"Ey üsttekiler, üsttekiler, /  biz bu kamışlardan çoğuz, /  kır kır bitmez."



TEBLİĞ

Ömrümde görmedim böyle bir gün.
Yarım dilim ekmek önümde,
düşünüyorum alevden ülkeleri.
Boğazında kalsın yedikleri
ve zehir zıkkım olsun,
bu anda düşünmeyen varsa eğer!
Sen benim,
memleketimin şarkılarında bile varsın,
sen o korkunç,
sen o uykusuz geceler altında bir kerre olsun
umudunu kaybetmeyen şehir!
Ben de bilirim, umuttur bu,
bağlanamaz kıskıvrak dört bir yanından.
Bir umuttur ki;
daha haşin,
daha merhametsiz,
tank ordusundan düşmanın!
Bir umuttur ki;
sokaklarında sırtüstü yatan
henüz bulûğa ermemiş yaralı çocukların
mavi gözlerinde okunur,
ve sonuncu kalede,
mazgallardan bakanların yumruklarında!
O insanlar bitmedi mantar gibi yerden.
Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar,
tıpkı dalda bir çiçek açar gibi.
Ve şimdi, kimi kurtuldu ölümden,
kimi yapıştı toprağa yüzükoyun,
step kokan elleriyle.
Kimi de verdi kendini dalgalara,
bir kuş kadar rahat,
erkekçesine ve hazin.
Püfür püfür esen
en yumuşak rüzgârlarına bile
düşman oldum Karadeniz’in!
Ve sen, güzel şehir,
sen artık hiçbir şarkıya sığmazsın.
Seni yarın, ilk defa bir şafak vakti
mükellef bir sofraya oturan
bütün dünya insanlarının
bulutsuz ve taze yürekleri,
bir türkü gibi değil
bir sevgi gibi değil,
fakat bir ağlamak ihtiyacı gibi duyacaktır,
giderilmez bir ağlamak ihtiyacı gibi!

1943, İstanbul


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




BİR İNSAN

Seni bir gün
çekip aldılar topraktan,
benzedin köksüz bir ağaca.
Önce öğrettiler sana uygun adımı,
sonra büyük şehirlerini gösterdiler Avrupa’nın,
en muazzam saraylar karşısında bile sen
evini unutamadın.
Varşova’da kaputun kaldı,
Dunkerk’te arka çantan.
Düştü bütün fotoğrafların Sivastopol’da.
Bir şafak vakti Paris’te bıraktın zavallı yüreğini,
kurşuna dizilenler karşısında.
Lânet okusunlar sana bırak,
iyi bir asker olamadın diye,
ölmesini bildin ya sen arkadaş kurşunuyla,
iki çürük patatesi
ekmek torbanda unutarak!


1943, İstanbul


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




ÇİLE

Bizim hiçbir hürriyetimiz yok,
hiçbir hürriyetimiz,
ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek.
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
ben burda en büyük çileyi doldurayım,
ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.

1945, Kırşehir


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




YOL

Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşebaşları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.
Bütün bunlara karşı,
dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.

1946, Kırşehir


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




ÇİÇEKLERİ UMUDUMUZUN

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yüzlerce olun, binlerce olun, on binlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.
Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.
Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne kedere kapılın ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.
Mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.
Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.
Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.

1958, İstanbul

 

 ͠    ͠    ͠    ͠




DÖRT PENCERE

                         Turan Emeksiz’i anarak

Kuş ol, kardeş, beni şakı.
Göğsümde dört kurşun yarası,
göğsümde dört pencere.
Bir pencere hürriyet yaylasına.
Göğsümde dört pencere,
bir pencere kardeşlik ormanına.
Göğsümde dört pencere,
bir pencere tokluk denizine.
Göğsümde dört pencere,
bir pencere dünya bahçesine.
Kuş ol, kardeş, beni şakı.
Bir tanesi bile kalmasın kapalı.
Düşmesin bir damla kan toprağa.
Kuş ol, kardeş, beni şakı.
Silerlerse burdan bir gün bu kanı,
kuş ol, kardeş, beni şakı,
kalk ayağa.

