ÖYKÜ

Ayşe Korkmaz  





 

Kıl


Sekreter kız, tam bir afet! İçeri girdiğim andan itibaren göz teması kurmaya çalışıyor. Fakat güzel, neme lazım... Sanki biraz ilk aşkımı andırıyor. -Neydi adı, Asuman mı?- Saçlarında altın bukleleri, haki yeşili gözleri, gül goncasına benzeyen dudakları var.

Peki ya ben? Bir türlü yüzleşemediğim çocukluğum, bilmem kaçıncı seansında yarım bıraktığım psikolog randevularım... Annemin eleştirici, reddedici kişiliği, babamın tam tersi pasifliği... Onların bitmek tükenmek bilmeyen kavgaları ve benim arada kalışlarım... Her evlilikten sonra biraz daha dibe vuran hayatım... Aylar süren işsizlik yüzünden tavan yapan kredi kartı ekstrelerim, ödenmemiş faturalarım... Ah ulan ah, gözü kör olsun şu paranın.

Hay aksi şeytan! Bir ekonomi dergisinde olduğumu unutmuşum. Çok şükür kimse farkına varmadı. Yeni ekonomi anlayışı bireysel rekabeti esas alıyor. Ağızlara laf vermenin âlemi yok. İşin içine para girince, herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışır. Bu melek yüzlü dilber bile. -Şimdi hatırladım, Mukaddes'ti adı. Asuman'ı çok daha sonra tanımıştım.-

O zaman ne işim var ki burada? Neden bir ekonomi dergisi? Kahretsin, bununla ilgili bir konuşma yapmak zorunda kalabilirim. Şöyle söylemeliyim: Çünkü ekonomi, hayatın ta kendisidir.

Acaba çok mu basit oldu? Neyse, ne! Bu dergide çalışmak en büyük hayalim değil sonuçta. Gazetede iş ilanıyla karşılaşmasam, aklıma bile gelmezdi. Yine de hiç kimse bütün bunları bilmemeli. Benim gibi, aylardır iş bulamayan biri için, ele geçen bütün fırsatlar çok önemli çünkü. Her ne olursa olsun, uğrunda emek harcamaya değer.

Bununla birlikte, gelenlerin hepsi böyle düşünüyor olabilir. Fazla başvuru yok. Bu durum, kabul edilme olasılığımı artırır mı, bilmiyorum. Ama ben kendime sonuna kadar güveniyorum. Cesedim bile bunların hepsine beş basar.

Baksana şu çam yarmasına, elini kolunu sallayarak girdi içeri. Ne kendine saygısı var, ne de dergiye... Yanına CV taşıdığı göstermelik bir evrak çantası bile almamış. Öyle ya, beyzadenin özgüveni tam... Taş atıp kolu mu yoruldu sanki! Yediği önünde, yemediği arkasındadır. Ne evlilik düşüncesi vardır kafasında, ne ev geçindirme kaygısı. Kendini ifade etmek için bile kılını kıpırdatmaz. Neden kıpırdatsın, hayat ona güzel. Üstelik ekonomiden anladığını sanmıyorum. Benim kadar zeki mi herkes? Algılarım radar gibi. Gördüğüm, duyduğum, okuduğum her şeyi çekiyorum. Sonra yeri geldiğinde çıkarıp kullanıyorum.

Sehpanın üzerindeki dergiler işime yarayabilir mesela. Dev şirketlerin yöneticileri ile yapılan röportaj, tanınmış iş adamlarının yeni yıl tespitleri, büyük şirketlerin verimlilik sırları, borsayla ilgili tüyolar, kişisel yatırım fırsatları...

Yahu işsizlik insanın kimyasını mı bozuyor? Ne derdim var benim ekonomi dergileriyle? Evimde olacaktım şimdi... Şöyle ayaklarımı uzatarak içecektim çayımı sere serpe.

