uykusuz gecelerin getirdiği yorgun günleri bilirsin. ve neler
hissettiğini de. nasıl bir “ben”den bahsedeceksin. hangi “ben”i
göstereceksin. öteki “ben”inle yaptığın savaşların hangi sahnesini
sergileyeceksin. ya da hangi raks akşamlarını ağırlayacaksın sofranda.
dansa eşlik edecek misin? kiminle hangi “ben” ile coşacaksın. sokak
perilerin sana neler fısıldayacak? dilin kapısından ne dileneceksin? bir
dokunuş, bir öpüş, bir bakış mı? gülümseme mi yoksa?
o yorgun günlerin ağrılı saatleri hiç bitmek bilmez gibi gelir insana.
çünkü metnin seni gülümsetti ve o ağrılı saatlerin alarm sesiyle seni
diriltiyor. yeniden seni sana döndürüyor. bir kez daha bak, önce
yetersizdi, bir kez daha bak, diye diye ve üstelik baka baka çalışmaya
devam edeceksin. çünkü arada rastgele bir boşluk bırakamazsın. sana ait
olan boşluklarını bırakma. ve arasına her hangi bir boşluk sızmasına da
engel ol. her an kapı dışarı atılabilirsin bu oyunda. ve bu oyunda hiçbir
zaman yalnız değilsindir. içinde sana benzer o kadar çok şey vardır ki,
sen bile bunlardan hangisi benim diye sorduğunda bir yanıt veremezsin.
gülümseme mi? peki bu nasıl bir gülümseme, biliyor muyuz? hayır,
bilmiyoruz.
nasıl gülümsediğimizi bilmiyoruz. kim bilir belki de neye
gülümseyeceğimizi de bilmiyoruz.
unutma! her adım bir yıla denk gelir.
10.
gülümsemenin yazmak olduğundan bahsediyoruz, değil mi? kalemlerden,
kağıtlardan, iç/dış seslerden, tarihten, heykelden, rodin’den ya da
frida’dan belki. belki hitler’den, platon’dan, ya da bir ağaçtan, kim
bilir…
kim bilir sofistlerden…
belki soruları bir araya getiren seslerden bahsediyoruz. soruları bir
araya getiren seslerin zorluğundan bahsediyoruz. insanı düşündüren ve
üzen sorulardan…
hangi sese itaat edeceğinizi bilmiyorsunuz.
hangi sesin size en yakın ses olduğunu bilmiyorsunuz.