Bir anda yataktan kalktım, bavulumu alelacele topladım ve saatte yüz
yetmiş kilometre hızla koşturan bir Renault'nun arka koltuğuna bıraktım
kendimi. Akşamdan kalmaydım biraz - bir hayli aslında. Mutsuzdum,
umutsuzdum ve onca kargaşa içinde kesin, şiddetli, vurucu bir eylem
gerektiğini... (Cümleyi tamamlarsam hırsızlık yapmış olurum.)Yapmak
istediğim tek şey yine -yeniden- alkolün şefkatine sığınmaktı. Daha iyi
bir fikrim yoktu.
Yer yer kardeşçe çoğalan yer yer tek başına takılan ağaçlar, dereler
üzerinde arka sıra serserileri gibi çıkıntılık yapan zavallı tepeler,
ufukta gururla yükselen kadim dağlar bana heyecan vermiyor; uzaklarda
uçan kuşlar ve tarlalarını traktörleri üzerinde nakşeden çiftçiler anlam
veremediğim bir hızla yanımdan geçerken kulağıma hiçbir teselli cümlesi
fısıldamıyordu. Camlara yapışıp kalan sinekler de öyle.
Bomboş arazilerde çürük dişler gibi sırıtan eski püskü evler, şehir ya da
ilçe girişlerinde toplu konut projelerinden yükselen takım elbiseli
ucubeler de umut vermediler bana.
İki yönlü yollar, bölünmüş yollar, bizimle birlikte ya da bize rağmen
koşturan araçlar, benzin istasyonları, kirli tuvaletler, işaret
levhaları, iki boyutlu karton polisler, jandarmalar da umut vermediler.
Yol kenarlarında ıvır zıvır satan köylüler, rüzgar gülleri, insanı
türünden tiksindiren taş ve mermer ocakları ve tabii kilometre kontrol
levhaları da öyle. (Kaç adımda biter bu oda?)
Ama uzakta -çok uzakta- bir heykel gibi duran, kendi dışında dönen tüm bu
saçmalığa -dünya dahil- kayıtsızca bakan o adamı ya da kadını gördüğümde
-belki de çocuktu- (bu kadar araya girmeyi istemezdim ama belki de sadece
bir ağaçtı) belki bir umut vardır diye düşündüm.
Yol beni tutmaz ama midem bulanıyordu. Kendime cevabını bildiğim sorular
sordum, hatırlamak, kabullenmek -çok zor olsa da- kendimi biraz olsun
sevebilmek için. (Öyle yalnızdım ki kendime karşı hissettiğim acımaya
bile razıydım.)
Alkolün damarlarımı terk ettiğini, hatırladığım tepkiler almaya
başladığımı fark ettim bir anda. Beni rahatlatan, güvende hissettiren ve
korkutan tepkiler. Sadece kendi salyalarımı değil, başkalarının
salyalarını da -iğrenç, yapış yapış ve kaçınılmaz- hissediyordum şimdi
üzerimde. (Hiçbir sarhoşluk sonsuza dek sürmez.)
Gidiyordum.
Alkolden arınmış bedenim sayesinde ben de artık egosu tavan yapmış bütün
o aşağılıklar gibiydim şimdi:Az önce sözünü ettiğim şeylere değil de daha
çok "yolda" olmanın kibrine, hüznüne, melankolisine ve burada
sayamayacağım daha birçok saçmalığa kapılan beş para etmez bir
zavallıydım. (Sonra bir şey olmadı.)
Mola hakkımızı insanların içki tüketmeyi sevmediği bir şehirde "Migros"
arayarak geçirdik ve aradığımız şeyleri bulmanın sevinciyle saatte yüz
yetmiş kilometre hızla yoluna devam eden aracımıza geri döndük.
Gidiyorduk. Yol uzun, hayat kısaydı. (Votkamız vardı ama.)
Sonra bir şey oldu, rüzgarla yarışan o fransız otomobili beni bir sokağın
girişinde bıraktı bir anda. Şaşkın şaşkın etrafa bakınırken birkaç sokak
köpeği heyecanla üzerime atıldı, kuyruklarını sallayarak etrafımda
koşturuyor, sevinçle yüzümü yalıyorlardı. Onlardan kurtulup yürümeye
devam ettim.
Sokak boyunca sıralanmış binalardan birinin önünde durdum ve herhangi bir
zile uzun uzun bastım. Giriş iznini belirten mekanik bir ses duydum ve
binanın içine girdim. Hemen girişte, soldaki dairenin kapısını açan bir
kız çocuğu beni görür görmez boynuma sarıldı. Arkasından gelen “Hoş
geldin” sesi kız çocuğunun kokusuna karıştı.