RÖPORTAJ

Semih Özcan   







  NİHAT ZİYALAN

  ''ŞİİRİMLE
    YAŞLANMAYI
    GENÇLEŞTİRİYORUM''



    "PARKTA

    boğuk güneşte yaşlı kemiklerimle,
    sızlanıyorum,
    oturduğum parkta.

    Adana sıcağını düşünerek;
    avunmaya çalışırken,
    aniden çatlamış yaşında bir kız,
koşuyor,
ceylandan ödünç.

Aman Allah’ım!

Birden durdu;
lastik ayakkabısının,
bağı çözülmüş.

Yapma kız!

Kendi gitti;
yeli çarptı oturuşuma,
sarsıldım.

Şimşek mi yoksa deprem mi?
Birdenbire silkinip;
on yedilik,sıyrıldım bedenimden.

Düştüm o yelin peşine;
arkamda bırakıp, parkta pinekleyen moruğu! "
 ( s.12-13) *

---

Yaşama dair ne varsa
Hepsi ortada duran kitabın içinde
İçinde yüreğin
Dışında güneşin yedi rengi..

Nihat Ziyalan’ın kitaplarını (ve yazarlığını) şiire dökecek olsam anca bunları söyleyebilirim.

Öyledir çünkü…

..nasıl yıllanmış, iyi bir şarap, açtığınızda şişede durduğu gibi durmuyorsa; size kendine özgü burukluğunu da hissettirerek damağınızda uzun yılların tadını, yüreğinizde coşkusunu bırakıyorsa; Ziyalan’ın kitapları da rafta durduğu gibi durmuyor. Açtığınızda yaşanmış onca yılın sevinçlerini, özlemlerini, hüzünlerini, coşkusunu biraz da kekre bir tat olarak bırakıyor yüreğinize ve bilincinize.

Nihat Ziyalan 1936 Adana doğumlu, ‘Berekeketli Topraklar Üzerinde’ yeşermiş çok yönlü bir sanatçı. Adana Şehir Tiyatrosu'yla başlayıp AST’la süren tiyatroculuğunun ardından uzun yıllar Türk sinemasında yüz elli civarı filmde rol aldı. Bunların çoğu da Yılmaz Güney filmleriydi. Zaten sinemaya başlamasını da Güney istemişti.

1980 yılında Türk Sineması’nda film çekimlerinin kendi deyimiyle ‘bıçak gibi kesilmesi’ ve yerini ayakta durabilmek için ‘seks filmlerine’ bırakması onu sinemadan kopardı. O dönemde bu tür film teklifleri de almasına karşın, bunu devrimci kişiliğiyle bağdaştıramadı ve Türkiye’den ayrılarak Avustralya’ya yerleşti.

Avustralya yaşamı onu yine sanattan koparamadı ancak bu kez kulvar değiştirerek edebiyata; şiire, öyküye, romana yöneldi.

Tiyatronun, daha doğrusu oyunculuğun en kestirme, en özet tanımlarından biri "..gibi yapmak’ tır. Edebiyat yaşamı onun bu yönden de dönüm noktasıdır. ‘’ Şimdiye dek, başkalarının yaşamını canlandırdım. ‘Gibi’ yaptım. Artık yazarak kendimi yaşıyorum. Kendi yaşamımı anlatıyorum’ diyor bu konuyu açıklarken.

Nihat Ziyalan’ın benim çok önemsediğim kitaplarından biri, Türkiye’deki yaşamı ve buradan ayrılıp Avustralya’ya göç etmesini anlatan romanı ‘Attım Kapağı Yurtdışına’ oldu. **

Roman dili, anlatım biçimi, Sait Faik’in öykülerinde gördüğümüz ‘insan sıcaklığı’yla birebir örtüşüyor Ziyalan’ın. Bunu sadece roman ve öykü dilinde değil, şiirlerinde de görüyoruz. Kendine özgü çok özel, çok sıcak ve farklı bir dil kullanıyor. Bu dil; yaşadığı çevrenin, insanların, halkın konuşma biçemini özümsemekle de kalmıyor, yazdıklarında o insanların duygularını en önemlisi ‘seslerini’ de duyuyorsunuz. Anlatmakla da yetinmiyor, birebir size yaşatıyor o insanları. Örneğin;

‘’Tembel zekamın sorumlusu bir kız. (s.151)

"…..masaların açılış konuşması olan dün-akşam-bir-içtik-bir-içtik faslı…" (s.33)

"Öyle soyulmuş yumurta gibi bakma kız! " (s.35)

