ÖYKÜ

Sedat Alkaç  







Gitmek


“Belki de sadece bir ağaçtı.”

Her şey böyle başladı.

Bir anda yataktan kalktım, bavulumu alelacele topladım ve saatte yüz yetmiş kilometre hızla koşturan bir Renault'nun arka koltuğuna bıraktım kendimi. Akşamdan kalmaydım biraz - bir hayli aslında. Mutsuzdum, umutsuzdum ve onca kargaşa içinde kesin, şiddetli, vurucu bir eylem gerektiğini... (Cümleyi tamamlarsam hırsızlık yapmış olurum.)Yapmak istediğim tek şey yine -yeniden- alkolün şefkatine sığınmaktı. Daha iyi bir fikrim yoktu.

Yer yer kardeşçe çoğalan yer yer tek başına takılan ağaçlar, dereler üzerinde arka sıra serserileri gibi çıkıntılık yapan zavallı tepeler, ufukta gururla yükselen kadim dağlar bana heyecan vermiyor; uzaklarda uçan kuşlar ve tarlalarını traktörleri üzerinde nakşeden çiftçiler anlam veremediğim bir hızla yanımdan geçerken kulağıma hiçbir teselli cümlesi fısıldamıyordu. Camlara yapışıp kalan sinekler de öyle.

Bomboş arazilerde çürük dişler gibi sırıtan eski püskü evler, şehir ya da ilçe girişlerinde toplu konut projelerinden yükselen takım elbiseli ucubeler de umut vermediler bana.

İki yönlü yollar, bölünmüş yollar, bizimle birlikte ya da bize rağmen koşturan araçlar, benzin istasyonları, kirli tuvaletler, işaret levhaları, iki boyutlu karton polisler, jandarmalar da umut vermediler. Yol kenarlarında ıvır zıvır satan köylüler, rüzgar gülleri, insanı türünden tiksindiren taş ve mermer ocakları ve tabii kilometre kontrol levhaları da öyle. (Kaç adımda biter bu oda?)

Ama uzakta -çok uzakta- bir heykel gibi duran, kendi dışında dönen tüm bu saçmalığa -dünya dahil- kayıtsızca bakan o adamı ya da kadını gördüğümde -belki de çocuktu- (bu kadar araya girmeyi istemezdim ama belki de sadece bir ağaçtı) belki bir umut vardır diye düşündüm.

Yol beni tutmaz ama midem bulanıyordu. Kendime cevabını bildiğim sorular sordum, hatırlamak, kabullenmek -çok zor olsa da- kendimi biraz olsun sevebilmek için. (Öyle yalnızdım ki kendime karşı hissettiğim acımaya bile razıydım.)

Alkolün damarlarımı terk ettiğini, hatırladığım tepkiler almaya başladığımı fark ettim bir anda. Beni rahatlatan, güvende hissettiren ve korkutan tepkiler. Sadece kendi salyalarımı değil, başkalarının salyalarını da -iğrenç, yapış yapış ve kaçınılmaz- hissediyordum şimdi üzerimde. (Hiçbir sarhoşluk sonsuza dek sürmez.)

Gidiyordum.

Alkolden arınmış bedenim sayesinde ben de artık egosu tavan yapmış bütün o aşağılıklar gibiydim şimdi:Az önce sözünü ettiğim şeylere değil de daha çok "yolda" olmanın kibrine, hüznüne, melankolisine ve burada sayamayacağım daha birçok saçmalığa kapılan beş para etmez bir zavallıydım. (Sonra bir şey olmadı.)

Mola hakkımızı insanların içki tüketmeyi sevmediği bir şehirde "Migros" arayarak geçirdik ve aradığımız şeyleri bulmanın sevinciyle saatte yüz yetmiş kilometre hızla yoluna devam eden aracımıza geri döndük.

Gidiyorduk. Yol uzun, hayat kısaydı. (Votkamız vardı ama.)

Sonra bir şey oldu, rüzgarla yarışan o fransız otomobili beni bir sokağın girişinde bıraktı bir anda. Şaşkın şaşkın etrafa bakınırken birkaç sokak köpeği heyecanla üzerime atıldı, kuyruklarını sallayarak etrafımda koşturuyor, sevinçle yüzümü yalıyorlardı. Onlardan kurtulup yürümeye devam ettim.

Sokak boyunca sıralanmış binalardan birinin önünde durdum ve herhangi bir zile uzun uzun bastım. Giriş iznini belirten mekanik bir ses duydum ve binanın içine girdim. Hemen girişte, soldaki dairenin kapısını açan bir kız çocuğu beni görür görmez boynuma sarıldı. Arkasından gelen “Hoş geldin” sesi kız çocuğunun kokusuna karıştı.

Her şey böyle başladı.

 

dizin    üst    geri    ileri    

 




 44 

 süje