SERBEST YAZI

Salih Aydemir   







sevgilim sevgili,

 - dizi yazı -
birinci bölüm

yazma
(bir)

1.

uzun zaman oldu kendimle konuşmayalı. bunca zaman neden sustuğumu bilmiyorum. ya da şimdi neden konuştuğumu da. beni bu noktaya getirenin ne olduğunu anımsamaya çalışıyorum. bu nedenler birden fazla da olabilir; hepsi ya da hiçbiri de… sonuçta beni ilgilendiren şey ne konuşacağımdı. neler söyleyeceğim, neleri zumlayıp detaylandıracağımdı. peki bunu yaptıktan sonra bir sonuç çıkaracak mıyım bilmiyorum. ama bu yola girmeyi o kadar çok istekliyim ki anlatamam.

ne yazacağımın, ne düşüneceğimin önemi yok. tüm bunları hangi sözcükler ve görüntülerle ortaya koymam beni daha çok ilgilendiriyor.

kendime susalı kaç yıl oldu? sustuğum zamanlar boyunca neler yaptım ya da yapmadım. insan kendine susunca kendini dinlemesi daha da artıyor. kendimle ilgili neler dinlemiştim? bu durumda insanın hayatı sinema şeridi gibi geçmiyor gözünün önünden. kolay değil çünkü o dinlenen şeyleri yeniden düşünmek ve yazmak. hele hele yazmak… nasıl yazabiliriz, her bir kareyi ya da düşünceyi anlamadan kalemin ucundan kağıda taşımak… aslında yazmadığımızın farkına varıyorum. yazmıyoruz çünkü içimizde ve düşüncelerimizde neler olup bittiğini anlamıyoruz. tam olarak içimizde ve düşüncemizde nelerin olup bittiğini anlamaya başladığımız zaman yazıyoruz. bu da çok sık görülen bir durum değil. öyleyse yazdıklarımızın yüzde doksanı boş ve anlamsız cümlelerle dolu.

duygumuzdan ve aklımızdan geçenleri anlatmak en temel meselemiz olmalı. yazdıklarımızdan kalan yüzde onu işleyebilir, geliştirebilir hatta daha da zenginleştirebiliriz.

yazmanın derdi sevgilim sevgili, yazmanın nasıl bir dert olduğunu yazamamanın derdi aslında. kendimize dayattığımız ya da doğrulttuğumuz okların sızısını nasıl yazabiliriz ki. ya da sızıdan sonra bir araya getirmeye çalıştığımız sızının sözcüklerini dilimizde tutabiliyor muyuz? bizi meşgul eden onca şeyler neler? neye göre belirleyip karar veriyoruz? bizi tutan, bize sımsıkı sarılan bu körlükler yüzünden büyüyemiyoruz. büyümüyoruz ama küçülmüyoruz da. hep yerimizde sayıp günlerin nasıl geçtiğini izliyoruz. aradığımız şeylerle bulduklarımız aynı değil. aradığımız şeyin de ne olduğunu biliyor muyuz acaba?

bunları sora sora, düşüne düşüne ortaya bir şeyler de çıkıyor işte. adı, türü ne olursa olsun bir şiir dizesi, bir roman cümlesi beliriveriyor dilimizde. ardından hafif bir gülümseme ve derin bir nefes çekip arkanıza yaslanmanız. işte, diyorsunuz, işte yazıdan giriş yaptım. umarım karşıma çıkacak olan uzun bir koridor olur. o derin nefesin yolculuğu kısa sürmemeli. ve bir keyfe dönüşecek kadar da zaman olmalı. uzun koridor boyunca attığınız her adım size yıllarınıza denk geliyormuş gibi olabilir. her adımınız bir yıla denk gelecek şekilde başlıyorsunuz yürümeye. o bir adımda size bir yıl gelen adımda bazen pişmanlık, bazen sevinç, bazen üzüntü ve bazen de yılgın hissedersiniz kendinizi. çoğu zaman hayal kırıklığı ve pişmanlık öne çıkar. ama buna dayanabiliyor, katlanabiliyorsanız işin o güzel tarafı görünür ve tekrar sözcüklerin ucundan tuta tuta yazınız gelmeye başlar.

unutma! her adım bir yıla denk geliyor.



2.

neyi anlamak için yazarız? ve neler için savaşırız içimizde? içimizde koparmak istediğimiz şeyler mi var? ya da korumak istediklerimiz mi? kendimize ne tür sorular soruyor ve yanıtlarını veriyoruz. hangi sözcük daha çok çekiyor içine? ya da hangi cümle hayatınıza ekleniyor? size gelen, içinize giren sözcük uzun bir yolu aydınlatıyor sanki. karşınızda birkaç parça aydınlık arkanızda da birkaç kör nokta… hangisinin izi sürülmeli sizce? ya da üçüncü bir yol var mı? olmadığını düşünüp birinden birini seçmek zorunda kalacaksınız. siz bu kararsızlıktan az önce bahsettiğim sözcük sayesinde kurtulacaksınız. ve kör noktalardan başlamayı seçeceksiniz. çünkü yazmak istediğinizi yazma anındasınız. sonunda kağıtla kalemi tutuşturma anındasınız. gözleriniz içe dönük her an içeriden gelecek sesin ritmini beklemekte. o titremeyi duyduğunuz an kaleminiz kağıdın üzerinde uçuyor gibi hissedeceksiniz. başlayıp bitirmeyi umduğunuz eser karşınızda sizi adeta selamlayarak sizi gülümsetiyor. bir yazarın ya da bir şairin gülümseyişi artık dinlenebilirim, uyuyabilirim sessizliğimde şimdi, anlamındadır.

bir de bunun tersini düşünelim: o sözcüğü yakalayamadınız ve birkaç parlak aydınlığı seçtiniz… o birkaç parlak ışık sizin kabusunuz olacak. aldandığınız görsellik sizi çıkmaz sokaklarda dolaştıracak. çünkü yazmak istediğiniz yazdığınız değildir. sizin değildir, size hiç ait değildir… bu anda inilti içinde nefesiniz gittikçe alıp verecek, alıp verecek ve sonra bir yerde tıkanacak. kan ter içinde kalacaksınız. sonuçta yazacaklarınız için o tılsımlı cümle ya da dizeyi hatta sözcüğü asla yakalayamayacaksınız. ya eserden/konudan/düşünceden/duygulardan kopup başka bir şey yazmayı deneyeceksiniz. ya yazmayı kurguladığınız metne başka türlü bakmaya ya da ısrarla onu sürdürmeyi deneyeceksiniz. bunu direnciniz gösterecektir. direnciniz yenilmemişse işin zor olan kapısından ilk adımınızı atmışsınızdır.

unutma! her adım bir yıla denk geliyor.

- sürecek -    

 dizin    üst    geri    ileri  

 



 17 

 SÜJE  /  Salih Aydemir  /  otuz mayıs iki bin on yedi   / 22