Benim için hayat, tam orda, onu gördüğüm an yırtıldı.
Ben ona bakarken o, karanlıkta duymadığım bastonunun tıktıklarıyla
yürüyordu. Bir sümüklü böcekten bile ağır hareket ediyordu. Karanlıkta
gelen geçen otobüslerin, arabaların ışıklarıyla aydınlanıyordu bazen. Bir
elinde birkaç küçük çanta, poşet tutuyordu, diğerinde kocaman kalın bir
baston vardı.
Saat, çalışanların eve dönüş saatiydi, altı civarı… Eve gitmek için
otobüs durağında duruyordum. Suskun, meraklı, sadece bakan, süzen,
ölesiye suskun şehir insanlarıydık hepimiz.
Suskun insan kalabalığının kulakları yırtan sessizliğinden başka,
arabaların gürültüsü duyuluyordu. Onu gördüm; zayıf, çelimsiz, yaşlı bir
kadın. Hepimiz gördük. Dev gibi gölgesiyle, ışıklı otobüslerin arasında
ilerliyordu. Ben koşup koluna girmek istedim ama gitmedim. Sonra
hepimizden güçlü olduğunu düşünmeye başladım, gülümsedim. Koca koca,
gürültüyle gidip gelen otobüslere kafa tutar gibi bir hali vardı, öyle
yavaştı, öyle umursamazdı ki...
Sonra bir kağıt yerden havalandı, uçtu uçtu uçtu. Onun peşine düştü yaşlı
kadın, bu arada yola çıktı biraz. Otobüs korna çaldı, yavaşça döndü
otobüse baktı öfkeyle, kaldırıma doğru ilerledi. Uçan kağıdı yakalamıştı.
Otobüs şoförüne kızgındı, bir şeyler söylendi yanından geçerken. Şoför de
özür diler gibi bir hareket yaptı, bastı gitti. O yine yoluna devam etti.
Otobüsümüz geldiğinde daha bizim hizamıza bile gelememişti henüz.
Küçük bir çan takılı koşan köpeğin kuyruğunda. Acı çeken insanlık için
alarm çanları çalıyor o koştukça.