"….sen benim çocukluğumsun, Kütük Kafa! " (s.60)

"Çiçek Pasajı’na dal! Yumul biraya! Sonra kusa kusa eve git! Ondan sonra, babam beni kesecek mi, biçecek mi,nallayacak mı, Nalbantzade gönlü bilir." (s.71)

"Artık benim dama çıkma zamanım geldi!" (s.83)

"Koşarcasına bir İngilizce." (s.102)

"Çalışacak adam arıyorum! İşten anlaması önemli değil!’ dedi kebapçılar kralı abim. Yani, semer vuracak eşek arıyor, Kütük Kafa!"  (s.111)

"Dın diye duşumu aldım. Dın diye kurulandım. Hemen kahvaltı sofrası hazırlayan annem üzülmesin diye, ağzım yana yana çayımı yudumlayıp, arkamdan bağırmalarına aldırmadan fırladım…
'Taksi!’
Sabah-sabah-hayırdır-inşallah yüzlü bir taksici . " (s.202-203)

"Dükkana girmeden, gamzeli gamzeli baktı.
Sepet sepet baktım ben de.‘’ (217) **

Nihat Ziyalan’ın kullandığı bu dil, iki önemli anlatım zenginliğini de öne çıkarıyor. İlki, günlük konuşmalarda sıkça duyduğumuz bir tür alt-kültürü, alt-kültür dili..bunu çok iyi kullanıyor. İkincisi kullandığı dil aynı zamanda çok iyi kotarılmış bir konuşma dili.. sanki karşısında biri var ve onunla söyleşiyor dili. Bir de üçüncü bir özelliği var ki onu şiire de yaslıyor. Kullandığı tüm sözcükler, tüm anlatım bir imge aslında, bir şiir dili. Ama kendine özgü bir şiir dili. Şiirlerinde de görüyoruz bu dili. Şiirlerinde de bir konuşma biçemi, bir öyküleme tekniği var. Sonuçta her yazı türünde kendine özgü bir anlatım tekniği hemen göze çarpıyor.


Son kitabı ‘Çapkın Çiçekli’ deki benim en sevdiğim şiirlerinden biri bunun çok güzel bir örneği. ‘Hazrolll’ şiiri..

’Dikkat!
Hazır ol’da asker,
bacaklar ayrılmaz,
Hazrolll!

Oldum.

Babacan subayımın karşısında;
depodaki bavuluma,
yastığımın altındaki eşyalara el kondu.

Bilmiyordum asker mektubunun okunduğunu;
‘Alın terimiz emeğimiz sayesinde
güneşli günler bizim olacak!’

Mahkeme heyeti çaktırmadan,
göz ucuyla baktım örtülenmiş masaya.
Uçları çıkmış kitaplarımı;
öpmekten eskittiğim sevdiğimin mektubunu,
görünce önleyemedim,
içimde yıkılan dağın gümbürtüsünü.

En yıldızlısı elindeki kağıdı sallayarak;
‘ Ne hakkında şiirler yazıyorsun oğlum?’
‘Sosyal şiirler kumandanım’ diyecekken;
kağıtta, yazıcı arkadaşın daha önce bana okuttuğu,
altı kırmızı mürekkeple çizilmiş:
‘Adı geçen erin içtimai durumunun incelenmesi’ni,
fark ettim.

Gözyaşım konuştu:
‘Çocuk şiirleri kumandanım.’ ‘’
( s.38-39) *



60’lı yılların başlarında şiirde adını duyuran Ziyalan’ın şiirleri başlangıçta İkinci Yeni çizgisindeydi. Sonraları bu çizgiyi de, bunu bırakmak demek yanlış, aşarak, kendine özgü şiir dilini buldu. Yukarıdaki şiir aynı zamanda bunun iyi bir örneği de.

Bir başka hoş, şiirsel sohbet yüklü, buram buram insan sıcaklığı kokan şiirlerinden biri de, Yılmaz Güney’in, annesinin sandığından çıkan çok eski bir fotoğrafı üzerine. İstek üzerine, o fotoğrafı ‘deve’ dergisine gönderir. Ancak dergi baskı kalitesi açısından ‘yüksek çözünürlüklü olarak yeniden göndermesi’ istenir. Bunu dizelerinde ‘’ Yılmaz’ın vesikalık fotoğrafını/ annemin sandığından çıkan/ gönderdim/ Deve dergisinin yayın yönetmenine/ ileti geldi o’ndan: / ‘Deve kabul etmiyor / yüksek çözünürlüklü fotoğraf yolla’ … söyle Yılmaz/ gazyağı kokan yaşamımız / nasıl dönüşecek / yüksek çözünürlüklü bir fotoya’’ (s.96)*

‘Çapkın Çiçekli’nin en önemli özelliklerinden biri, hemen girişte Nihat Ziyalan’ın koyduğu not. Bunu özellikle sorma gereği duyuyorum kendisine.
‘’
- Kitabınızın girişinde [ Bu kitap hiçbir ‘ödül’e katılmayacak ] yazıyor. Bunun özel bir anlamı var mı?

