"mülklerin en tehlikelisi dil bunun için verildi sana. kendine tanıklık
edebilesin diye" hölderlin
"burası deli bir ülke, ama deliliği güzelleştirici
değil, anlamsız ve katı, iliklerine kadar satılmış" leylâ erbil
"üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim" ulrike meinhof
"çizmelerimi çıkarayım mı? sedye kirlenmesin" soma katliamından yaralı kurtulan bir işçi.
iki nokta arasında katledilen yol: mesafe. çıldırmanın eşiğinde. tek
vuruşluk bir nota. atonal kara kapkara bir nota. "akan zaman değil
mesafelerdir," uçsuz bucaksız bi boşluk: zaman. zamanda ve bir zaman
diliminde var olmak. var olmaya çalışmak. didinmek. uğraşmak.
cebelleşmek.
kendinle ve kendi varoluşuna dair her şeyle savaşmak. ve uzun süren
bir hesaplaşma. hayat. ve hep ortada ve hep içinden geçilmeyi bekleyen.
paslı bir çağı önce kendine saplamanın ve o son kurşunu da kendine
saklamanın matematiği erdemi etiği: hayat. kahrolsun!
belki de hiç olmayan o iki nokta ve o iki nokta arasında bir telaş.
bir koşu. bir hayat gailesi : ömür.
bedenler arası bir yolculukta çatışmalı bir yolculukta. bir bedene
hapsolmanın ve bir bedende var olmanın gerilimi.
sınırları kendinde başlayan ve biten egonun tüm karasularında sürekli
bir ihlal: hiç çizilmeyen ve belki de hiç çizilmeyecek olan bir sınırı
varmış gibi yaşamak. yaşatmak.
bir ülkeyi bir bayrağı ve tüm aidiyetleri sınırı ve sınırları içinde
ve dışında yaşatmanın hezeyanı. çıldırmanın eşiğinde yaşamak ve yaşatmak.
çıldırmanın eşiğinde can havliyle yaşamak…
bunca cereyan ve hezeyana cinnete rağmen yaşamak ve bir yandan da var
olmanın etiğini oluşturmak…
bir zamanlar bir ülkede bir adam. devletin ve kurumlarının çıldırttığı
bir adam. oğlu devletin polislerince katledilen bir adam. adı: muzaffer
sarısülük . oğlunun mezarına bakar ve şu sözcükler dökülür dudaklarından:
"baktıkça devleti ve dini bir harabeye çevirecek bir isyanı hatırlatır
bana mezarın," oğlunun adı mı: ethem sarısülük. işçi sınıfındandır.
kaynak işçisi ostim’den . hani o büyük kalkışmada bedenlerin iktidarla
çarpıştığı o direnişte gezide ankara’da 14 haziran 2013 tarihinde polis
tarafından katledilen devrimci… katilini biliyoruz…
öğretmendir bir zamanlar ve çatışma halindedir sınırlarla ve kendini
sınırlayan her şeyle. zorlar sınırları ve ağır bedeller öder. nice
sürgünler görmüştür sürgünlükler… hafızası: yaralıdır. dayandıkça dayanır
yüklenir sınırlara ve geçer çıldırmanın eşiğinden. artık sokaktadır. biat
ve itaat kültürünün uzağında iktidarların.
çorum ili sungurlu ilçesinde paranın ve mülkiyetin uzağında doğayla iç
içe yaşar tam yirmi üç yıldır. vejetaryendir. saatleri ayarlama
enstitüsünün de uzağında. iktidar ilişkilerinin tüketim çılgınlığının
dışında. saatleri çöpe bir zamandır. biyolojik varlığıyla kendi ritmiyle
bedenin tıkır tıkır işleyen bir zaman.
oğlu öldürülen bir babadır o. ağrıdan ve acıdan. yüzleşmek için
acısıyla gider oğlunun mezarında yatar günlerce. ve acısı öfkeye dönüşür
bir gün. işte o gün bir trafonun dibinde ateş yakar ve bir polikliniğin
duvarına mülksüzlüğün diliyle yazar alın çatına devletin. mülkiyetin ve
cinayetin: maddi tıp şeytandır!
yazar yazmasına da.. oğlunun acısıyla yüzleşmesine ve anısını
yaşatmasına tahammülü olmayan mahkeme baba hakkında ‘kamu malına zarar
vermek’ iddiasıyla 12 yıla kadar hapis cezası istemiyle iki dava açılır.
