ÖYKÜ

Çağrı Dahbest  





 

Patti ve Grinko

[ İkinci Bölüm ]


Kim olduklarını henüz diyemediğim ama birbirlerinin varlıklarını sadece kendi varlıklarıyla şenlendiren iki kişiydi, diye biliyorum. Öykünün birinci bölümü bir yıl önce yazılmıştı. Vakit bize tesir ettikçe, tercihlerin tecribi bizi yıkıyordu. Belki de şenlendiriyor. Her durumda bir şeyler olup duruyor...

Herhalde her şey gibi bu öyküde ki kişilerde değişime uğramıştır. Ama şunu fark ettim ki, belki de Grinko ve Patti’den öğrendim ki, var-olanların her şeyi değişebilirmiş, belki cümleleri, belki burunları ama aralarında ki çocukça sevgileri asla değişmiyormuş. Belki yitiriliyor, belki azalıyor veya günden güne kabarıyor ama bunu bu toplumdan sıyrılanlar asla yapmıyordu. Çünkü bu dünyayı kabul etmeyenler, olduğu halleriyle oldukları hisleri yaşıyorlardı. Çünkü bunu bize anlatan Grinko ve Patti vardı...


Geceye Doğru

Henüz gökyüzünün karardığını, üzerlerine ağırlığın çöktüğünü veya şehvetin saçıldığını demek pek de mümkün değil ama ikisinin minik yüzleri hafifçe yeni geldikleri kasabada saçılıyordu. Sanki “ChloeFrances – gr8ful" tınıları bi’ sivri sinek gibi etraflarında gezinip onların içine girmek istiyor gibiydi. Bu sırada kasabanın birkaç km. ötesinde ki sahile gitmeye karar verdiler. Grinko her zaman ki gibi yolda Patti’nin saçlarını dağıtıp hızla kaçıyordu. Patti de o masum, sanki tüm dünyevi hasılatı bir kenara fırlatmış da öylece kahkaha atarak Grinko’yu yakalamaya çalışıyordu. Aralarında olan sevgi veya tutulma, bu toplum için çok basit kalabilirdi. Ama kim söyle bilir ki “ben şu veya bu şekilde yaşadım,” diye. Eminim kimse göğsünü gererek yaşadım diyemez. İşte Grinko ve Patti de bunu kavradıkları andan buyana sadece birbirlerinin gözleri arasında kalan dünyada yaşama kalkmışlardı. Bunu yapmaları gerektiğini hissettiklerinde bi’ trenin getirdiği kasabadan sahile doğru giden yolda buldular kendilerini.

Sahile vardıklarında Grinko kendi kendine söylenmeye başladı,“Kelimelerin bize bıraktığı pek bir şey yoktu.Öylece baktık işte etrafa, bir şeylerin varlığına karşı tedirginliğimiz de yoktu. Ama vardık işte.Belki de yan yana oturup saçlarımızı hissettiğimiz kadar var-olup gitmek için her şey yeterliydi... Bazen oturup ağlıyorduk. Esasen çoğu zamanda ağlıyorduk.Ne için ağladığımızı artık sezemiyorduk çünkü bilmiyorduk şurada oturup ne yaptığımızı... ne yapmamız gerektiğini!” diye kendi kendine düşünürken, bir anda düşüncelerinden sıyrılıp Patti’ye sakince,

-Sana hep şunu sormak istedim Patti, neyimiz var ki şu andan başka, bir sahilin usulce saçlarımıza bıraktığı rüzgârdan, Ay'ın sessizliğinden... Söylesene başka neyimiz var?

-Evet... çok şeyimiz yok... -Patti, kafasını Grinko’nun omzuma koyup saçlarını Grinko’nun dudaklarına değdirmek ister gibi kendini Grinko’nun vücuduna bastırmaya başladı. Kendi dudakları Grinko’nun göğüslerindeyken boğuk sesiyle devam etti, - ama varırız birbirimize, vardığımız kadar var-olmaktan başka bir şey yapmak istemiyorum ben!

-Biliyorsun değil mi, seni sevdiğimi. Sana bağlı olan varlığımın hiçbir tedirginlik hissetmediğini ama sen yanımda olmayınca, saçların benden uzaklaşınca hayata karşı olan varlığım intihar ediyor gibi... Her an bacaklarına kafamı yaslayıp, sessizce bacaklarının kokusunu saçlarımda saklamak istiyorum Patti... - Gülmüştü o an, üzerine “salaksın,” diye de ekledi. Ardından Grinko devam etti öylece, - Gülme... Biliyorum çocukça cümleler veya hisler olabilirler. Ama senin yanında kendimi saklayamam değil mi?.. Öyle olsaydı yine tedirginliğimden dolayı öylece bakıp, gidecektim...

- Sevmekten başka bir şeyimiz yok ama etrafa baktıktan sonra ben de böyle düşünüyorum. Bacaklarıma saçılan saçların ve sessizlik...

