SU SUDA : ‘’EVRENDEKİ YERİM HİÇ RAHAT DEĞİL, SONSUZ BİR ARAYIŞ
İÇİNDEYİM VE UMARIM BULAMAM‘’
‘’İnsanlarda hala sanatın zanaatle bir olduğu zamanlardan kalma sanata
apaçık bir fayda uydurma arzusu var. İnsanlık olarak zaman zaman,
lükslerimizin ve hazzın önemini unutuyoruz. Halbuki insan hayatını, insan
hayatı yapan şeyler bunlar. Aranılan aydınlık geleceğin en önemli
anahtarlarından biri lüksün önemini anlamak, hazzın önemini anlamak. Bu
bilince ulaşmış bir insanlık köleleştirilemez, bu bilince ulaşmış bir
insanlık sadece yemek yemek için çalışamaz.‘’
Bugünlerde instagramda 'su.da.ki' sayfasına girenler, dijital bir
vitray atölyesiyle karşılaşacaklar. Bu atölyedeki eserleri gördüğünüzde
Su Suda’nın bu sözlerini ve sanat anlayışını daha iyi
anlayacaklar.
Su Suda genç bir ressamımız. Bugünlerde farklı bir proje üzerinde
çalışıyor. Özellikle şişeler ağırlıkta olmak üzere, atıklardan sanat
eserleri üretiyor. İlk anda vitray görüntüsü veren bu çalışmalar, aslında
vitrayın da çok ötesinde. Cam üzerine
desenler işlemekle sınırlı değil
yaptığı. Camı bir tuval olarak kullanarak, cam ve atıklar üzerine resim
yapıyor. Zaten kendisi de yaptığı işi ‘’geri dönüştürülmüş cam, şişe ve
materyallerden oluşan, resim ve heykelin klasik malzeme ve yüzeylerinin
dışına çıkmayı hedefleyen bir sanat projesidir’’ diye açıklıyor.
Atıklar üzerinde çalışıyor ama bu bir ‘atıkları geri dönüştürme’ projesi
değil, onlara düşlerini, düşüncelerini, estetiği ve aldığı hazzı
işleyerek, yepyeni bir maddeye, bir sanat eserine varıyor. İşte burada
ince bir alay, bir ironiyle karşılaşıyoruz. Bir şişe örneğin, yine bir
şişe olarak görünüyor ama yararı ön planda tutulmuyor. Onun tek yararı,
onun artık insanda estetik beğeni hazzını uyandıran bir sanat eseri
oluşundadır. Bir şişenin yine şişe görüntüsü korunarak farklı bir objeye
dönüştürülmesi ise ondaki protest alaycılığı gösteriyor. ‘’Şişelerin kendi
fonksiyonlarının korunması ise hala günümüzde sanatın zanaat ile
karıştırılması ve apaçık bir fayda ve anlam beklentisini alaya alma
gayesini taşır. Sanatın kendinden başka bir anlam veya faydaya ihtiyaç
duymadığını savunur. ‘’
Su Suda’nın yaşamı da, sanat anlayışı da bir protest tavır
aslında. Yaşamı da, sanat anlayışı da bir karşı çıkış temelinde
yükseliyor. Ancak bu karşı çıkış, Dadacılardan çok farklı örneğin. O
estetik yapıyı temel alıyor. Bir de bu karşı çıkışta, teknik ve düşünce
boyutunda tüm argümanlardan yararlanıyor. Toplumun hatta kendinin çirkin
gördüğü tüm argümanları tuvaline sokuyor ve bunlardan estetiği, güzeli
arayan bir senteze ulaşmaya çalışıyor.
Su’nun bu sanat anlayışı ve özgünlüğü çocukluğundan başlıyor
aslında. Çoğumuza empoze edilen bir görüş vardır. Çeşitli yetenekler
doğuştan vardır, denir. Su Suda’ya göre bu da tam bir doğru değil.
Çünkü bu yeteneği doğuran doğuştan gelen bir kutsal yeti değil, özgür bir
ortamda yaptığı işten haz duymasının bir sonucu. ‘’Resme yetenekli bir
çocuk değildim aslında’’ diyor. Fakat şöyle bir durum var. Çocukluğu
bir yandan evinin duvarlarını kullanan bir ‘grafitti sanatçısı’ olarak
geçerken, öte yandan babasına ait piyanonun başında müzikle yakından
ilgilenerek geçer. Ancak ev ahalisinin çalışıyor olması, duvarlara
yapılan çizimler kadar kalıcı olmadığından müzikte ‘keşfedilemez’
Açıkçası bunu pek de bir kayıp olarak görmez. Ama duvarlara yaptığı
‘freskler’ kalıcıdır. Bu konuda ailesinin, özellikle de annesinin son
derece hoşgörülü davranması, evde en ufak bir aile baskısı görmemesi ve
bu nedenle bundan haz ve zevk duyar olması onu bu alanda yetenekli bir
kişiye dönüştürür ve lise yıllarında grafik eğitimi alır. Yüksek öğrenim
için İstanbul’a geldiğinde önceleri illüstrasyon, resim, heykel,
karikatür...gibi alanlarda bocalasa da tüm plastik sanatların anası olan
resimde karar kılır ve Güzel Sanatların resim bölümüne girer.
