gün ışımasın diyeydi sağır geceye tüm yaltaklanmalar
oturup ay beklenirdi
şiir beklenirdi
sen dönüp gelmezdin
üç arşın öteteydi omuzlarım...
gitmezdin de seni özleyen gelincik tarlalarına
kapı eşiğinde gölgelenirdin salt kendi güneşinle...
sahanlıkta kibirle kurguladığın tüm o bencil oyalanış
ölü zararsız kuytular, çaput dolu mevziler
eylemsizliğe doluşmuşluğu her yerin
yaslandığın sandık...içine tıkıştırılmış ağlak düşler
ah! o ağrı içinde bir başına yaşamaklığın...
gözlerimi dikince eşiğinden içeri
kalbin güm güm atıyor,
duyuyorum.
öldürmek istemem ben seni hiç! kendi tuzağında...
adımını atmadan bir kez bile eşikten
çözmeden korkak gözbağını
hatırla şimdi, seni mutsuzluğa bulayan acıyı
orda dertop olup beni gözlüyorsun
uzakta kuruyan kaktüse su götürüşümü
yeniden gebe kalması için dikenlerinin elime batışını
balıkları yemleyişimi... onların yine de aniden ölüşünü
önce yas tutuşumu
sonra kalkıp ortalık yeri süpürüşümü
pencereden denize tüneyişimi
ve bir albatrosu öpüşümü...
***
yorulunca yeni kitaplar derledim
çıkartıp inlerinden sömürücü barbarları tarihe çiviledim
ortak kurtuluş için ortak akıl öldürürdüm
yeni bir akıl yarattım birikiş gerçeğinden
evrendeki ortak bedeni ve ruhu birbirine sardım
özgürleşmeye diğerinin varoluşunda varan
dirilmiş emek ve aşk harmanladım.
döndüm yüzümü sana
ay bekledim
şiir bekledim...
sen hala kapı eşiğindeydin
paslı sürgüyle didişiyordun içeriden kapandığını anlamadan kilidin...
özgürlük dedim
can havliyle sıçradın yakınıma düştün!
kurtuluş dedim
acı içinde kıvrandın!
ölüyordun her bir sözcüğüme kendini yeniden doğurmak için...
bülbüller şakıdı gün ışıdı
kent yeni bir şiir getirdi
birden omuzlarıma düştün...