Dayanamamıştım dediklerine, dudaklarım gülerken Pattiye söylendim,

-İkimiz de sese dem vuruyoruz ama hiç de susamıyoruz...

-Belki... yani susmak da konuşmanın bir biçimi olsa gerek. Hem her defasında demiyor muyuz? Varlığımız ancak birbirimize vardığı kadar var-oluyor, diye. İşte bu yüzden seninle olunca hep şunu hissediyorum, anlamsızlığın ötesindeki bi’ seziş bu anlar, bir anlığına da olsa, her şeye rağmen var-olan anlar.

-Zaten... Anlasaydık bizim olmazdı...- birkaç saniye bekleyip, heyecanla karşısına geçtim. Bağdaş kurdum. Elimde olmadan gülümsedim. - O halde güzel bi’ “belki” şarkısıyla geceyi dansa kaldıralım.

Patti dudaklarını bükmüştü,

-Gece her şarkıyla dansa kalkmaz yalnız.

-Deneyelim o halde, diye büyük bi’ gururla cevapladı Grinko.

Grinko, kenardaki gri çantasından telefonu çıkarıp, “JanisJoplin – Maybe" şarkısını başlattı. Sahilde yan yana uzanmışlardı. Patti’nin ve Grinko’nun gözleri iç içe bakarken susmuşlardı... Bir yandan şarkı etrafa saçılıyor, bir yandan da denizle sevişen rüzgâr çıplak vücutlarına değip gidiyordu. İkisinin de dediği gibi hiçbir şeyleri yoktu. Esasen yaşamın içinde kendini bilen kimsenin bir şeyi olamazdı çünkü burada uyumsuzlaşan akılların yabancılaşmasından başka bir yol yoktu! Kısacık var-olma durumunda sabah kalkıp işe gitmek, ardından yorgun bedenlerin yatakları paylaşması, Patti ve Grinko için aşağılık bir durumdu! Yine de bunu düşünmemişlerdi. Sadece toplumun var-oluş gayesini bir kenara bırakarak üzerinden geçmişlerdi.

Topluma karşı bu başkaldırı, onların ailelerine karşı bir söylemiydi. Çünkü Grinko kendini zevk dölü olarak gören bi’ ailenin çocuğuydu. Ailesine göre varlığı sadece bir şeye aitti. Kısası bu yaşam için bi’ döl yığınından başka bir şey değildi. Patti de yalnızlığa terk edilmiş bi’ ailenin çocuğu olarak babasının ölümüne dayanamıyordu. İkisinin kaybolmuş düşleri onları bir gün, bir kütüphanede bir araya getirmişti. Şimdi bilinmeyen bi’ kasabanın sahilinde öylece göz göze geliyorlardı! Yarın ne olacaktı veya birkaç gün, birkaç yıl sonra... Yarın yoktu işte. Aralarında olan sezgiydi. Bu durum sadece sevişmelerine olanak veriyordu. Çoğu kişinin şehveti tiksinerek kusmasına aldırmadan sadece sevişiyorlardı.

Patti gözlerini öylece kapatırken, rüzgârı ve Grinko’nun saçlarını hissediyordu. Grinko birkaç dakika sonra sessizce ayağı kalktı. Karanlık gökyüzünün altında ki dalgalara bakarken, hiddetle bağırmaya başladı.Bu sırada Patti irkilerek gözlerini açtı ve Grinko’nun heyecanlı gözlerine baktı.

Grinko haykırışına başlamadan önce Patti’ye döndü. Gülümsedi. Gözleri de güldü. Ardından karşısındaki ucu görünmeyen denize bağırmaya başladı,


Belki hiçbir şeyimiz yok,
Belki de hiçbir zaman olmayacak,
Belki tavanların karanlık yüzüne hapsolacağız,
Ama unutmayın ki, her bir sokakta, her bir anda size karşı başımızı eğmeyeceğiz!
Bir günlük ilan ettiğiniz işçi bayramını da... birkaç günlük ilan ettiğiniz dini bayramları da asla kabul etmeyeceğiz...


Asla... Gözlerimizde sevginin doğurduğu hazları paylaşacağız, belki bi’ kuyruklu yıldız olacağız, belki henüz bize ulaşamayan bi’ yıldızın ışığı, ama biz olacağız! Her şeye, her ihtimale karşı, bir anlığına da olsa var-olacağız...


Grinko bağırdıktan sonra yorgun düşmüştü. Patti bunu fark edince, hızla ayağı kalktı. Bu sırada Grinko ellerini indirdi. Yüzünü yere devirdi. Vücudundan ziyade aklı yoruluyordu artık. Onu yiyip bitiren bu baş ağrılarına yavaş yavaş katlanamıyordu. Ama gücünü hep Patti’den alıyordu. Bu güç ona “bir daha... bir daha deneyeceğiz,” dedirtiyordu. Yine o güçsüz kaldığı anda Patti ayağı kalkıp, Grinko’nun arkasına geçti. Grinko’nun kollarından tutup yine genişçe açmıştı. Ve bağırmaya başladı,

-Bir anlığına da olsa... her şeye rağmen biziz... Grinko... söylesene,

-Bir anlığına da olsa... her şeye rağmen biziz... Patti... seni seviyorum!