oğlunun katiline ise 5 yıl istenir.. 12 yıl hapis cezası istemiyle
yargılanan sarısülük’ün "topluma zarar verebileceğini," de düşünerek
'yüksek güvenlikli akıl hastanesine' yatırılmasına karar verir. ve fakat
avukatı onun kimseye zararı olmadığını ve akıl hastanesinde
yaşayamayacağını oraya giderse durumunun daha da kötüleşeceğini
söyleyerek itiraz eder. ve bırakırlar. doğaya kendi dünyasına döner.
unutmamalıyız ki çıldırmanın eşiğinden geçen ve oğlunun acısıyla
yüzleşen ve anısını yaşatmaya çalışan muzaffer sarısülük’ün tek derdi
hafızası olmayan adına toplum denen bu örgütlü saldırganlığa karşı bir
hafıza oluşturmak ve kara vicdanın sesi olmaktır oysa.
bedenimiz sağlığımız ömrümüzü gasp eden biyopolitik iktidarlara bir
haykırış bir çığlıktır sarısülük ‘ün sözleri. öyleyse bir kez daha hep
beraber: maddi tıp şeytandır!
mülklerin en tehlikelisi dil bunun için verildi sana. kendine tanıklık
edebilesin diye sesli düşünen ve içsel yolculuklara çıkan hölderlin ve
sarısülük buluşurlar bir eşikte. çıldırmanın eşiğinde… ve fakat bir
asırlık fark vardır aralarında.bir asırlık mesafe. ve fakat asırlar
mesafeler girse de araya duygudaşlıkları ve toplum denen örgütlü
saldırganlığın normlarına direnme biçimleri ve trajedileri yakınlaştırır
onları..
ikisi de aynı yaşlarda otuzlu yaşlarda çıldırırlar. felsefenin köşe
taşlarından olmazsa olmazlarından filozof nietzsche’yi derinden etkileyen
heideger’in ise feyz aldığı ve kendi felsefesini oluştururken sürekli
göndermeler yaptığı bir şair ve felsefeci olan hölderlin.
zor zamanlardır dünyanın. çocukluğu derin çatlaklar ve kırılmalarla
dolu hölderlin daha fazla dayanamaz ve 36 yaşında çıldırır. marangoz olan
eski bir arkadaşı tarafından bakımının üstlenildiği yıllardır. sonrası.
ömrünün sonuna kadar da öyle sürer..
“hiçbir şeyim yok ki bu da benimdir diyebileyim. sevdiklerim ya uzakta
ya ölmüş, hiçbir ses bana artık onlardan haber getirmiyor. yeryüzünde
görecek işim kalmadı. ödevime bütün isteğimle sarılmıştım ; ben o yüzden
yıkıldım ama bu dünya bu yüzden fazla bir şey kazanmadı"
yukarıdaki sözler de hölderlin ‘e ait. hyperion adlı eserinden.
biri dili mülk olarak görür ve iletişimin sürmesi için daha çok da
tanrılarla kendi barışık algısında yaşattığı özgürleştirici bulduğu
kendine nefes aldırdığını düşündüğü ve öyle inandığı yunan tanrıları ile
iletişim kurmanın bir aracı da olabilen bir mülk. fakat tehlikeli bir
mülk. çünkü sözcüklerden kavramlardan ve tüm bunların arasındaki
tehlikeli ilişkilerden oluşan insanı çıldırmanın eşiğine götürüp
çırılçıplak bırakan tehlikeli bir mülk.
işte o tehlikeli mülk ile ilişkileri bir dengede tutamamanın hızla bir
eşiğe doğru savrulmanın gerilimi. kaygısı. çıkışsızlığı.
her ne kadar bir mülk olarak görse de hölderlin’in tam olarak içine
dahil olamadığı dolaylarında gezindiği ve her daim kendini huzursuz
hissettiği ve hiçbir zaman sahiplenemediği kendi bedenine ve özgürlüğüne
de bir tehdit olan o tehlikeli mülk .
diğeri dili zorunlu olmadıkça kullanmaz bir kavram bir sözcük eksik
olsa da olur onun için olmasa da. çünkü ona göre aslolan hayattır ve dil
bir fazlalık. teorisi felsefesi de öyle. yazar alın çatına mülkiyetin
ihlalin isyanın mülksüzleşen harfleriyle yazar. iş değil bir oluş bir
eylemdir aslolan. ve nasılsa öyle yaşanır.
var olmanın etiğidir. hayatı karmaşık kılan tüm fazlalıklardan
kurtulmak. etrafımızı saran kuşatan tüm nesnelerden arınmışlık.
mülksüzleşme pratiği. bir bedende var olmanın sınırı ve imkanı. hiçbir
şeyin ve her şeyin o bedende cisimleştiği. bir bedende var olmanın da
fazlalık olduğu anlar. o anların gerilimi. sıkışmışlığı. felsefesi şiiri.
