Sekreter kız, tam bir afet! İçeri girdiğim andan itibaren göz teması
kurmaya çalışıyor. Fakat güzel, neme lazım... Sanki biraz ilk aşkımı
andırıyor. -Neydi adı, Asuman mı?- Saçlarında altın bukleleri, haki
yeşili gözleri, gül goncasına benzeyen dudakları var.
Peki ya ben? Bir türlü yüzleşemediğim çocukluğum, bilmem kaçıncı
seansında yarım bıraktığım psikolog randevularım... Annemin
eleştirici, reddedici kişiliği, babamın tam tersi pasifliği...
Onların bitmek tükenmek bilmeyen kavgaları ve benim arada
kalışlarım... Her evlilikten sonra biraz daha dibe vuran hayatım...
Aylar süren işsizlik yüzünden tavan yapan kredi kartı ekstrelerim,
ödenmemiş faturalarım... Ah ulan ah, gözü kör olsun şu paranın.
Hay aksi şeytan! Bir ekonomi dergisinde olduğumu unutmuşum. Çok şükür
kimse farkına varmadı. Yeni ekonomi anlayışı bireysel rekabeti esas
alıyor. Ağızlara laf vermenin âlemi yok. İşin içine para girince,
herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışır. Bu melek yüzlü dilber
bile. -Şimdi hatırladım, Mukaddes'ti adı. Asuman'ı çok daha sonra
tanımıştım.-
O zaman ne işim var ki burada? Neden bir ekonomi dergisi? Kahretsin,
bununla ilgili bir konuşma yapmak zorunda kalabilirim. Şöyle
söylemeliyim: Çünkü ekonomi, hayatın ta kendisidir.
Acaba çok mu basit oldu? Neyse, ne! Bu dergide çalışmak en büyük
hayalim değil sonuçta. Gazetede iş ilanıyla karşılaşmasam, aklıma
bile gelmezdi. Yine de hiç kimse bütün bunları bilmemeli. Benim gibi,
aylardır iş bulamayan biri için, ele geçen bütün fırsatlar çok önemli
çünkü. Her ne olursa olsun, uğrunda emek harcamaya değer.
Bununla birlikte, gelenlerin hepsi böyle düşünüyor olabilir. Fazla
başvuru yok. Bu durum, kabul edilme olasılığımı artırır mı,
bilmiyorum. Ama ben kendime sonuna kadar güveniyorum. Cesedim bile
bunların hepsine beş basar.
Baksana şu çam yarmasına, elini kolunu sallayarak girdi içeri. Ne
kendine saygısı var, ne de dergiye... Yanına CV taşıdığı göstermelik
bir evrak çantası bile almamış. Öyle ya, beyzadenin özgüveni tam...
Taş atıp kolu mu yoruldu sanki! Yediği önünde, yemediği arkasındadır.
Ne evlilik düşüncesi vardır kafasında, ne ev geçindirme kaygısı.
Kendini ifade etmek için bile kılını kıpırdatmaz. Neden kıpırdatsın,
hayat ona güzel. Üstelik ekonomiden anladığını sanmıyorum. Benim
kadar zeki mi herkes? Algılarım radar gibi. Gördüğüm, duyduğum,
okuduğum her şeyi çekiyorum. Sonra yeri geldiğinde çıkarıp
kullanıyorum.
Sehpanın üzerindeki dergiler işime yarayabilir mesela. Dev
şirketlerin yöneticileri ile yapılan röportaj, tanınmış iş
adamlarının yeni yıl tespitleri, büyük şirketlerin verimlilik
sırları, borsayla ilgili tüyolar, kişisel yatırım fırsatları...
Yahu işsizlik insanın kimyasını mı bozuyor? Ne derdim var benim
ekonomi dergileriyle? Evimde olacaktım şimdi... Şöyle ayaklarımı
uzatarak içecektim çayımı sere serpe.
Adama bak be! Bardağı tutamadı bir türlü. Elleri mi titriyor bunun?
Sosyal fobi ya da panik atak problemi olmalı. Her iki durumda da
kendini ifade edemez. Kılığı kıyafeti düzgün... Takım elbisesi, deri
ayakkabısı, pırıl pırıl. Marka oldukları çok belli... Çömez
görünüyor. Belli ki üniversiteyi yeni bitirmiş. Sağ elinin yüzük
parmağındaki alyansa bakılırsa nişanlı üstelik... Ev tutması, dayayıp
döşemesi gerekli... Bu durum doğal olarak, yaptığı iş görüşmesine
hayati bir anlam yükler. Bana rakip olmak bir yana, kendini odadan
zor atar zavallı.
