ÖYKÜ

Cüneyt Yıldırım  







VAHŞİ KAPİTALİZM


   Adam odaya gireceği anı beklerken içinde garip duygular vardı. Kendinden sonra departmandaki tek muhatabının da yanına gelip beklemesi, adamı az da olsa rahatlattı. Bir müddet hiç konuşmadılar. Götü göbeği salmış, kel ve fodul bir tipe sahipti kader arkadaşı. Büyük ihtimalle ikisini de işten kovacaklardı. Adam konuşmak istediyse de arkadaşının gerginliği hevesini kırdı. Arkadaşı cebinden çıkardığı kumaş mendille, biraz sıcağın birazda kilosunun etkisiyle alın ve boyun bölgesinde biriken terleri sildi. Homurdanarak küfrediyordu. Adam ortamı yumuşatma ihtiyacı duydu. Ama neyi nasıl yapacağını bilemedi. Arkadaşı sandalyede sağa sola kıçını yayarak, rahat bir pozisyon aradı. Sonra biraz öne gelerek sandalyenin ucuna oturdu. Ve adamın duyacağı bir tonla konuşmaya başladı.
   ‘’Bunlar beni işten falan atamaz olum’’.
   Parmağını girecekleri mahşer odasına uzatıp sallayarak konuşmaya devam etti.
   ‘’Kimse bana tuvalet kağıdı muamelesi yapamaz. Mahvederim bunları. Bütün üçkağıtlarını biliyorum’’.
   Arkadaşı, kafasını sallayıp, nefes alıp verirken garip sesler çıkarıyordu. Adam, atıp tutmalara nasıl karşılık vereceğini bilemedi. Sessiz, sakin biriydi. O da kafasını sallarken buldu kendini. Sanki yalnız arkadaşı kovulacak ta kendisi ona teselli vermeliydi. Konuşmuş bulundu.
   ‘’Ya dünyanın sonu değil ya abi’’...
   Laf ağzındayken arkadaşının bakışlarındaki hiddeti gördü. Sustu. Cebinden telefonunu çıkardı. Saate baktı. Telefonunu kurcalamak istedi. Ama tek özelliği arayıp mesaj atabilmekti. Rehberini açtı. Tek isim vardı. Bir zamanlar ölünceye kadar diye ant içip, şimdi cüzdanı şişkin başka bir adam için yarı yolda bırakan kadınıydı. Yalnızlık hissi içini acıttı. Migreni tuttu. Aynı anda arkadaşı da konuşmaya başladı. Duyabildiği tek şey homurtu sesleriydi. Arkadaşı konuşurken ağzı köpürüyor öfkesi içinde patlıyordu. Adam geriye doğru yaslandı. Mutlu bir anını hatırlamaya çalıştı. Kendini bildi bileli ev ve iş arasında dokuduğu mekikten ibaretti. Yalnızlığına gömüldükçe ağırlaştı. Kafasını omuzlarından düşecek kadar büyük hissetti. Ani bir hareketle telefonunun arama tuşuna bastı. Hayatta tek tanıdığı sesi duymak istedi. Karşıdaki ses tele sekreterdi. O an yaşamın durduğunu anlamaya başlayacaktı ki bir el tarafından pervasızca uyarıldı.
   ‘’Olum! İşten çıkaracaklar sen uyuyorsun’’.
   İş arkadaşı, evindeki duvarlar kadar rutubetli olan mendilini suratında gezdirdikçe, adamın midesi havalandı. Hayatı boyunca, hiçbir haksızlıkta provokasyona gelmeyen adam şimdide gelmeye niyetsizdi. İçeriden gelen ses arkadaşın hırıltı ibresini dibe vurdu. Ellerine titreme geldi. Adam arkadaşının kalp krizi geçireceğini sandı. Sonra Costa Gavrasın ''Ölümcül Çözüm'' filmi aklına geldi. Kahramanın iş kapmak için yok ettiği canların anlatıldığı filmdi bu. Arkadaşında o potansiyel vardı. Kimde yoktu ki. Bu sistemde insanlar birbirinin etleriyle besleniyordu. Ve bütün çaba, sırtlarında konfora yatırdıkları adamların, düzeni