Adama bak be! Bardağı tutamadı bir türlü. Elleri mi titriyor bunun? Sosyal fobi ya da panik atak problemi olmalı. Her iki durumda da kendini ifade edemez. Kılığı kıyafeti düzgün... Takım elbisesi, deri ayakkabısı, pırıl pırıl. Marka oldukları çok belli... Çömez görünüyor. Belli ki üniversiteyi yeni bitirmiş. Sağ elinin yüzük parmağındaki alyansa bakılırsa nişanlı üstelik... Ev tutması, dayayıp döşemesi gerekli... Bu durum doğal olarak, yaptığı iş görüşmesine hayati bir anlam yükler. Bana rakip olmak bir yana, kendini odadan zor atar zavallı.

Görüşmeler tahmin ettiğimden çok daha kısa sürüyor. Acaba sadece formalite olduğu için mi? Ya aranan kişi bulunmuşsa? Ondan önce dayısının kartviziti gelmişse iş yerine? Sakın beklenen kişi çam yarması olmasın? Adamın rahatlığının arka planında yatan şey bu olabilir bak! Yok, boşuna moralim bozulmasın. Çıkarken, "Biz sizi ararız." dediler. Sen bize yaramazsın demenin kibarcası.

Beni de geri çevirmezler umarım. Yeniden iş ilanları, hazırlıklar, bekleyişler, parasızlık, ödenmemiş faturalar... Artık bütün bunlarla mücadele edebilecek gücüm yok.

Takım elbiseli olan da çıktı nihayet. Heyecandan pancar gibi kızarmış. Hoş şimdi benim yüzümü görmek lazım, sıra bende. Başkalarıyla dalga geçerken, kendim çok daha kötü durumdayım. Patron bozuntusu boş boş bakıyor.

"Merhabalar efendim. Ben çok iyiyim, siz nasılsınız? Tabi ki, kısaca bahsedeyim kendimden. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Bir yıl önce eşimden ayrıldım. İki çocuk babasıyım.

İş dünyası yeni yıldan ne mi bekliyor? Şöyle açıklayayım: İş dünyası için zor bir yıl olacağı düşünülüyor. Bütçeler hazırlanırken iyimser ve kötümser senaryolar üretiliyor, risk analizleri yapılıyor, yeni yılın büyüme rakamları tahmin edilmeye çalışılıyor. Tahminler önceki yıllara göre çok daha temkinli. Küresel krizin bitmemesi, Türkiye ekonomisinde büyümede frene basılması gibi korkular var."


Bir de söyleyemediklerim var tabii. Son on yılda devlete ait bütün kurumlar hızla elden çıktı. Para babalarının cepleri ziyadesiyle şişti. Özelleşen kurumlar fakirin fukaranın ümüğüne çöktü. Küçük işletmeler yok olma tehlikesi içerisinde.

Fırsat eşitliği, sadece parası olana... Bizim gibilerin bu çarkın içinde esamesi okunmaz. Anlasana be adam, açım, aç... Elimden geleni yapacağım, söz. Bir şeylerle uğraşmak bana da iyi gelecek. Kendimi dinlemekten kurtulacağım. Annemin çenesi kapanacak bir süre. Ah o babam, zavallı babam. Bir erkek mütemadiyen nasıl böyle bir eziyetin içinde kalır? Nasıl tahammül eder her gün bu kadar aşağılanmaya?

Aslında kâbus doğumumuzla birlikte başlıyor. Düştüğümüz kucak belirliyor geleceğimizi. O kucaktaki huzursuzluğumuz tüm hayatımıza yayılıyor. Çocukluğumuzda aldığımız yaraları, ne yaparsak yapalım kapatamıyoruz. Sevgi görmemiş insan, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevmeyi öğrenemiyor.

Dağılıp gittim yine. Kim bilir nasıl uzaklaştım konudan. Çok geç olmadan toparlamalıyım. Sessizlik oldu sanki birden bire. Yoksa adam saçlarıma mı bakıyor? Yapmadım değil mi? Hayır, yapmamışımdır. Lütfen Tanrım, olmasın! En azından iş görüşmesi bitene dek... Ne biçim bir kâbus bu? Of başım!

"Neden mi elimi başıma götürdüm? Hayır, hayır, başım falan ağrımıyor. Biraz gerginim, takdir edersiniz. Böyle bir fırsatı yakalamış olmak çok önemli benim için. Aslında tam da aradığınız kişiyim ben. İş dünyasının yakın takipçisiyim.