Görüşmeler tahmin ettiğimden çok daha kısa sürüyor. Acaba sadece
formalite olduğu için mi? Ya aranan kişi bulunmuşsa? Ondan önce
dayısının kartviziti gelmişse iş yerine? Sakın beklenen kişi çam
yarması olmasın? Adamın rahatlığının arka planında yatan şey bu
olabilir bak! Yok, boşuna moralim bozulmasın. Çıkarken, "Biz sizi
ararız." dediler. Sen bize yaramazsın demenin kibarcası.
Beni de geri çevirmezler umarım. Yeniden iş ilanları, hazırlıklar,
bekleyişler, parasızlık, ödenmemiş faturalar... Artık bütün bunlarla
mücadele edebilecek gücüm yok.
Takım elbiseli olan da çıktı nihayet. Heyecandan pancar gibi
kızarmış. Hoş şimdi benim yüzümü görmek lazım, sıra bende.
Başkalarıyla dalga geçerken, kendim çok daha kötü durumdayım. Patron
bozuntusu boş boş bakıyor.
"Merhabalar efendim. Ben çok iyiyim, siz nasılsınız? Tabi ki,
kısaca bahsedeyim kendimden. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü mezunuyum. Bir yıl önce eşimden ayrıldım. İki çocuk babasıyım.
İş dünyası yeni yıldan ne mi bekliyor? Şöyle açıklayayım: İş dünyası
için zor bir yıl olacağı düşünülüyor. Bütçeler hazırlanırken iyimser
ve kötümser senaryolar üretiliyor, risk analizleri yapılıyor, yeni
yılın büyüme rakamları tahmin edilmeye çalışılıyor. Tahminler önceki
yıllara göre çok daha temkinli. Küresel krizin bitmemesi, Türkiye
ekonomisinde büyümede frene basılması gibi korkular var."
Bir de söyleyemediklerim var tabii. Son on yılda devlete ait bütün
kurumlar hızla elden çıktı. Para babalarının cepleri ziyadesiyle
şişti. Özelleşen kurumlar fakirin fukaranın ümüğüne çöktü. Küçük
işletmeler yok olma tehlikesi içerisinde.
Fırsat eşitliği, sadece parası olana... Bizim gibilerin bu çarkın
içinde esamesi okunmaz. Anlasana be adam, açım, aç... Elimden geleni
yapacağım, söz. Bir şeylerle uğraşmak bana da iyi gelecek. Kendimi
dinlemekten kurtulacağım. Annemin çenesi kapanacak bir süre. Ah o
babam, zavallı babam. Bir erkek mütemadiyen nasıl böyle bir eziyetin
içinde kalır? Nasıl tahammül eder her gün bu kadar aşağılanmaya?
Aslında kâbus doğumumuzla birlikte başlıyor. Düştüğümüz kucak
belirliyor geleceğimizi. O kucaktaki huzursuzluğumuz tüm hayatımıza
yayılıyor. Çocukluğumuzda aldığımız yaraları, ne yaparsak yapalım
kapatamıyoruz. Sevgi görmemiş insan, ne kadar uğraşırsa uğraşsın,
sevmeyi öğrenemiyor.
Dağılıp gittim yine. Kim bilir nasıl uzaklaştım konudan. Çok geç
olmadan toparlamalıyım. Sessizlik oldu sanki birden bire. Yoksa adam
saçlarıma mı bakıyor? Yapmadım değil mi? Hayır, yapmamışımdır. Lütfen
Tanrım, olmasın! En azından iş görüşmesi bitene dek... Ne biçim bir
kâbus bu? Of başım!
"Neden mi elimi başıma götürdüm? Hayır, hayır, başım falan
ağrımıyor. Biraz gerginim, takdir edersiniz. Böyle bir fırsatı
yakalamış olmak çok önemli benim için. Aslında tam da aradığınız
kişiyim ben. İş dünyasının yakın takipçisiyim.
