Adam odaya gireceği anı beklerken içinde garip duygular vardı. Kendinden
sonra departmandaki tek muhatabının da yanına gelip beklemesi, adamı az
da olsa rahatlattı. Bir müddet hiç konuşmadılar. Götü göbeği salmış, kel
ve fodul bir tipe sahipti kader arkadaşı. Büyük ihtimalle ikisini de
işten kovacaklardı. Adam konuşmak istediyse de arkadaşının gerginliği
hevesini kırdı. Arkadaşı cebinden çıkardığı kumaş mendille, biraz sıcağın
birazda kilosunun etkisiyle alın ve boyun bölgesinde biriken terleri
sildi. Homurdanarak küfrediyordu. Adam ortamı yumuşatma ihtiyacı duydu.
Ama neyi nasıl yapacağını bilemedi. Arkadaşı sandalyede sağa sola kıçını
yayarak, rahat bir pozisyon aradı. Sonra biraz öne gelerek sandalyenin
ucuna oturdu. Ve adamın duyacağı bir tonla konuşmaya başladı.
‘’Bunlar beni işten falan atamaz olum’’.
Parmağını girecekleri mahşer odasına uzatıp sallayarak konuşmaya devam
etti.
‘’Kimse bana tuvalet kağıdı muamelesi yapamaz. Mahvederim bunları. Bütün
üçkağıtlarını biliyorum’’.
Arkadaşı, kafasını sallayıp, nefes alıp verirken garip sesler
çıkarıyordu. Adam, atıp tutmalara nasıl karşılık vereceğini bilemedi.
Sessiz, sakin biriydi. O da kafasını sallarken buldu kendini. Sanki
yalnız arkadaşı kovulacak ta kendisi ona teselli vermeliydi. Konuşmuş
bulundu.
‘’Ya dünyanın sonu değil ya abi’’...
Laf ağzındayken arkadaşının bakışlarındaki hiddeti gördü. Sustu. Cebinden
telefonunu çıkardı. Saate baktı. Telefonunu kurcalamak istedi. Ama tek
özelliği arayıp mesaj atabilmekti. Rehberini açtı. Tek isim vardı. Bir
zamanlar ölünceye kadar diye ant içip, şimdi cüzdanı şişkin başka bir
adam için yarı yolda bırakan kadınıydı. Yalnızlık hissi içini acıttı.
Migreni tuttu. Aynı anda arkadaşı da konuşmaya başladı. Duyabildiği tek
şey homurtu sesleriydi. Arkadaşı konuşurken ağzı köpürüyor öfkesi içinde
patlıyordu. Adam geriye doğru yaslandı. Mutlu bir anını hatırlamaya
çalıştı. Kendini bildi bileli ev ve iş arasında dokuduğu mekikten
ibaretti. Yalnızlığına gömüldükçe ağırlaştı. Kafasını omuzlarından
düşecek kadar büyük hissetti. Ani bir hareketle telefonunun arama tuşuna
bastı. Hayatta tek tanıdığı sesi duymak istedi. Karşıdaki ses tele
sekreterdi. O an yaşamın durduğunu anlamaya başlayacaktı ki bir el
tarafından pervasızca uyarıldı.
‘’Olum! İşten çıkaracaklar sen uyuyorsun’’.
İş arkadaşı, evindeki duvarlar kadar rutubetli olan mendilini suratında
gezdirdikçe, adamın midesi havalandı. Hayatı boyunca, hiçbir haksızlıkta
provokasyona gelmeyen adam şimdide gelmeye niyetsizdi. İçeriden gelen ses
arkadaşın hırıltı ibresini dibe vurdu. Ellerine titreme geldi. Adam
arkadaşının kalp krizi geçireceğini sandı. Sonra Costa Gavrasın ''Ölümcül
Çözüm'' filmi aklına geldi. Kahramanın iş kapmak için yok ettiği canların
anlatıldığı filmdi bu. Arkadaşında o potansiyel vardı. Kimde yoktu ki. Bu
sistemde insanlar birbirinin etleriyle besleniyordu. Ve bütün çaba,
sırtlarında konfora yatırdıkları adamların, düzeni bozulmasın diye
çırpınan bi ton insan. Arkadaş yalpalayarak oturduğu sandalyeden kalktı,
çağrıldığı mahşer odasına girecekti. Adama baktı. Derin bir nefes aldı.
