ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  





 

GÜNCE


Gün kavuşmak üzere, bilinen zamandan bilinmeyen zamana doğru yaşamak üzere vakit geçiriyorum. Bir gazetedeki bulmacayı çözüyorum. Bulmaca bana soruyor, "pandül?". Bilmez miyim “sarkaç”, son dönemlerde evde yaptığım iş. Bir mutfağa, bir salona gidip gelmek ve günü bitirmek. Bilinenlerden bilinmeyenlere geçiş yaptığım yaşam kafesimi örüyorum. Belki ben değil, hepimiz örüyoruz. Artık bildiğim yaşadıklarımla bilmediğim yaşayacaklarıma doğru ilmek atarken o çok sevdiğim yıldızları eklemeyi unutmuyorum. Ben bir zaman diliminde bir var bir yok iken, yıldızlar hep orada, sanki zamansız bir oluşta. Gece olup gökyüzünde yerlerini aldıklarında bir merhaba derim zamanlı yaşamımdan zamansız yıldızlara.

Günce: Bir gün topyekün yok olsak, bir "hiç" geçmiş olur dünyadan.

Şehrin bana izin verdiği kadar gökyüzünü seyrediyorum, balkonumdan. Gecenin karanlığında şehrin silueti her geçen gün bir kule gibi yükseliyor gökyüzüne. Geçen sene gündüz vakti gördüğüm tarlalar azalıyor. Şehirde çoğalan kulelerden biri daraltmış yine gökyüzünü, belki bir yıl önce altın sarısı buğdaylar fışkırıyordu Mehmet ağanın tarlasından. Şimdi heyula yapılarla dolmuştu toprak. Olsun! Tarlalardan fışkıran zenginlik çağı. Ne gerek var buğdaya, tarla kuşuna, börtü böceğe. Açlıkta duvarlarını kemiririz zenginliğimizin. Son zamanların virüslü dünyasındayız, belki açlık çekmeden ölürüz.

Geçen gün arkadaşlarla sosyal mesafeli, maskeli hasret gidermelerimiz kendimizden başlayıp, bildiklerimize doğru yol aldı. Dediklerine göre bir tanıdıkları dedesinden kalan tarlalara gelen imar değişikliği ile epeyce bir zengin olmuş. Tarlalar heyulalarına, tanıdıkları da yirmi üç apartman dairesine kavuşmuş. Önce bir kaç tanesini satıp "Lüküs Hayat" müzikalinden yer ayırtmışlar. En beğendikleri bulutlara yakın, kuşlardan uzak bir tanesini kendilerine ayırıp geri kalan on yedi dairenin kirası ile geçinip gideceklermiş. Yıllardır pencerelerinden kuş pisliği temizlemekten bıktığı için çıkmış kuş konmaz yükseklere. Biz ise o güzellikleri görelim, yaşasınlar, aç kalmasınlar diye penceremizin önüne bir avuç buğday koyuyoruz oysa. Ne gam! Ağustos böceğinin hikayesi aklıma geldi. "Saz çalıp yaşasınlar" diyecektim ki o hikaye çoktan rafa kalkmış olduğundan vazgeçtim. La Fontaine'in yazları yan gelip yatan ve de saz çalan ağustos böceği o sazı çalabilmek için toprağın altında, ağaçların köklerinde tam on yedi yıl erginleşmek için sabırla beklermiş. "Sabrın sonu selamettir." demeliyim. Sabretmişler rahata ermişler, iyi günlerde yaşasınlar. Aslında ağustos böceğinin sabrı sadece toprak üstünde yaşayacağı dört haftalık bir ömür içinmiş. Allah ömür versin tanıdıklara.

Günce: Hayat hep iyi yazılmış senaryolar gibidir. Hayatı kurcalarsan ya iyiye gider ya kötüye.

Balkondaki düşüncelerimi içeriden gelen telefonun sesi dağıttı.

-Alo.

-İyi akşamlar canım. Nasılsın? Epeydir senden haber alamayınca meraklandım. Hasta filan değilsindir umarım.

-İyiyim, iyiyim. Merak etme bildiğin gibi mecbur olmadıkça evden çıkmıyorum. Sen nasılsın?

-Ben de iyiyim. Son günlerde virüs epey yayıldı. Kaç kişi yakalandı bizim çevremizde. Aman dikkat et. Hani geçen görüştüğümüzde bir tanıdıktan bahsetmiştim. Dedesinden daireler kalan kadıncağız, sen kuşlardan kaç yükseklere influenzaya yakalanmayım diye orada koronaya yakalan ve öl. Şaşılacak şey!

-Aaa… Allah rahmet eylesin. Yazık olmuş.

-Sorma tabi ki yazık oldu. Yeni yaşamlarını kutlamak için eş dost bir araya gelmişler. Söylediklerine göre gelen misafirlerin birinden bulaşmış. Dikkat etmek lazım.

- Olan olmuş. Yazık… Kader!

Evet "kaderden kaçılmaz" derler de onu iyi ya da kötü forma kendimiz sokmuyor muyuz? Nereden nereye, güzel bir yıldızlı gökyüzü seyredeyim dedim neler düşündüm neler duydum!

Günce: Bir can olup gelince dünyaya göz uzanır gökyüzüne ve yıldızlara. Orada bir yerlerdedir sanki doğum, orada bir yerlerdedir sanki ölüm.

Balkonumdaki sarmaşıkların içinden bir ağustos böceği sesi yükseldi. Önce ürperdim. Sonra anneannemin sözü aklıma geldi "nerede öterse bolluk bereket getirirmiş." Öyle olmasını diledim. İçerden eşimin sesini duydum.

-Gel bak, aradığımız gibi bir yer buldum, fiyatı da uygun. Doğayla başbaşa olabileceğimiz bir yer. Sen de o çok sevdiğin gökyüzünü doya doya seyredersin.

Ne diyeceğimi bilemedim.

Uzansam sonsuz zamana, içimde uçuşan kelebeklerle yüklü huzur. Üzerimde gökyüzü, kalkmasam uzandığım yerden. Günler, geceler, aylar, mevsimler bir bir geçse. Bir toz gibi çöksem toprağa. Birinden bir diğerine can olsam.


içindekiler    üst    geri    ileri   




 33