Nerede kalmıştık, haa, verimlilik konusunda ne düşündüğümü
sormuştunuz. Yeni dönemde şirketler, stok maliyetlerinden kurtulup
pazar sayısı ve ürün çeşitliliğini artırma çabasına giriyorlar."
İkinci karımın alışveriş tutkusu sayesinde hiç de yabancı değilim
bunlara. Rengârenk ürünlerle insanların gözünü nasıl boyadıklarını
bilirim. İhtiyacınız olan şeyleri almak için gidersiniz. Ama onlar
raflara sinsice bir plana göre dizilmiştir. Birden bire kendinizi
daha önce aklınızdan bile geçirmediğiniz şeyleri alırken bulursunuz.
İliklerine kadar sömürürler sizi. Koskoca piyasa, ortada paranın
kokusu bile yokken kredi kartlarıyla dönmeye devam eder. Sonra hepsi
güm! İşlevleri aynı, isimleri farklı, bin bir çeşit kart, birer birer
kendilerine köle olmuş insanların elinde patlar. Gerisi malum,
yıkılan yuvalar, kaybolan mutluluklar...
Diğerlerinden daha mı uzun kaldım içeride? Uzadıkça geriliyorum.
Gerildikçe kaygılarım artıyor. Kaç kez elimi saçlarıma götürürken
yakaladım kendimi! Neden kafamı kazıtıp gelmedim ki! Adam yüzde yüz
fark etti. Bakışlarıyla adeta soyuyor beni. Kendimi aciz, savunmasız,
çaresiz hissediyorum. Bu kadar küçülmüş olmam bile yetmiyor ona.
Sorularının ardı arkası kesilmiyor. İyice köşeye sıkıştırmaya
çalışıyor.
Bense hepsini sekreter kız sorsun istiyorum. Adımı sorduğu gibi
yumuşak, bir o kadar da kendinden emin sesiyle. Keşke bütün bunlar
hiç yaşanmamış olsa. Sıfırdan bir hayat sunulsa, ikinci kez doğmuş
gibi. Yeni aşklar, yeni fırsatlar...
"Efendim bölgesel ve küresel fırsatları önemli pazarlarda çalışan
yöneticilere sormak gerektiğini düşünüyorum. Büyümenin yönü
gelişmekte olan ekonomilere kaydı. Bugün hızlı büyüyen ülkelerin
yerini gelecekte Afrika ülkeleri alacak. Yani önemli pazarlarda
çalışan yöneticilerin Afrika ülkelerine yönelik öngörüleri çok daha
önemli..."
Onlar bilecek tabii, ben mi bileceğim? Basit bir iş görüşmesini bile
beceremeyip ağzıma yüzüne bulaştırdım. "Biz sizi arayacağız Selim
Bey." dedi patron bozuntusu. Her şeyi gördü tabii. Sıkıştıkça
saçlarımdan alıyorum hırsımı. Adına trikotilomani deniyor. Daha basit
bir ifadeyle kıl koparma hastalığı.
Bir tarafı açıldı kafamın. Belli olmasın diye diğer tarafımdaki
saçlarla kapatıyorum. Altında çok başka nedenler yatıyor demişti
psikiyatristim. Tedaviyi sonuna dek sürdürmeye sabrım yetmedi. Her
şeyden önce kaygılarımdan kurtulmalıyım. Onlar beynimi yiyen birer
kemirgen. Ama kurtulmak bir yana her gün biraz daha büyüdüklerini
hissediyorum. Çocukluğuma kadar inen anne kâbusu az geliyormuş gibi
bir de parasızlıkla uğraşıyorum. Her gün biraz daha çürüyor, lime
lime dökülüyorum.
Ülkenin ekonomik konjonktürü bizim de hayatımızın içine ediyor
sevgili patron. Yani biz uzayda yaşamıyoruz. Ama siz aramayın yine
de. Ne işim olur zaten sizin sıkıcı derginizle?
Haa, sekreter kız arasın, o ayrı. -Tanrım, nasıl bir gülümsemeydi?-
Meraklısı değilim derginizin. Şu ya da bu şekilde yapacak bir
iş bulurum nasılsa. Pazara çıkıp fanila külot satarım olmadı. Hiç
yapmadığım şey değil. Perşembe pazarı benim gibi diplomalı işsizlerle
dolu. Koskoca ODTÜ'yü boşuna bitirmişim.