İçinden okuduğu bütün duaları tamamlarcasına yaratıcısının adını anıp
sonra kendini celladının insafına bıraktı. Kapı kapanmaya yelken
açtığında çıkardığı gıcırtı sesi, adamın migreninde tavan yaptı. Bir yolu
olmalıydı. Hayatta kalmak değil, yaşamak istiyordu. İçeriden arkadaşının
yalvarma sesleri geliyordu. Sağa sola baktı. Yavaşça ayağa kalktı. Kapıya
yaklaştı. Arkadaşı adamı kötülüyordu. İşte kendisi kalmalıydı. Personel
işleri müdürünü ikna etmek için domalmaya hazırdı. Personel işleri
müdürünün homoseksüel olma ihtimali olsa da arkadaşın hiç bir gideri
yoktu. Sesler kesildiğinde adam usulca yerine geçip oturdu. Kafasını
geriye yasladı. Arkadaş içeriden çıktı. Sıra kendindeydi. İçeri nasıl
girmeliydi hiç düşünmedi. İş arkadaşı karşısına geçip diz çöktü.
Homurdanarak yalvarmaya başladı.
‘’İkimizden birini çıkaracaklarmış. Sen gençsin. Yeni iş bulursun. Bu iş
benim hakkım. On üç yılımı verdim lanet şirkete. Sana yalvarıyorum’’.
Arkadaş cüzdanını çıkarmak için elini arka cebine attı. Bacakları
ağırlığına daha fazla dayanamadı. Tıpkı az önce kurduğu gerçek olmayan
cümleleri gibi yana devrildi. Burnunun ucuna gelen gözlüğünü yerine
oturttu. Yere düşen cüzdanını alıp emekleyerek adamın ayaklarının önüne
geldi. Cüzdanını açıp içindeki paraları çıkardı. Adama uzattı. Adam
şaşkınlığını daha fazla saklayamadı. Gülümsedi. Çok iyi tanımadığı bir
adam için neden böyle hayati bir iyilik yapmalıydı ki. Arkadaş konuşmaya
devam etti.
‘’Bak yetmediyse biraz birikmişim var. Onu da sana veririm. Yeni bir iş
bulana kadar idare edersin ha’’...
Son cümleyle birlikte göz pınarları boşaldı. Suratında sıkıntıdan akan
terle gözyaşının buluşması çok sürmedi. Adam ellerini kurtarmaya çalıştı.
Ani bir hareketle ayaklandı. İş arkadaşı dizlerinin üzerinde kalakaldı.
İlk kez bir adama tepeden bakıyordu. Bunca zamandır verdiği selamdan
ibaretti. Şimdi dizlerinin üzerinde. İçeriden gelen ses adamı kendine
getirdi. Arkadaşı kilosundan ötürü yana devrildi. Adam mahşer odasına
girerken, arkadaş pozisyonunu iki kere daha değiştirdi. Adamın duygusal
yoğunluğu tavan yaptı. Aklı karmakarışıktı. Ne yapacağına karar
veremiyordu.
Personel işleri müdürü karşısındaydı. Kafasını kaldırıp eliyle oturmasını
işaret etti. Ayaktayken kovulacak hali yoktu. Adam gelip koltuğa oturdu.
Personel işleri müdürü elindeki evrakları kenara istifledi. Adamın adının
yazdığı dosyayı açıp göz gezdirdi. Bu hareket adamın gerginliğini daha da
arttırdı. Konuşmaya ilk Personel işleri müdürü başladı. Bu zaten
egemenlerin hakkıydı. İlk konuşan, sonra konuşan, sonra tekrar konuşan,
sonra yine konuşan... Bu hep böyle sürüp giderdi. Biz, çalışan, emekçi,
işçi, ayakçı, ezikler, orospu çocukları... Adına ne derseniz deyin.
Bizler sadece yat, kalk, sürün... Bütün komutların uygulayıcılarıyız.