1960, İstanbul


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




KANLI ŞİİRLER


1

Dağlardan devedikeni getirdim bir avuç,
bir avuç kanlı devedikeni dağlardan.
Kanlı toprak getirdim dağlardan bir avuç,
bir avuç kanlı toprak dağlardan.
Sustum, hıncımı bastım kanıma
açarken zindanların avlusunda kanlı güller.
Kan içinde sarıldım dört yanımdan.


2

Dört yanımda kan içinde birleştiler.
Kan içinde gözleri ölümün.
Bakamaz o gözler aydınlığa,
aydınlıklar kanlı değil.
Ölülerim diri diri, kan yeleli.
Ölülerim doludizgin şafaklarda.


3
Batıramam lokmamı ben bu aşa,
kanla beslenirken tarlalarda tohum,
ağaçlar kanlı kanlı düşünürken,
şıp şıp damlarken kan yapraklardan,
kanlı alın teri kururken ışığında suyumun.
Batıramam lokmamı ben bu aşa.


4

Gözlerin akı gencecik.
Açılırlar kansız dünyalara.
Sarmış kollar aydınlıkları,
varmış kollar mutluluklara.
Döken kimler karanlığa bu kanı?
O gözler kalkacaklar ellerden.
O gözler konacaklar ellere.
Eller kapı kapı vuracak:
Bunları bir bir tanı.
Ölüler yalınayak, başaçık.
Gözlerin akı gencecik.
Açılırlar kansız dünyalara.
Eller ellere verir,
gözler gözleri görür,
kapılar kapıları tanır.
Kan köpük denizler gecelere,
geceler sabahlara uzanır.


5

Vurur ay ışığı kamış tarlasına,
yüzer kan içinde kamış tarlası.
Benim gibi gençti beni öldüren,
çiçeği burnunda bir Amerikalı.
Vurur ay ışığı kamış tarlasına.
Nasıl sileceksiniz siz bu kanı,
ey üsttekiler, duyuyor musunuz,
nerden bulacaksınız onca gücü?
Ey üsttekiler, üsttekiler,
biz bu kamışlardan çoğuz,
kır kır bitmez.
Yüzer kan içinde kamış tarlası.
Nasıl sileceksiniz siz bu kanı,
ey üsttekiler, üsttekiler,
insan toprağına öyle sarılmış ki,
öldür gitmez.
Vurur ay ışığı kamış tarlasına.
Nasıl sileceksiniz siz bu kanı,
ey üsttekiler, üsttekiler,
nerden bulacaksınız onca suyu?
Ey üsttekiler,
ellerinizdeki kanı silmenize,
duyuyor musunuz,
denizleriniz yetmez.

1971


 

 ͠    ͠    ͠    ͠




ANGOLALI

Çocuklar ayaktadır.
Çocuklar
savaşa hazır.
Ayaklarındaki postallar
Angola çocuklarının,
kendilerinden ağır.
Çocuklar gidecek
tırnaklarıyla güneşi
söküp çıkarmaya.
Çünkü güneş
yeryüzünde değil,
güneş yerin altındadır.

1978


 

 ͠    ͠    ͠    ͠





BİZİM ENVER GÖKÇE NE BIRAKTI GERİDE

Bizim Enver Gökçe ne bıraktı geride?
Ne yaslı bir ev, ne ağlayan çoluk çocuk,
ne bir ana kara çatkılı, ne bir baba, ne bir kardeş,
ne bir yatak, ne bir kilim, ne bir ayna, ne bir hasır,
ne bir testi, ne bir cezve, ne bir kaşık,
ne de beş on kuruş.
Bizim Enver Gökçe, gecelerimizin tavanına
çakıp bıraktı gitti
bir gündüz.

