Hikâyeni yaz dedi dünya;
Saklandı bakışlarımın arkasına,
İşte koca evren senin.
Gördüklerim bana aitti,
Anlam yüklemekse akla.
Yaşadım aklın esaretinde,
Ne noktası oldu hikâyemin,
Ne de virgülü.
Var olansa onundu.
BENZEYİŞ
Şişenin dibini buluncaya kadar kadehimi dolduruyorum ve arka arkaya
içiyorum. En son kadehi dibini vura vura bitiriyorum ta ki parmaklarımın
arasında kırılıncaya kadar. Masada bir sen bir ben oluyoruz. Önce biraz
yabancı sonra biraz aşina derken senli benli ve çığırından çıkarınca
içimizdekileri, şangırtılar içinde kırıyorum kadehi. Ya sen? Hiçbir cam
parçasına dokunmadan kalkıp gidiyorsun sevildiğini bilmenin zaferiyle
başın dik, dudaklarında tebessümle uzaklaşıyorsun. Masanın üzerindeki cam
kırıkları, ışıkları yoluna yansıtıyor.
Uzun süredir güneşin altında gözlerime yansıyan ışığın yanına doğru
yürüdüm. Bu sıcakta ne olur ne olmaz her taraf orman, yangın çıkmasına
sebep verebilir. Bahçenin uzanan toprakları üzerinde yürürken ayağımın
altında sürülmüş topraklar kum gibi dağılıyor, beni derinliklerine
çekiyordu. Her adımımda bir canlı bulunduğu yerden biraz uzağa sıçrıyor
veya kaçıyordu. Ne kadar farklıyız ama bir o kadarda benzeriz. Tıpkı
toprağa karışmış cam parçası gibiyiz. Bir parça kumuz, işte! Gözümü alan
yansımanın kaynağını alıyor ve tehlike oluşturmayacak bir yere götürmek
isterken birkaç cam kırığı daha görüyorum. Masanın üzerinde cam kırıkları
toprağa yansıyor.
İnsanoğlu neden camı bulmuş? Şeffaf, kir tutmayan. Sadece içindekileri
korumak, göstermekle kalmayıp gözlerimizin biyolojisine sığınarak
bakışlarımızın arkasına saklanan dünyayı bile daha güzel görmemizi
sağlayan cam. Belki de insan yaşamda umduğunu buldu, belki de bir anlamda
insanın hallerine en yakın yapıdaydı. Olmak istediklerini, olduklarını
cama işledi. İki sevdalının halleri gibi bileşimine sevgiyi, aşkı,
ayrılığı kattı.. Birbirlerinin içinde eridiler ve beraber şekil aldılar.
Sevgilerini korumak üzere bir araya geldiler. İçindekini olduğu gibi
gösteren, süslemeyen, yalın cam gibiydiler. Kırılacağını bile bile.
Sen de öyle olabilseydin keşke.. Bir cam kadar şeffaf, için dışın bir
olsaydı. Yalanlarını söylerken; kendin için yeni bir dünyayı inşa ederken
bir diğerini yıktığın dünyada cam gibi saydam değildin ama cam kadar
keskindin. Seni tanıdığımı sanmışım. Ruhlarımız birbirinin aynası
gibiydi. Ne zaman değiştin? Kendime hep bunu soruyorum. Cevap
bulamıyorum. Belki de ben değiştim! Yalan! Dünya bizi değiştirdi. Çok
şeyler ümit edip az şeylerle avunduğumuz dünya. Nasıl da kolay suçluyu
bulmak. Her ikimizin, bu ilişkideki beceriksizliğini başka bir şeye mal
etmek ve hatalarımızı görmemek kolaycılığına sığındık. Açıkçası biz o
camları bile bile kırdık. Yine de kabullenemiyorum. Üstelik ben, bırakıp
gittiğin günden beri kırıkları toplamadım. Bir türlü bir araya gelemeyen
gönlümün parçaları gibi sıçradığı yerde kaldılar.
Bu kırıklar zarar verebilir. İşte o yüzden senden sonra da kimseyi
sevmedim. Senin parçaladığın gönlümün kırıkları masum bir insana zarar
verir diye sevmedim. O Kırıkları camın kırıkları gibi süpürüp çöpe de
atmadım. Hâlâ içimde bir umut var. Belki gelir kırıkları toplarsın.
Toprağın yumuşak tavında geri dönüyorum. Az önce tehlike gördükleri
adımlarımdan kaçan canlılara dikkat ederek yürüyorum. Güneş tepede ve
hava sıcak. Serinlemek için derenin yanındaki ağaçlara yürüyorum.
Yaprakların arasından süzülen ışık suyun yüzeyinde pırıltılar yapıyor.
Tıpkı cam kırıkları gibi ama sessiz. Kalkıp giderken bıraktığın masada
bardağın içindeki su gibi kıpırtılı, kırılmadan az önceki sessizliğinde.
Doğa sessiz. Bir benzeyişti hepsi. Aklımın esaretinde yıllarca camları
kırdım. Oysa gördüklerim ve yaşadıklarım bana aitti.
Gökyüzünde iki kuzgun çığlık atarak daireler çiziyor. Az sonra
tepelerdeki kayalıklardan dört kuzgun daha havalanıyor ve onları iki
kuzgun takip ediyor. Şimdi önde iki, arkada dört ve onların arkasında da
tekrar iki kuzgun ileri tepelere doğru uçtular. Gözlerim kayaların
arasından biten badem ağaçlarına, çalılara ve meşelere takıldı. Toprak,
bitkiler ve gökyüzü çok güzel bir ahenk içindeydi. “Bu güne kadar tek bir
cam kırmadan yaşadılar” dedim, mırıldanarak. “Birbirleri ile iç içe.
Beraber ve birbirlerinin hayatlarından çekip gitmeden….”