Patti’nin gülüşleri bu duruma eşlik ederken, sesi rüzgâr ile birlikte denizin üzerine akıyordu. Sessizlik çöktü. Grinko gözlerini ucu görünmeyen denizden çekemiyordu. Sanki gözlerinin önünde cümleler teker teker canlanıyordu. Bir nevi cümlelerin var-oluşlarına şahitlik ediyordular. Ardından Patti sakince söylenmeye başladı ama Grinko’nun yorgun kollarını da asla bırakmadı,

-Neden çok konuşmak istediğimi bilmiyorum. Seni üzeceğim diye de hep kağıtlara sordum neden eksik olduğu mu? Neden ağladığı mı? Neden yaşadığı mı? Her defasında kağıtlara sordum. Sanki bi’ gün... Bi’ gün bana bir şeyler diyecekler gibi baktılar çünkü... Gözlerime işte... Ellerime... Ama göremediler Grinko... Bu yüzden içimi gören sana defalarca haykırmak istedim, aşkla, sevgiyle... Her şeyimle işte... Bazen susuyorum... sen uyurken saatlerce beyaz kağıtlara bakıyorum. Birkaç saniye kağıtlardan gözlerimi alıp kapalı göz kapaklarına bakıyor, biraz da yüzüne, aklımın içinde kaos beliriyor işte... Bazen sıcak havalarda üzerime soğuk su döktüğünde ağlardım ya... Öyle oluyor Grinko... Yine de her şeye rağmen şu haykırdığımız cümlelerin var-oluşu gibi dirileceğiz biliyorsun değil mi?

-Seni sevdiğimi bildiğim kadar biliyorum Patti.

Grinko, arkasına doğru Patti’ye döndüğünde parmaklarını Patti’nin saçlarına sokup dudaklarını anlına yapıştırdı. Öpmeye başladı. Kokladı. Diliyle yüzünü yaladı. Ama bunları yaparken masum gülüşleri de eşlik etti. Patti’nin ıslak gözlerini yalayıp, “beni üzmezsin... biz birbirimizi üzmeyiz... Bu yüzden beyaz kağıtlarının içinden haykırıyorum sana... Varlığımı öyle ifade ediyorum... Her gece baktığın beyaz kağıtlara kendimden birkaç şey saklıyorum ki geceleri yalnız kalma,” diye...

-Grinko... -Patti, Grinko’nun ismini söyledikten sonra hep susardı. Çünkü anımsatırdı yaşamayı bu söz, anımsatırdı varlığını, anımsatırdı ki bu toplumdan kaçıp gerçek dünya gireceğini, ardından anlını Grinko’nun göğsüne yaslamıştı. Sanki ağlayacak gibiydi de - ben, dedikten sonra tamamen sustu.

Grinko da aniden Patti’nin omuzlarından tuttu, “ağlıyor musun?” diye sordu. Patti kafasını “hayır,” der gibi salladı. Grinko, “seni pis yalancı,” deyip Patti’yi bacaklarından tutup sırtına doğru kaldırdı. Karşısında ki ucu görünmeyen denize doğru koşarken, Patti de var gücüyle bağırıyordu. Ama Grinko durmuyordu. Birkaç metre koştuktan sonra Patti’yi denizin kıyısına attı. Patti suya dalıp çıktıktan sonra Grinko, “şişko!” diye gülerek kahkaha attı. Patti, kekeleyerek konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Ağzına tuzlu su girmişti. Bu yüzden yüzünü ekşitti ve Grinko’ya öfkeyle baktı. Ardından zar zor ayağı kalktı. “Defol... salak!” dedikten sonra denizden çıktı. Birkaç saniye etrafına bakınmaya başladı. Grinko bu sırada sahilin kenarında minik bi’ ateş yakmak için kumları düzenlemeye başladı. Ateşi yakarken Patti ağır ağır Grinko’nun yanından geçti. Gözleri hafif hafif yanmaya başlayan ateşe bakıyordu. Sessizliğe bürünmüştü.

Grinko ateşi yaktıktan sonra minik bi’ havluyu Patti’nin omuzlarına sardı. Patti hiçbir şey demeden havluya sıkıca sarılıp ateşin göğe doğru yükselişine şahitlik etti. Ardından saniyeler, dakikalar, bir anlar, devamlı geçmeye başladı. Grinko, Patti’nin yüzüne baktıktan sonra sinirli ama afacan dudaklarını gördü, arından, “Bazı şeyler bir anlığına da olsa, her şeye rağmen yaşanması gerekiyordu,” dedi...

- öykü sonu -
 

dizin    üst    geri    ileri    




 33 

 SÜJE  /  otuz yedinci sayı