‘’Sizi buraya neden çağırdığımızı biliyor musunuz?’’
Adam irkildi. Yutkunarak cevap verdi
‘’Evet’’
‘’Personelde azalmaya gidiyoruz. O yüzden bazılarını işten çıkarmamız
gerekiyor. Şimdi sizi neden işte tutmalıyız biraz anlatabilir misiniz?’’
Adam dalga geçildiğini düşündü. Zira üç yıldır burada çalışıyordu. Sanki
işe yeni başlayacakmış muamelesi görmekten hoşlanmadı. Zaten işte kalması
gerekende kendi değildi. Her ne kadar devir götleklerin devri olsa da
içinde bir yerlerde sakladığı insanlık vardı. Şimdi tamda onu çıkarmanın
zamanıydı.
‘’İyi menemen yaparım. Bi de iyi kaçak çay demlerim. Hiç arkadaşım yok.
Karım da beni terk etti. Her gece mastürbasyon yapmak zorunda bıraktığı
için de ona ayrıca kızgınım. Bazen şarap içer, dünyaya sataşırım. Bazen
aidatı ödemem. Sırf yönetici gelip benimle muhabbet etsin diye. O derece
yalnızım işte’’.
‘’Sizce bu anlattıklarınız sorduğum soruya cevap mı?’’
‘’Yani bunca anlattığım şeyin içinde, sen soruna cevap bulamadın mı?’’
‘’Iıı evet’’
‘’Evet ne?’’
‘’O zaman muhasebeye uğrayıp hesabınızı kesiniz lütfen?’’
Tek atışta bitirdi işi.
‘’Yav ben yalnızım diyorum sen muhasebeciye git diyorsun. Benim
yalnızlığıma çare muhasebedeki, kedileriyle evde kalmış, götü yere yakın
Mualla mı? Yoksa yalakalıkta çığır açmış, fosil Bayram mı?’’
‘’Hayatınızda size başarılar dilerim’’.
Cümlesini bitirirken, karşısında oturan adama, hiçbir açık kapı
bırakmadan, eliyle kapıyı işaret etti. Hayatında gördüğü tek cinayet;
çocukluğunda babasının, Tanrısına kurban ettiği hayvandı. Bıçağı tutup
yere yatırdığı hayvanın gırtlağını keserken, çıkardığı homurtuları
anımsadı. Bu adamı kesseydi, aynı zevki alabilir miydi diye düşünürken
gülümsedi. Personel işleri müdürü, karşısındaki adama bir anlam veremeden
kafasını iki yana salladı. Adamın dikkatini bozmaya çalıştı. Adam
içindeki hoş duyguyla odadan çıkarken durdu. Arkasını dönüp Personel
işleri müdürüne baktı.
‘’Şimdi ne hissediyorsunuz’’.
‘’Ne hissetmeliyim ki!’’
Adam tekrar gülümsedi
‘’Şu an içinde boğulduğun duyguları merak ettim de’’.
‘’Ne boğulması ya. Bulunduğun diyecektin her halde’’.
Adam elini ceketinin altına soktu. Konuşurken ağzından homurtular çıktı.
‘’Kovulacağımı biliyordum. O yüzden içinde yedi tane mermi olan bir
tabancayla geldim. İçeri girerken mermiyi şarjörün ağzına getirdim ki
ağzından o sihirli kelime çıktığı an, mermileri ağzına boşaltayım’’.
Personel müdürünün ağzından çıkan son kelime ‘’çıkar mısınız?’’ adamı
kendine getirdi. Kafasında kurduğu hayali boş geçti. Tıpkı hayatın onu
boş geçmesi gibi. Koca çarka karşı tek başına ne yapabilirdi ki. Gitmekti
en iyisi. Kapıdan çıkarken o da kendini egemenlerin tuvalet kâğıdı olarak
düşündü. Ruloda sıra ona gelmişti. İş bitti. Kıç silindi. Ya klozetin
yanındaki küçük çöp kutusuna atılacaktı. Ya da klozetin içine atılıp
üzerine sifon çekilecekti. Nitekim ikisi de aynı yoldu...