Yaşama dair ne varsa
Hepsi ortada duran kitabın içinde
İçinde yüreğin
Dışında güneşin yedi rengi..
Nihat Ziyalan’ın kitaplarını (ve yazarlığını) şiire dökecek olsam anca
bunları söyleyebilirim.
Öyledir çünkü…
..nasıl yıllanmış, iyi bir şarap, açtığınızda şişede durduğu gibi
durmuyorsa; size kendine özgü burukluğunu da hissettirerek damağınızda
uzun yılların tadını, yüreğinizde coşkusunu bırakıyorsa; Ziyalan’ın
kitapları da rafta durduğu gibi durmuyor. Açtığınızda yaşanmış onca yılın
sevinçlerini, özlemlerini, hüzünlerini, coşkusunu biraz da kekre bir tat
olarak bırakıyor yüreğinize ve bilincinize.
Nihat Ziyalan 1936 Adana doğumlu, ‘Berekeketli Topraklar Üzerinde’
yeşermiş çok yönlü bir sanatçı. Adana Şehir Tiyatrosu'yla başlayıp AST’la
süren tiyatroculuğunun ardından uzun yıllar Türk sinemasında yüz elli
civarı filmde rol aldı. Bunların çoğu da Yılmaz Güney filmleriydi. Zaten
sinemaya başlamasını da Güney istemişti.
1980 yılında Türk Sineması’nda film çekimlerinin kendi deyimiyle ‘bıçak
gibi kesilmesi’ ve yerini ayakta durabilmek için ‘seks filmlerine’
bırakması onu sinemadan kopardı. O dönemde bu tür film teklifleri de
almasına karşın, bunu devrimci kişiliğiyle bağdaştıramadı ve Türkiye’den
ayrılarak Avustralya’ya yerleşti.
Avustralya yaşamı onu yine sanattan koparamadı ancak bu kez kulvar
değiştirerek edebiyata; şiire, öyküye, romana yöneldi.
Tiyatronun, daha doğrusu oyunculuğun en kestirme, en özet tanımlarından
biri "..gibi yapmak’ tır. Edebiyat yaşamı onun bu yönden de dönüm
noktasıdır. ‘’ Şimdiye dek, başkalarının yaşamını canlandırdım. ‘Gibi’
yaptım. Artık yazarak kendimi yaşıyorum. Kendi yaşamımı anlatıyorum’
diyor bu konuyu açıklarken.
Nihat Ziyalan’ın benim çok önemsediğim kitaplarından biri, Türkiye’deki
yaşamı ve buradan ayrılıp Avustralya’ya göç etmesini anlatan romanı
‘Attım Kapağı Yurtdışına’ oldu. **
Roman dili, anlatım biçimi, Sait Faik’in öykülerinde gördüğümüz ‘insan
sıcaklığı’yla birebir örtüşüyor Ziyalan’ın. Bunu sadece roman ve öykü
dilinde değil, şiirlerinde de görüyoruz. Kendine özgü çok özel, çok sıcak
ve farklı bir dil kullanıyor. Bu dil; yaşadığı çevrenin, insanların,
halkın konuşma biçemini özümsemekle de kalmıyor, yazdıklarında o
insanların duygularını en önemlisi ‘seslerini’ de duyuyorsunuz.
Anlatmakla da yetinmiyor, birebir size yaşatıyor o insanları. Örneğin;
‘’Tembel zekamın sorumlusu bir kız. (s.151)
"…..masaların açılış konuşması olan dün-akşam-bir-içtik-bir-içtik
faslı…" (s.33)
"Öyle soyulmuş yumurta gibi bakma kız!
" (s.35)
"….sen benim çocukluğumsun, Kütük Kafa!
" (s.60)
"Çiçek Pasajı’na dal! Yumul biraya! Sonra kusa kusa eve git! Ondan sonra,
babam beni kesecek mi, biçecek mi,nallayacak mı, Nalbantzade gönlü bilir."
(s.71)
"Artık benim dama çıkma zamanım geldi!"
(s.83)
"Koşarcasına bir İngilizce."
(s.102)
"Çalışacak adam arıyorum! İşten anlaması önemli değil!’ dedi kebapçılar
kralı abim. Yani, semer vuracak eşek arıyor, Kütük Kafa!" (s.111)
"Dın diye duşumu aldım. Dın diye kurulandım. Hemen kahvaltı sofrası
hazırlayan annem üzülmesin diye, ağzım yana yana çayımı yudumlayıp,
arkamdan bağırmalarına aldırmadan fırladım… 'Taksi!’
Sabah-sabah-hayırdır-inşallah yüzlü bir taksici .