bozulmasın diye çırpınan bi ton insan. Arkadaş yalpalayarak oturduğu sandalyeden kalktı, çağrıldığı mahşer odasına girecekti. Adama baktı. Derin bir nefes aldı. İçinden okuduğu bütün duaları tamamlarcasına yaratıcısının adını anıp sonra kendini celladının insafına bıraktı. Kapı kapanmaya yelken açtığında çıkardığı gıcırtı sesi, adamın migreninde tavan yaptı. Bir yolu olmalıydı. Hayatta kalmak değil, yaşamak istiyordu. İçeriden arkadaşının yalvarma sesleri geliyordu. Sağa sola baktı. Yavaşça ayağa kalktı. Kapıya yaklaştı. Arkadaşı adamı kötülüyordu. İşte kendisi kalmalıydı. Personel işleri müdürünü ikna etmek için domalmaya hazırdı. Personel işleri müdürünün homoseksüel olma ihtimali olsa da arkadaşın hiç bir gideri yoktu. Sesler kesildiğinde adam usulca yerine geçip oturdu. Kafasını geriye yasladı. Arkadaş içeriden çıktı. Sıra kendindeydi. İçeri nasıl girmeliydi hiç düşünmedi. İş arkadaşı karşısına geçip diz çöktü. Homurdanarak yalvarmaya başladı.
   ‘’İkimizden birini çıkaracaklarmış. Sen gençsin. Yeni iş bulursun. Bu iş benim hakkım. On üç yılımı verdim lanet şirkete. Sana yalvarıyorum’’.
   Arkadaş cüzdanını çıkarmak için elini arka cebine attı. Bacakları ağırlığına daha fazla dayanamadı. Tıpkı az önce kurduğu gerçek olmayan cümleleri gibi yana devrildi. Burnunun ucuna gelen gözlüğünü yerine oturttu. Yere düşen cüzdanını alıp emekleyerek adamın ayaklarının önüne geldi. Cüzdanını açıp içindeki paraları çıkardı. Adama uzattı. Adam şaşkınlığını daha fazla saklayamadı. Gülümsedi. Çok iyi tanımadığı bir adam için neden böyle hayati bir iyilik yapmalıydı ki. Arkadaş konuşmaya devam etti.
   ‘’Bak yetmediyse biraz birikmişim var. Onu da sana veririm. Yeni bir iş bulana kadar idare edersin ha’’...
   Son cümleyle birlikte göz pınarları boşaldı. Suratında sıkıntıdan akan terle gözyaşının buluşması çok sürmedi. Adam ellerini kurtarmaya çalıştı. Ani bir hareketle ayaklandı. İş arkadaşı dizlerinin üzerinde kalakaldı. İlk kez bir adama tepeden bakıyordu. Bunca zamandır verdiği selamdan ibaretti. Şimdi dizlerinin üzerinde. İçeriden gelen ses adamı kendine getirdi. Arkadaşı kilosundan ötürü yana devrildi. Adam mahşer odasına girerken, arkadaş pozisyonunu iki kere daha değiştirdi. Adamın duygusal yoğunluğu tavan yaptı. Aklı karmakarışıktı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
   Personel işleri müdürü karşısındaydı. Kafasını kaldırıp eliyle oturmasını işaret etti. Ayaktayken kovulacak hali yoktu. Adam gelip koltuğa oturdu. Personel işleri müdürü elindeki evrakları kenara istifledi. Adamın adının yazdığı dosyayı açıp göz gezdirdi. Bu hareket adamın gerginliğini daha da arttırdı. Konuşmaya ilk Personel işleri müdürü başladı. Bu zaten egemenlerin hakkıydı. İlk konuşan, sonra konuşan, sonra tekrar konuşan, sonra yine konuşan... Bu hep böyle sürüp giderdi. Biz, çalışan, emekçi, işçi, ayakçı, ezikler, orospu çocukları... Adına ne derseniz deyin. Bizler sadece yat, kalk, sürün... Bütün komutların uygulayıcılarıyız.
   ‘’Sizi buraya neden çağırdığımızı biliyor musunuz?’’
