Gözlerimiz hep dalgın; aklımız hep başka yerlerde… Herkes birbirini
düşünüp dert ederken, kendini önemseyip, merak eden kalmadı! Pandemi
sürecinin beklenmeyen katkısıyla da zirve yapan bu “küresel somurtkan
tavrın” çocukları evde hapis, gençlerinin umudu rehin, olgunları ise
tükenmiş durumda…
Gülümseyen neşeli bir temasa ya da diyaloğa maruz kalınca, acaba
arkasından “ne gelecek? ”diye, ya şüpheyle yaklaşıyor ya da uzaylı görmüş
gibi donup kalıyoruz…
Yabancıyız çünkü!
Yabancılaştık!
Gülmeye, eğlenmeye, bağıra çağıra şarkı söylemeye…
Yabancılaştık!
Hayal etmeye, ümit etmeye, sevmeye…
“Seni seviyorum!” demeye…
O kadar tedirginiz ki!
Umutlarımızı yasladığımız planların küçük bir sekteye uğrama ihtimali
bile, uykularımızı kaçırmaya yetiyor. Dünyanın sonu belki de; olup
olmaması önemli olmayanın, “peki ya olmazsa?” durumu… Hata ve yanlış payı
yok kimsenin ve hiçbir şeyin! Her şey tam vaktinde ve istenildiği gibi,
genel geçer şartlarda cereyan edecek! “Etmeli de mutlaka”…
"El âlem ne der?” anlayışına terk edilmiş, mutsuz yaşamlar kol geziyor
ortalıkta… Önemli bir çoğunluk böyle olsa da, istisnalar yok değil!
Daima pozitif, tebessüm ederek rica eden. Sahillerde, banklarda, yollarda
bağıra çağıra gitarıyla sevdiğine ve kuşlara şarkılar söyleyen… Şen
kahkahaları ya da hıçkıra hıçkıra ağlaması ile sokakları inleten… Hata
yapan ve yaptığı hataya, en çok kendi gülen. Saçmalayan… Saçmalamaktan
korkmayanlar! “Eğlenmek nedir?” bilen ve sonuna kadar eğlenmenin hakkını
veren…
Peki ya kim onlar?
Onlar, yaşamın, kim tarafından koyulduğu belli olmayan değer yargılarında
ve zorluklarında boğulmayıp, gülümsemek ve gülümsetmek için neden
yaratanlar…
Kimi kaderci diyor onlara, kimi gamsız!
Boş verin siz onların kim olduğunu!
Siz kim olmak istediğinize karar verin…
Hayat ciddiye alınmayacak kadar kısa! Bir o kadar da güzel…