" (s.202-203)
Nihat Ziyalan’ın kullandığı bu dil, iki önemli anlatım zenginliğini de
öne çıkarıyor. İlki, günlük konuşmalarda sıkça duyduğumuz bir tür
alt-kültürü, alt-kültür dili..bunu çok iyi kullanıyor. İkincisi
kullandığı dil aynı zamanda çok iyi kotarılmış bir konuşma dili.. sanki
karşısında biri var ve onunla söyleşiyor dili. Bir de üçüncü bir özelliği
var ki onu şiire de yaslıyor. Kullandığı tüm sözcükler, tüm anlatım bir
imge aslında, bir şiir dili. Ama kendine özgü bir şiir dili. Şiirlerinde
de görüyoruz bu dili. Şiirlerinde de bir konuşma biçemi, bir öyküleme
tekniği var. Sonuçta her yazı türünde kendine özgü bir anlatım tekniği
hemen göze çarpıyor.
Son kitabı ‘Çapkın Çiçekli’ deki benim en sevdiğim şiirlerinden biri
bunun çok güzel bir örneği. ‘Hazrolll’ şiiri..
‘’Dikkat!
Hazır ol’da asker,
bacaklar ayrılmaz,
Hazrolll!
Oldum.
Babacan subayımın karşısında;
depodaki bavuluma,
yastığımın altındaki eşyalara el kondu.
Bilmiyordum asker mektubunun okunduğunu;
‘Alın terimiz emeğimiz sayesinde
güneşli günler bizim olacak!’
En yıldızlısı elindeki kağıdı sallayarak;
‘ Ne hakkında şiirler yazıyorsun oğlum?’
‘Sosyal şiirler kumandanım’ diyecekken;
kağıtta, yazıcı arkadaşın daha önce bana okuttuğu,
altı kırmızı mürekkeple çizilmiş:
‘Adı geçen erin içtimai durumunun incelenmesi’ni,
fark ettim.
60’lı yılların başlarında şiirde adını duyuran Ziyalan’ın şiirleri
başlangıçta İkinci Yeni çizgisindeydi. Sonraları bu çizgiyi de, bunu
bırakmak demek yanlış, aşarak, kendine özgü şiir dilini buldu. Yukarıdaki
şiir aynı zamanda bunun iyi bir örneği de.
Bir başka hoş, şiirsel sohbet yüklü, buram buram insan sıcaklığı kokan
şiirlerinden biri de, Yılmaz Güney’in, annesinin sandığından çıkan çok
eski bir fotoğrafı üzerine. İstek üzerine, o fotoğrafı ‘deve’ dergisine
gönderir. Ancak dergi baskı kalitesi açısından ‘yüksek çözünürlüklü
olarak yeniden göndermesi’ istenir. Bunu dizelerinde ‘’ Yılmaz’ın
vesikalık fotoğrafını/ annemin sandığından çıkan/ gönderdim/ Deve
dergisinin yayın yönetmenine/ ileti geldi o’ndan: / ‘Deve kabul etmiyor /
yüksek çözünürlüklü fotoğraf yolla’ … söyle Yılmaz/ gazyağı kokan
yaşamımız / nasıl dönüşecek / yüksek çözünürlüklü bir fotoya’’ (s.96)*
‘Çapkın Çiçekli’nin en önemli özelliklerinden biri, hemen girişte Nihat
Ziyalan’ın koyduğu not. Bunu özellikle sorma gereği duyuyorum kendisine.
‘’ - Kitabınızın girişinde [ Bu kitap hiçbir ‘ödül’e katılmayacak ] yazıyor.
Bunun özel bir anlamı var mı?
İçtenlikle yanıtlıyor sorumu:
- Neredeyse saçımızın teli kadar ödül var. Saygın birkaç ödül de bu
ödül 'enflasyonu'nunda boğuldu. Ödüllerin verilmesi de tam bir tiyatro.
Ülkü Tamer yazmıştı: "Kışa kömür alamayacak durumda olan yazara verdik
ödülü." Bu panayır tiyatrosunda rol almak istemiyorum. Okuyucu da artık
itibar etmiyor, inanmıyor ödüllere. Kitabı açıp biraz okuyor, eğer
kendisine çekici gelirse alıyor. Bir kitabın ödül alması artık satışına
katkı yapmıyormuş. Öyle diyorlar.
Kitap, henüz yeni çıktı, doğal olarak da hiç bir ödül de almış değil ve
hiç bir ödüle de girmeyecek ancak görünen o ki, okur kitaba kendi
yüreğinden ödülü vermiş bile. 'Çapkın Çiçekli' 17 Nisan'da dağıtıma
girdi. Bir hafta sonra kitabı aradığımda kalmamıştı. Üstelik, kitabı
basan Yapı-Kredi Yayınlarının İzmir'deki ana deposundan, kitabın
tükendiği söylendi. Şu an bulmak isteyenler, zar zor, ellerinde kalan
satış noktalarından, sipariş vererek edinebiliyorlar. Ve yayınevi,
kitapçılara, yeni baskıya geçileceğinin haberlerini de iletmiş durumda.