İçtenlikle yanıtlıyor sorumu:

- Neredeyse saçımızın teli kadar ödül var. Saygın birkaç ödül de bu ödül 'enflasyonu'nunda boğuldu. Ödüllerin verilmesi de tam bir tiyatro. Ülkü Tamer yazmıştı: "Kışa kömür alamayacak durumda olan yazara verdik ödülü." Bu panayır tiyatrosunda rol almak istemiyorum. Okuyucu da artık itibar etmiyor, inanmıyor ödüllere. Kitabı açıp biraz okuyor, eğer kendisine çekici gelirse alıyor. Bir kitabın ödül alması artık satışına katkı yapmıyormuş. Öyle diyorlar.
Kitap, henüz yeni çıktı, doğal olarak da hiç bir ödül de almış değil ve hiç bir ödüle de girmeyecek ancak görünen o ki, okur kitaba kendi yüreğinden ödülü vermiş bile. 'Çapkın Çiçekli' 17 Nisan'da dağıtıma girdi. Bir hafta sonra kitabı aradığımda kalmamıştı. Üstelik, kitabı basan Yapı-Kredi Yayınlarının İzmir'deki ana deposundan, kitabın tükendiği söylendi. Şu an bulmak isteyenler, zar zor, ellerinde kalan satış noktalarından, sipariş vererek edinebiliyorlar. Ve yayınevi, kitapçılara, yeni baskıya geçileceğinin haberlerini de iletmiş durumda. Türk yayıncılığının şu an içinde bulunduğu bunalım ortamında üstelik şiir gibi yayıncılık alanında sürekli üvey evlat muamelesi gören bir türde bu başarı bir mucize. Bir şiir kitabının bir haftada baskısının tükenmesi, yazarı açısından da, şiir açısından da ve en önemlisi yayıncılık açısından da sevindirici bir gelişme.


Kitabın 'Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor' şiiri içinde Yavuz Turgul sinemasına olan beğenisini ortaya koyarken, bir yerde ‘ Yeşilçam’da sayısız filmde oynadım,/ anımsamak istemem hiç birini’ dizeleri geçiyor. Bunun nedenini soruyorum. Önce, 'Yavuz Turgul sinemasına verdiği önemi' vurgulamak için olduğunu söylüyor. Sonra da ekliyor:

- Sinema oyunculuğum daha çok ekmek parası, geçinmek içindi. Tutarlı filmlerde çok az oynadım. O da Yılmaz Güney'le olanlardı çoğunca. Altmış yıldır yazıyorum. Bir yazar olarak kitaplarımla tanınmayı, iz bırakmayı istiyorum artık.

- Türk Sineması’nın içine düştüğü bunalım’ nedeniyle Türkiye’yi terk edip Avustralya’ya yerleştiniz. Bildiğim kadarıyla bu kararınızdan pişman da değilsiniz? Peki Türk sineması bu sorunu aşabildi mi? Oradan Türk sineması nasıl görünüyor?

- Avustralya'ya göçmemin doğru bir karar olduğunu anladım yıllar geçtikçe. Seksenli yıllardan sonra dizi furyası başladı. Daha çok yandaşların kollandığı bir ortam oluştu. Yılmaz Güney'in değiştirdiği Yeşilçam'ın sürdürücüleri veya kendi film dilini örmek isteyen yönetmenler elbette oldu: Ezel Akay'ın - Neredesin Firüze'sü, Mustafa Altıoklar'ın - Ağır Roman'ı, Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele'si, Yavuz Turgul sineması, Nuri Bilge Ceylanın - Bir Zamanla Anadolu'sunu sayabilirim. Fatih Akın'nın sinema (Dün Cut 'Kesik' isimli son filmini izledim. Tam bir düşkırıklığı yaşadım. Çok üzüldüm. Yazık!) dili de bana çekici geliyor ayrıca. Sidney'den yaşadığım için bütün filmleri göremiyorum. Listeme katacağım başka filmler olabilir. Geleceği parlak Türk Sineması'nın. Devlet desteği değil kösteği olduğu halde az şey yapılmıyor. Devrimci sinemaya gönül verenlerle gurur duyuyorum: Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz...

