her an çünkü karanlıktaki ev çıkışları…
dünyalar güneşler tam ortamızda döndü döndü
bir tek sahanlıkta tohum çimlendirebildiğimiz doğru
ben senin ayazından öpüyorum öpüyorum
bakma sen buz kurbağasına! bahar gelesiye kadar buzun altında dondurur
kendini
soğumayacak...
yalnızca namlular soğumayacak çarpışmaların aydınlattığı gecede!
ve... kurşun asker bile savaşmak istemiyor
bu herksin bildiğidir sinema diline çevrilidir
saf kurgu
sen çırpsan korlaşmış bulutları kadrajdan içeri
ben bütün lensleri dumana batırıp çıkarsam, yuvarlandığımız
uçurumu fokuslayarak...
göndermesi olmayan gelincik yanıkları
termal kamerada çırpınan bir güvercin daha...
yani yaşandığı gibi her acıdan biri
cübbeliler ve asillerden yönetmene göz kırpışlar
kan gözyaşı ve terden başka... sunacakları bir sevincin kalmadığı...
faşizmi estetiğine erdirmek şimdi: err kişi niyetine!...
kestik!
herkesin bildiği sinema dilinizi bal arıları soksun
o az kişinin denizindeki dalga köpürmezse
siz... hepiniz... hepiniz!
ölürsünüz!
praksis kurgu
şehrin ışıklarını kapatsam ölmesem artık ölmesen!
memelerim sabaha dek iştahla emilmiş
senin kalbini delense, madeni bir verimlilik
gövden ve gövdem iflah olmaz bir kötürüm çünkü…
ve nihayet gerçeğin derinine düşmüş çekim ışığı
hızlı hızlı ev çıkışına doğru
kestik!
arka planda siyah beyaz beton yayılmacılığı, dikey hayat siluetleri;
keskin -
- nişancıları
ve sırtımızda silinmez bir duvar yazısı: “biz vatandaş değil
p r o l e t e r i z ”
1- 2- 3 kayıt
korunaklı karakollarca karmaşık yollar
utancı ekstra gizlemek gerekmez
yol tutuşun amerikan antilobu gibi hızlı
otomatik dişliyi kavrayışım
bir kaya kartalından daha ani
üretim bandı coşuyor,
biz arka plandan şişiyoruz, bir nova yıldızı gibi patlamaya hazır!
pimin çekildiği monologlar donuyor
sevgilim dur! infilak için bağbozumunu beklemeli!
çelişkili monolog
kim bu şafak çağırırken ağırlaşan ellerim
kim bu duvarlar arasında beni tavlayan ritim
molada kan veren bir gıdımcık sonra yine akıtan damarlarımı
biz ki kucaklaşamadığımız yeryüzünde...
emek ediyorum ben size, bir solucan deliği açarak
sürmesi midir bin ışık yılı daha?..
bu belki de tahliye olmak ölümün son noktasında
ama sen yoksun
senin pencerendeki yağmur yoksun
ya o ateş neydi gizlerinde sönen
vah ki don meyvesi midene oturmuş
bağışlayamıyorum
ölme seğirtmeleri geçiren yaşlı bir çağ gibi
dinlenmez ve yaratımsız dilini
1- 2- 3 kayıt
şehrin ışıklarını kapatsam ölmesem artık ölmesen
yollardı, çokluk, aradığım bağlardı
önüme çıksa birden koca mavi dünya
toprakta çoğalsam yıldızların altı
kararlı bir ağacın yaptığı gibi... büyük bir nefesi içimde tuttuğumda
milim milim ittiğimde rüzgara
birbirine keskin değmeyen eller sızladıkça değer gibidirler
sevgilim senin içinde önemsiz olan kamaşma
arzuladığın dağı andırmak ya da arzuladığın ışığı ormanda bulmaksa...
şimşekten saklanan ıssız bir kıvılcım
fark etmezdim, orman seyreldiydi nefes yitti yittiydi
yapay ışıkta gülen yüz gibi poz verişimiz
topluca ulaşma ritüeli ekmeğe
işliklere döşenen onca mayının bilinmezliğiydi...
kestik!
infilak anında, onlar, insan benzerleriydiler. toplanıp toplanıp
festivale gittiydiler...
o az kişinin denizindeki dalga köpürmezse
siz... hepiniz...hepiniz!
ölürsünüz!
1- 2- 3 praksis kayıt
sis miydi duman mıydı biri işçi ayrıldı madeni kalpleri aleve itti
ardından kurşun askerleri itti ve
onlardan kol kola insanlar büktü onlar da göğe kadar biz kan ve etiz dedi
buğu muydu sel miydi bir işçi ayrıldı kalıpları yangında ilk kez
değiştirdi makine ağızlarından boşalan ter, biz renk ve ışığız dedi
bir işçi toprağı yoğurdu yoğurmak istediği için
bir orman doğdu doğmak istediği için
son yerine
sen! kör olası seyirci! ‘anlatılan senin hikâyendir’ fakat asla
tamamlanmış değildir...