   Adam irkildi. Yutkunarak cevap verdi
   ‘’Evet’’
   ‘’Personelde azalmaya gidiyoruz. O yüzden bazılarını işten çıkarmamız gerekiyor. Şimdi sizi neden işte tutmalıyız biraz anlatabilir misiniz?’’
   Adam dalga geçildiğini düşündü. Zira üç yıldır burada çalışıyordu. Sanki işe yeni başlayacakmış muamelesi görmekten hoşlanmadı. Zaten işte kalması gerekende kendi değildi. Her ne kadar devir götleklerin devri olsa da içinde bir yerlerde sakladığı insanlık vardı. Şimdi tamda onu çıkarmanın zamanıydı.
   ‘’İyi menemen yaparım. Bi de iyi kaçak çay demlerim. Hiç arkadaşım yok. Karım da beni terk etti. Her gece mastürbasyon yapmak zorunda bıraktığı için de ona ayrıca kızgınım. Bazen şarap içer, dünyaya sataşırım. Bazen aidatı ödemem. Sırf yönetici gelip benimle muhabbet etsin diye. O derece yalnızım işte’’.
  ‘’Sizce bu anlattıklarınız sorduğum soruya cevap mı?’’
  ‘’Yani bunca anlattığım şeyin içinde, sen soruna cevap bulamadın mı?’’
   ‘’Iıı evet’’
   ‘’Evet ne?’’
   ‘’O zaman muhasebeye uğrayıp hesabınızı kesiniz lütfen?’’
   Tek atışta bitirdi işi.
   ‘’Yav ben yalnızım diyorum sen muhasebeciye git diyorsun. Benim yalnızlığıma çare muhasebedeki, kedileriyle evde kalmış, götü yere yakın Mualla mı? Yoksa yalakalıkta çığır açmış, fosil Bayram mı?’’
   ‘’Hayatınızda size başarılar dilerim’’.
   Cümlesini bitirirken, karşısında oturan adama, hiçbir açık kapı bırakmadan, eliyle kapıyı işaret etti. Hayatında gördüğü tek cinayet; çocukluğunda babasının, Tanrısına kurban ettiği hayvandı. Bıçağı tutup yere yatırdığı hayvanın gırtlağını keserken, çıkardığı homurtuları anımsadı. Bu adamı kesseydi, aynı zevki alabilir miydi diye düşünürken gülümsedi. Personel işleri müdürü, karşısındaki adama bir anlam veremeden kafasını iki yana salladı. Adamın dikkatini bozmaya çalıştı. Adam içindeki hoş duyguyla odadan çıkarken durdu. Arkasını dönüp Personel işleri müdürüne baktı.
   ‘’Şimdi ne hissediyorsunuz’’.
   ‘’Ne hissetmeliyim ki!’’
   Adam tekrar gülümsedi
   ‘’Şu an içinde boğulduğun duyguları merak ettim de’’.
   ‘’Ne boğulması ya. Bulunduğun diyecektin her halde’’.
   Adam elini ceketinin altına soktu. Konuşurken ağzından homurtular çıktı.
   ‘’Kovulacağımı biliyordum. O yüzden içinde yedi tane mermi olan bir tabancayla geldim. İçeri girerken mermiyi şarjörün ağzına getirdim ki ağzından o sihirli kelime çıktığı an, mermileri ağzına boşaltayım’’.
   Personel müdürünün ağzından çıkan son kelime ‘’çıkar mısınız?’’ adamı kendine getirdi. Kafasında kurduğu hayali boş geçti. Tıpkı hayatın onu boş geçmesi gibi. Koca çarka karşı tek başına ne yapabilirdi ki. Gitmekti en iyisi. Kapıdan çıkarken o da kendini egemenlerin tuvalet kâğıdı olarak düşündü. Ruloda sıra ona gelmişti. İş bitti. Kıç silindi. Ya klozetin yanındaki küçük çöp kutusuna atılacaktı. Ya da klozetin içine atılıp üzerine sifon çekilecekti. Nitekim ikisi de aynı yoldu...



dizin    üst    geri    ileri  

 



 25 

 SÜJE  /  Cüneyt Yıldırım  /  yirmi bir mayıs iki bin on dört     4