Nihat Ziyalan birebir söyleşi ve yazılarında anılarını pek kullanmıyor. Bunları daha çok şiirlerinde, öykülerinde, sanat yazılarında belirtiyor. Bu özelliği bildiğim halde yine de de soruyorum:

'- Türkiye’de bulunduğunuz, sinema ve tiyatroyla ilgilendiğiniz dönemlerde de edebiyatla ilginiz, çalışmalarınız var mıydı? Bunu şunun için soruyorum, özellikle o dönemler sanatçıların gittiği çeşitli mekanlarda tiyatrocular, şairler, yazarlar, ressamlar birarada bulunurdu. Özellikle Mücap Ofluoğlu anılarında bunları çok güzel anlatır. Yine içlerinde Cahit Irgat gibi hem şair hem tiyatrocu olanlar da var. Sizin de o yıllar böyle ilişkileriniz, çevreniz oldu mu? O yıllara ait , gerçi şiirlerinizde çok güzel örnekleri var ama yine de, anlatmak istediğiniz güzel anınız, anılarınız, dostluklarınız var mı?'

Yanıt tam umduğum gibi;

- Anılar benim için kutsaldır. Benimle gidecek olanı çoktur. Mahremiyetinden ötürü yazamam. Aydınlık Kitap'daki yazılarıma anı da giriyor kendiliğinden. Ama anı yazmak istemiyorum. Çünkü anılar birlikte yaşanmıştır. Çok güzel yanları olduğu gibi fos yanları da vardır. Kayırmadan yazmaktan yana olduğum için bire bir anıya yokum. Yazmayacağım. Ben dostlarıyla yaşayan biriyim. Ölenler bile diri olarak yaşamımda varlıklarını sürdürüyor. Bırakın iyi yanlarıyla sürsünler hayalimde.

O anılarını anlatmıyor, yaşıyor. Ve bize de yapıtlarında yaşatıyor. O zaman bu anılara yine bir şiirinden bakalım:

''BERK, UYAR, YÜCEL, SÜREYA, TAMER, İNCE

Koluma girdi Menekşeli Sokak;
yürü bakalım,
Kızılay!

Bilmem hangi bankanın mahrem odası;
İlhan çeviri yapıyor eğri meğri,
kadifeden ceketi,
Fransızca nara atıyor pantolonu!

Düğümlenmiş Turgut SEKA'da;
noktalama imi sandı içeri girişimi,
yazdığı şiirden kaldırıp kalemini,
yaktı gülümsemesini.

Piknik'te dom dom atan;
Can'ın sakalsız kahkahası,
sıvazlıyor yoldan geçenlerin yüzünü.

Çantasını açmaya yer arıyor Cemal;
içinde İstanbul mu var, belli kolu kopmuş taşımaktan?

Sigarası sarkık dumanlı Foto Abdi;
dur sana bir portre,
kıpırdama Adanalı

Uğramadan geçip gidiyor Ülkü;
geçerken cartlak kebabı yelliyor,
bir yeri şişmesin Ankara'nın.

Özdemir Aydın'da öğretmen;
oğluna incir yediriyor,
Fransızca.

Silaha sarılıyor Yılmaz;
tekme tokat,
dalıyor Çirkin Kral'lığına.

Çık artık kolumdan!

Kuğulu Park yoluk kabarmış kelfatma;
ördeklerde kendimi gördüm,
vay badi! Oy badi! ''
(s.75-76) *

***

Orada bir şiir var, orada bir adam var...
yakınımızda, çok yakınımızda, yaşamımızın tam ortasında.

''Nerdesin /Savruk saçlı yıllar / tırnak söken parke taşları / yüz metre koşular?

Şimdi Sidney'de
şiirimle
yaşlanmayı gençleştiriyorum"
diyor..

Ve gençleşmek için sürekli size selam yolluyor Nihat Ziyalan 'Sidney'den dostlukla......'
.....diyerek.

_______________

 Dipnotlar :
* Çapkın Çiçekli, Nihat Ziyalan, YKY, Nisan 2015
** Attım Kapağı Yurtdışına, Nihat Ziyalan, Günışığı Kitaplığı, Aralık 2010)


dizin    üst    geri    ileri  

 



 18 

 SÜJE  /  Nihat Ziyalan - Semih Özcan /  yirmi altı mayıs iki bin on beş     10