Nerede kalmıştık, haa, verimlilik konusunda ne düşündüğümü sormuştunuz. Yeni dönemde şirketler, stok maliyetlerinden kurtulup pazar sayısı ve ürün çeşitliliğini artırma çabasına giriyorlar."


İkinci karımın alışveriş tutkusu sayesinde hiç de yabancı değilim bunlara. Rengârenk ürünlerle insanların gözünü nasıl boyadıklarını bilirim. İhtiyacınız olan şeyleri almak için gidersiniz. Ama onlar raflara sinsice bir plana göre dizilmiştir. Birden bire kendinizi daha önce aklınızdan bile geçirmediğiniz şeyleri alırken bulursunuz. İliklerine kadar sömürürler sizi. Koskoca piyasa, ortada paranın kokusu bile yokken kredi kartlarıyla dönmeye devam eder. Sonra hepsi güm! İşlevleri aynı, isimleri farklı, bin bir çeşit kart, birer birer kendilerine köle olmuş insanların elinde patlar. Gerisi malum, yıkılan yuvalar, kaybolan mutluluklar...

Diğerlerinden daha mı uzun kaldım içeride? Uzadıkça geriliyorum. Gerildikçe kaygılarım artıyor. Kaç kez elimi saçlarıma götürürken yakaladım kendimi! Neden kafamı kazıtıp gelmedim ki! Adam yüzde yüz fark etti. Bakışlarıyla adeta soyuyor beni. Kendimi aciz, savunmasız, çaresiz hissediyorum. Bu kadar küçülmüş olmam bile yetmiyor ona. Sorularının ardı arkası kesilmiyor. İyice köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.

Bense hepsini sekreter kız sorsun istiyorum. Adımı sorduğu gibi yumuşak, bir o kadar da kendinden emin sesiyle. Keşke bütün bunlar hiç yaşanmamış olsa. Sıfırdan bir hayat sunulsa, ikinci kez doğmuş gibi. Yeni aşklar, yeni fırsatlar...

"Efendim bölgesel ve küresel fırsatları önemli pazarlarda çalışan yöneticilere sormak gerektiğini düşünüyorum. Büyümenin yönü gelişmekte olan ekonomilere kaydı. Bugün hızlı büyüyen ülkelerin yerini gelecekte Afrika ülkeleri alacak. Yani önemli pazarlarda çalışan yöneticilerin Afrika ülkelerine yönelik öngörüleri çok daha önemli..."

Onlar bilecek tabii, ben mi bileceğim? Basit bir iş görüşmesini bile beceremeyip ağzıma yüzüne bulaştırdım. "Biz sizi arayacağız Selim Bey." dedi patron bozuntusu. Her şeyi gördü tabii. Sıkıştıkça saçlarımdan alıyorum hırsımı. Adına trikotilomani deniyor. Daha basit bir ifadeyle kıl koparma hastalığı.

Bir tarafı açıldı kafamın. Belli olmasın diye diğer tarafımdaki saçlarla kapatıyorum. Altında çok başka nedenler yatıyor demişti psikiyatristim. Tedaviyi sonuna dek sürdürmeye sabrım yetmedi. Her şeyden önce kaygılarımdan kurtulmalıyım. Onlar beynimi yiyen birer kemirgen. Ama kurtulmak bir yana her gün biraz daha büyüdüklerini hissediyorum. Çocukluğuma kadar inen anne kâbusu az geliyormuş gibi bir de parasızlıkla uğraşıyorum. Her gün biraz daha çürüyor, lime lime dökülüyorum.

Ülkenin ekonomik konjonktürü bizim de hayatımızın içine ediyor sevgili patron. Yani biz uzayda yaşamıyoruz. Ama siz aramayın yine de. Ne işim olur zaten sizin sıkıcı derginizle?

Haa, sekreter kız arasın, o ayrı. -Tanrım, nasıl bir gülümsemeydi?- Meraklısı değilim derginizin. Şu ya da bu şekilde yapacak bir iş bulurum nasılsa. Pazara çıkıp fanila külot satarım olmadı. Hiç yapmadığım şey değil. Perşembe pazarı benim gibi diplomalı işsizlerle dolu. Koskoca ODTÜ'yü boşuna bitirmişim.


içindekiler    üst    geri    ileri   





 10