Türk yayıncılığının şu an içinde bulunduğu bunalım ortamında üstelik şiir
gibi yayıncılık alanında sürekli üvey evlat muamelesi gören bir türde bu
başarı bir mucize. Bir şiir kitabının bir haftada baskısının tükenmesi,
yazarı açısından da, şiir açısından da ve en önemlisi yayıncılık
açısından da sevindirici bir gelişme.
Kitabın 'Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor' şiiri içinde Yavuz Turgul
sinemasına olan beğenisini ortaya koyarken, bir yerde ‘ Yeşilçam’da
sayısız filmde oynadım,/ anımsamak istemem hiç birini’ dizeleri geçiyor.
Bunun nedenini soruyorum. Önce, 'Yavuz Turgul sinemasına verdiği önemi'
vurgulamak için olduğunu söylüyor. Sonra da ekliyor:
- Sinema oyunculuğum daha çok ekmek parası, geçinmek içindi. Tutarlı
filmlerde çok az oynadım. O da Yılmaz Güney'le olanlardı çoğunca. Altmış
yıldır yazıyorum. Bir yazar olarak kitaplarımla tanınmayı, iz bırakmayı
istiyorum artık.
- Türk Sineması’nın içine düştüğü bunalım’ nedeniyle Türkiye’yi terk
edip Avustralya’ya yerleştiniz. Bildiğim kadarıyla bu kararınızdan pişman
da değilsiniz? Peki Türk sineması bu sorunu aşabildi mi? Oradan Türk
sineması nasıl görünüyor?
- Avustralya'ya göçmemin doğru bir karar olduğunu anladım yıllar
geçtikçe. Seksenli yıllardan sonra dizi furyası başladı. Daha çok
yandaşların kollandığı bir ortam oluştu. Yılmaz Güney'in değiştirdiği
Yeşilçam'ın sürdürücüleri veya kendi film dilini örmek isteyen
yönetmenler elbette oldu: Ezel Akay'ın - Neredesin Firüze'sü, Mustafa
Altıoklar'ın - Ağır Roman'ı, Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele'si, Yavuz Turgul
sineması, Nuri Bilge Ceylanın - Bir Zamanla Anadolu'sunu sayabilirim.
Fatih Akın'nın sinema (Dün Cut 'Kesik' isimli son filmini izledim. Tam
bir düşkırıklığı yaşadım. Çok üzüldüm. Yazık!) dili de bana çekici
geliyor ayrıca. Sidney'den yaşadığım için bütün filmleri göremiyorum.
Listeme katacağım başka filmler olabilir. Geleceği parlak Türk
Sineması'nın. Devlet desteği değil kösteği olduğu halde az şey
yapılmıyor. Devrimci sinemaya gönül verenlerle gurur duyuyorum: Derviş
Zaim, Zeki Demirkubuz...
Nihat Ziyalan birebir söyleşi ve yazılarında anılarını pek kullanmıyor.
Bunları daha çok şiirlerinde, öykülerinde, sanat yazılarında belirtiyor.
Bu özelliği bildiğim halde yine de de soruyorum:
'- Türkiye’de bulunduğunuz, sinema ve tiyatroyla ilgilendiğiniz
dönemlerde de edebiyatla ilginiz, çalışmalarınız var mıydı? Bunu şunun
için soruyorum, özellikle o dönemler sanatçıların gittiği çeşitli
mekanlarda tiyatrocular, şairler, yazarlar, ressamlar birarada bulunurdu.
Özellikle Mücap Ofluoğlu anılarında bunları çok güzel anlatır. Yine
içlerinde Cahit Irgat gibi hem şair hem tiyatrocu olanlar da var. Sizin
de o yıllar böyle ilişkileriniz, çevreniz oldu mu? O yıllara ait , gerçi
şiirlerinizde çok güzel örnekleri var ama yine de, anlatmak istediğiniz
güzel anınız, anılarınız, dostluklarınız var mı?'
Yanıt tam umduğum gibi;
- Anılar benim için kutsaldır. Benimle gidecek olanı çoktur.
Mahremiyetinden ötürü yazamam. Aydınlık Kitap'daki yazılarıma anı da
giriyor kendiliğinden. Ama anı yazmak istemiyorum. Çünkü anılar birlikte
yaşanmıştır. Çok güzel yanları olduğu gibi fos yanları da vardır.
Kayırmadan yazmaktan yana olduğum için bire bir anıya yokum.
Yazmayacağım. Ben dostlarıyla yaşayan biriyim. Ölenler bile diri olarak
yaşamımda varlıklarını sürdürüyor. Bırakın iyi yanlarıyla sürsünler
hayalimde.
O anılarını anlatmıyor, yaşıyor. Ve bize de yapıtlarında yaşatıyor. O
zaman bu anılara yine bir şiirinden bakalım:
''BERK, UYAR, YÜCEL, SÜREYA, TAMER, İNCE
Koluma girdi Menekşeli Sokak;
yürü bakalım,
Kızılay!
Bilmem hangi bankanın mahrem odası;
İlhan çeviri yapıyor eğri meğri,
kadifeden ceketi,
Fransızca nara atıyor pantolonu!