Su’nun resimlerinde ve sanat anlayışında bir karşı çıkış var
dedim. Ama bu karşı çıkış, sanata bakış açısına ve ondan hala bir tür
zanaat objesi gibi bir fayda beklenmesinedir. Ve bu faydayı yaratmak için
işin sadece teknik kısmıyla yetinilmesinedir. Oysa Su Suda’da
sanatın ayırıcı kıstası, onu sanat yapan düşünce boyutudur, ona
kattığınız fikirdir. Fikri, icraatın önüne koyar. Bu nedenle kendini tek
bir disipline bağımlı görmez hiçbir zaman. Disiplinlerarası, her tür
enstrümana önem veren bir eğitimin kapısını zorlar. Yoksa yararlanma
anlamında hiçbir sanat yaklaşımını dışlamaz, sadece kendini onlarla
sınırlamaz. Onların da olduğu bir genel tuval içinde kendi fikrini de
işin içine katarak kendi sanatına varır. Hatta onun tuvalinde, beğense de
beğenmese de, yaşamın tüm renkleri vardır, çirkin bulunanlar ve
buldukları dahil..
‘’..Bazen de bir çocuk gibi, bunu kurcalarsam ne olur hissi oluyor
içimde. Neden kitsch’i alıp oynamayayım, neden sıradanlığı da oyun
alanıma dahil etmeyeyim, neden çirkinlik karşısında kendimizden
geçmeyelim? Cevapların sonlandırmak isteyen yapısından huzursuz olan biri
olarak, en azından bazı soruların cevaplardan daha önemli olduğu
kanısındayım.‘’
Su’nun bu sanat anlayışı, gerek resimlerinde gerekse benim cama
resim olarak gördüğüm vitray çalışmalarında üçlü bir sacayağı olarak
karşımıza çıkıyor. Öncelikle tuvali geniş tutuyor. Resimlerinde de,
vitraylarında da bu böyle. Her tür tekniği, herhangi biriyle kendini
sınırlamaksızın özgürce kullanıyor. Vitraylarda da tuval geniş. Hatta
onun cam ve benzeri malzemelere yaptığı çalışmalarda bence bulunulan
ortam da tuvale dahil. Bu nedenle onun bu çalışmalarının sergilenmesi
durumunda çok iyi bir küratöre gerek duyulacağı kanısındayım. Daha da
ötesi bizzat bu organizasyonun içinde olmalı. Çünkü bu eserlerinde
kullandığı ortam, onları koyduğu herhangi bir köşe, oranın ışıklandırma
düzeni hatta bir cam şişe çalışmasının örneğin yanına ya da arkasına
koyduğu herhangi bir obje de tuvale dahil. Bunlardan bağımsız
sergilenmesi yapıtın estetiğini bozar.
İkinci özelliği, renkleri özgürce kullanıyor. Yaşamın tüm renkleri;
kitsch, sıradanlık hatta çirkinlik işte bu noktada devreye giriyor.
Belirli bir renge ya da tona bağlılığı yok. Hatta vitray çalışmalarında
ışıkla bu renkleri daha da iyi verebiliyor. Kullandığı su geçirmeyen leed
ışıklandırma renklerin farklı tonlarının da ortaya çıkmasına neden
oluyor.
Kendi fikri yapısının ortaya çıkması ise ayrıntıdaki sabırlı işçiliğinde
ortaya çıkıyor. Ayrıntı zenginliği resimlerinde de var, vitraylarında da.
Camla resmi buluşturduğu vitray çalışmalarında minyatür sanatını
özellikle ve çok iyi kullanıyor.
Vitraydaki bu özgünlüğü ve ustalığı sayesinde, bir cam şişede örneğin,
onların görünürdeki özelliğini bozmadan onlardan abstre, avangard yeni
bir sanat objesine varıyor.
‘’Derdimiz sadece hayatta kalmak ve düzgün koşullarda hayatta kalmak
olsaydı, sanat kavramının hayat bulma şansı asla olmazdı. Hayatta kalmak
için avlandığımız hayat şartları kesinlikle şu anki koşullarımızdan çok
daha kolay olurdu. Bu şekilde baktığım zaman ‘sanat haz duyma
ihtiyacımızdan başka bir ihtiyacı karşılamak zorunda değildir’
diyorum.‘’
Hani Picasso’nun artık herkesçe bilinen bir sözü vardır: ‘’Sanat
yıkmalardan oluşan bir toplamdır.‘’
İşte Su’nun yaptığı da bu. Toplumca dışarı itilen, ‘fayda
sağlamadığı için’ sıradanlaştırılan, ciddiye alınmayan yıkıntılar
arasından bir toplama ulaşmaya çalışıyor.
Ve aynı Picasso, sürrealizmi tanımlarken de şunları söyler: ‘’Sürrealizm
bir rüyalar iklimidir.‘’
Su Suda teknik anlamında sürrealist değil belki ama kafasındakileri
gerçekleştirme boyutunda yukardaki sözle örtüşüyor. Bu yıkıntılardan
toplama varmaya çalışırken, kendi sanat anlayışını oluşturan
bilincindeki, kimliğindeki iklimden, rüyalar âleminden yararlanıyor. Onun
düşleminde tüm arayışları sonlandıran cevaplar değil, sonsuzla buluşturan
sorular var :
‘’Sorular, insanı araştırmaya, aramaya iten, geliştiren şeylerken,
cevaplar arayışı sonlandırma gayesi taşır. O yüzden cevapsızlığın
getirdiği hamlık, sürekli soru sorma durumu hayatımın ve her şeyin içine
işlemiş durumda. Evrendeki yerim hiç rahat değil, sonsuz bir arayış
içerisindeyim ve umarım bulamam. ‘’