1981


 

 ͠    ͠    ͠    ͠



ŞAŞIRAN ADAM

(Dünyaya ikinci gelişinde)

Ne biçim dünya bu?
Kalmamış kendini satan tek bir kadın.
Sıska çocuklar çalıştırılmıyor izbelerde.
Bir tek işsiz yok.
Ya hapisaneler? Hapisaneler nerde?
Kimse kimseye bakmıyor kuşkuyla.
Korkmuyor kimse kimseden.
Kimse kimseyi izlemiyor.
Geçinmiyor kimse kimsenin sırtından.
Korkulu düşler görmüyor hiç kimse.
Kimse kimseye düşman değil.
Kazmıyor kimse kimsenin kuyusunu.
İçmiyor kanını kimse kimsenin.
Gülümsüyor herkes herkese
bir demet çiçek sunar gibi.
İnsanlar nasıl yaşıyorlar böyle?

1984


 


 

A. Kadir

Asıl adı İbrahim Abdülkadir Meriçboyu olan şair-çevirmen A. Kadir, 1940 kuşağı toplumcu şairleri arasında anılmaktadır.

İlk şiirleri 1930’da “Ali Karasu” imzasıyla yayınlandı. Başlangıçta Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı. Ankara Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le birlikte kalması, onun şiir ve dünya görüşünde önemli değişiklere yol açtı. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayınlanan şiirlerinde Nâzım Hikmet etkisi açıkça bellidir. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı “Tebliğ”de bir yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanını gerçekçi bir bakışla yansıttı. Bireysel dramı toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. Çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimleri. 1940’lı yılların toplumsal gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı.

Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna’nın şiirlerini serbest nazma dökerek Mevlâna adıyla bir kitapta topladı (1955). Geniş çevrelere ulaşan bu kitabın birçok kez basımı yapıldı. 1958’de Azra Erhat ile birlikte yaptıkları İlyada çevirisi ise A. Kadir’in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasında etken oldu. İkinci kitabı Hoş Geldin Halil İbrahim (1959) dönemin şiirsel eğilimlerinin dışında kalan şairin çizgisini değiştirmediğini gösterdi. Bunu Dört Pencere (1962) ve bütün şiirlerini topladığı Mutlu Olmak Varken (1968) izledi. Çeviri ve eski şiirleri sadeleştirme çalışmalarını sürdüren A. Kadir Bugünün Diliyle Hayyam (1964), Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967) adlı kitaplarını yayımladı. 1970’te yine Azra Erhat’la birlikte yaptıkları Odysseia çevirisi çıktı. Avrupa ve Üçüncü Dünya Ülkeleri şairlerinden tek başına ya da ortaklaşa yaptığı pek çok çeviriyi 3 ciltte Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri adı altında bir araya getirdi (1973 – 1980). Ayrıca Brecht’ten yaptığı şiir çevirileriyle Paul Eluard’dan Asım Bezirci ile birlikte çevirdiği Seçme Şiirler (1961) büyük ilgi gördü. A. Kadir, çevirileri için Habib Edip Törehan (1959), TDK Çeviri (1961), Hasan Âli Ediz Edebiyat Çeviri (1980) ve Yazko Çeviri (1983) ödüllerini aldı. A. Kadir’in 1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966) adlı yapıtı da bir dönemin önemli bir olayını aydınlatması açısından büyük ilgi çekmiş bir kitaptır. 12 Eylül 1980 sonrasında da bir ay gözetimde tutuldu. 1985 yılında İstanbul’da yaşamını yitirdi.

- Çeşitli kaynaklardan derlenmiştir. -

Şiirler Kaynakça :
 
A. Kadir / Mutlu Olmak Varken / Kendi Basımı, 1976


Bilgilendirme : 'Nitelik Kuşağı' sayfasındaki alıntılar, tanıtım amaçlı ve kaynak gösterilerek kullanılmış olup, ürünlerin tüm kullanım hakları © yasal temsilcilerine aittir.



dizin    üst    geri     

 



 39 

 SÜJE  /  otuz yedinci sayı