çıldırmanın eşiği. gitmenin yok olmanın. gidememenin .nefessiz kalmanın.
iki nefes arası can havliyle yaşamanın...
hayatınızı ömrünüzü sağlığınızı gasp eden iktidarlar akılla delilik
arasında gelip gitmekten ve aklın sınırlarını ihlal etmekten ve öylece
var olmaktan olabilmekten başka bir yol bırakmazlar size. gelir gider
gider gelirsiniz bir sarkacın ucunda. bir an olur ki gidip gelemezsiniz.
eşiğindesinizdir çıldırmanın. çocukluğunuzun geçtiği o sokaklar daralır.
sokaklar parklar meydanlar daralır. nefes almanız da güçleşir giderek .
göğüs kafesleriniz daralır. aklın sınırlarındaki ihlal ile yaşadığınız
ülkenin sınırlarının da ihlalinin başladığı yerdesinizdir artık. ve
gidersiniz. başka bir gökyüzünün altında nefes alabilmenin hayaliyle.
yeni yüzler yeni sokaklara ve yepyeni meydanlara…
burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin
yurdu! demişti yıllar önce tezer özlü yakın dostu leyla erbil’e . sanki o
günlerden tüm tarihini reflekslerini kolektif bilinçaltını hissetmiş
görmüş gibidir bu ülkenin.
1977 yıllarıdır. siyah beyaz yılları türkiye’nin. "kanın ateşin ve
seslerin cömertçe kullanıldığı yıllardır" ve fakat hüzünlenmeye vakit
yoktur. dar zamanlardır. tezer özlü 1 mayısa katılır arkadaşlarıyla
yanında kadim dostu leyla erbil de vardır. taksim’de meydana yakın bir
yerde bulvar cafededirler. disk başkanı kemal türkler kürsüde konuşma
yapmaktadır. birden silah sesleri duyulur ve çığlıklar sarar etrafı
katliam başlamıştır. kırka yakın insan katledilir. ve yüzlerce yaralı
vardır. kanlı 1 mayıs olarak geçer tozlu sayfalarına tarihin. leyla
erbil’in birebir tanıklığıdır:
o gece sabaha kadar uyanık tezer.
sabaha kadar kapıları. camları, halıları siliyor, çatal bıçakları ovup
paralatıyor. devletin üzerine sıçrattığı kanı yuğup arıtmak istiyor.
sabah görüştüğümüzde bir kez daha bu ülkeyi terk edeceğine yemin ediyor.
mücadeleyi sürdürme lafları ediyorum ben.o ise burası bizim yurdumuz
değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu! diyerek sürekli
yineliyor.
sürgünlük yıllarıdır sonrası. ülkesinden gider ve başka başka
ülkelerde geçer ömrü ve fakat o artık ülkesiz bir insandır. başka başka
sokaklar. başka başka klinikler. şoklar. ve hep kapatılmalar.
kapatılmalar. o ise bir şey şeyin hep farkındadır bir ömür yetmez bir
beden sınırdır. peki çıkış var mıdır… çıkış olup olmaması tartışılırda
"çıkışı," bir tek edebiyatta görür o. izlerini sürer sevdiği kitapların
sevdiği kitapları yazan yazarların.
ve sevdiği yazarlarla "yaşamın ucuna yolculuk," lara çıkar. izinden
giderek
kafka’nın, pavese’nin. svevo’nun... yolculuklarda arar hayatın
anlamını, edebiyatın gerçekliğini kendi varoluşunu hep bu izlerde arar.
var olmanın etiği ile çıldırmanın eşiğinde gelir gider bir ömür. dünyanın
bütün duvarlarına karşı yaşar nasıl yaşanırsa. can havliyle yaşamak !
"sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarım
içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse bana özgü bir sınırsızlık,
kendi suskun, kendi çığlığımın sınırsızlığı."