzü o kadar güzeldi ki, koca kız iki örgü yapardı upuzun saçlarını. Yüzü o kadar aydınlıktı ki, tanrım, ben onu ne çok severdim. Ne anlayışlı, ne akıllı, ne zarif, ne inceydi. Ama ‘Olmaz’ dedi, ‘bunlar önemli değil, bunlar ayrıntı, toplumsal acılar varken, kişisel acılarımızın bize engel olmasına izin veremeyiz, biz şimdi çalışacağız.’

Sanki yarın devrim olacaktı ve ben de bu süreçte yerimi almak için Felsefenin Temel İlkelerini bir dakika geç kalmadan Meryem’den öğrenmeliydim.

Bizim eve çok uzak değildi evleri, arka sokağın devamında yolun karşı tarafındaydı. O sokağa ilk kez geliyordum. Ne ilginç, Meryem, 6 Edebiyat A’dan sınıf arkadaşım; şimdi benim hocamdı, bana ders verecekti.

O bilirdi daha iyisini. ‘Tamam’ dedim, başladı Felsefenin Temel İlkelerini okumaya. Ara sıra açıklayıcı örnekler veriyordu; Yandaki evin çatısını gösterdi, ‘Bak kiremitler nasıl da solmuş; güneş, yağmur yıpratmış, soldurmuş onları. Çatı yeni yapıldığında kiremitler kırmızı, düzgün, temiz ve yıpranmamışlardı. Ama yağmur, rüzgar ve başka etkenlerle zamanla renkleri soldu, yıprandılar. Her şey değişir.’ Düşündüm ve şaşırdım, buna hiç dikkat etmemiştim. Ben sessizce onu dinliyordum, bir yandan da babasını düşünmekten alamıyordum kendimi; Karnı aç mıdır, bir çorba yapsaydık, sobayı yaksaydık, nasıl da büzülmüştü kanepede. Ne vardı sanki sobayı yakıp öyle başlasaydık Felsefenin Temel İlkelerini öğrenmeye. Şimdi öyle yatıyor orda hasta, yalnız ve üşüyerek. Ve hiç anlamıyordum bu devrim bu kadar acil mi; eğer insanları yanımıza katmazsak, daha güzel bir dünya istemenin ne anlamı var?

Ama çok ilgimi çekiyordu anlattığı şeyler, okuduğu şeyler, verdiği örnekler; Her şey birbirine bağlıdır, her şey durum değiştirir, değişmeyen tek şey değişimdir, nicel birikim nitel sıçrama, karşıtların savaşımı. Dinliyordum şaşırarak ve babasını unuttum konuların ilginçliğinden.



Yıllar sonra onu buldum, Karayollarında memur olarak çalışıyordu. Militan Meryem, Memur Meryem olmuştu, şaşırtıcıydı ama onu hâlâ çok seviyordum. O zamanlar bir sevgilisi vardı, o da siyasiydi, onunla evlenmiş. 1980 darbesinde o hamileyken eşini içeri almışlardı. Darbeye dolu dizgin giderken, o ortamdan uzaklaştırmak için, babası erkek kardeşini köye götürürken kaza geçirmişler, kardeşi de babası da ölmüştü. Bunları söylerken öylesine soğuktu ki? duyduğum acı ikiye katlanıyordu. Demek ki yaşadıklarının yanında bu olay bile, kardeşinin ve babasının ölümü bile hafif kalıyordu. Neler yaşadı kim bilir.

Ben biliyorum, ona kimse sahip çıkmamıştır, kimse kimseye sahip çıkamadı ki. O gördüğü devasa, güçlü, yaygın örgüt iskambil kağıtları gibi devrilmiştir gözlerinin önünde bir gecede. Nereye gitmiştir tüm o arkadaşlar, yoldaşlar bir gecede? Çoğu cezaevlerine işkencelere, ölüme gitmiştir. Ama ya ajan provokatörler?

Dondum onun sesindeki soğuktan ama belli etmedim. Kalbi buz tutmuş gibiydi, gözlerindeki ışık sönmüştü ya da sonuna kadar kısılmıştı. Kocası hapse girdikten sonra çocuğunu doğurmuş, ismini Özlem koymuştu. Sonra kocası hapisteyken bir başkasını sevmiş, boşanmışlardı. Ben bir tek burada, o bunu söylerken içimde bir çöküntü hissettim, keşke o içerdeyken onu terk etmeseydi diye düşündüm ama söyleyemedim bunu ona. Bakışlarım gölgelendi o umursamadı. Yaşadıkları o kadar ağır, o kadar acıydı ki bitirmişti onu. Karşımda artık Meryem yoktu, duyguları düşünceleri boşalmış bir çuval vardı. Ve ben her şeye rağmen onu o kadar çok seviyordum ki hâlâ, çok...

Özlem büyüyormuş.?

Bir daha onu görmeye gidemedim, dayanamazdım onu tekrar görmeye. O hâlâ benim için lisedeki siyasi idolüm, sevgili arkadaşım, yoldaşım, tanıdığım en inançlı, insan sevgisiyle dolu devrimciydi. Hep öyle kalacak.



dizin    üst    geri    ileri  

 



 27 

 SÜJE  /  Hürriyet Bağcı  /  yirmi altı ocak iki bin on beş     8