Aşkın ne olduğunu ne zaman öğrendiğimi anımsamıyorum. Oysa, ilkokulda
bile duymuştum; Mehmet Ayşe'yi, Zübeyde Selim'i seviyor, cümlesini.
Ortaokul ikinci sınıfta dışarıdan İngilizce dersine gelen ve ODTÜ
öğrenciliği süren öğretmenimiz, derste "Ben hürriyete aşığım" dediğinde;
bütün sınıf önce şaşırmış, sonra Hürriyet isimli kız arkadaşa bakmıştık.
Hürriyet kıpkırmızı olmuş, başını öne eğmişti. Doğrusu, güzel kızdı.
Öğretmen yaptığı hatayı anlayınca, alelacele düzeltmeye, açıklamaya
çalışmıştı.
Onun kastettiği hürriyet, sınıf arkadaşımız değildi. Özgürlük anlamındaki
hürriyetti. Gerçekte, bütün sınıf, öğretmen açıklama yapmasa da
kastettiği hürriyeti anlamıştık.
27 Mayıs'tan sonra sık konulan isimler arasında, Gürsel ve Hürriyet ismi
vardır. Çok güzel isimler olduğunu düşünmüşümdür.
Ortaokul üçüncü sınıfta matematik öğretmenimiz, sorduğu soruyu bilemeyen
Aysel'i öyle bir azarlamıştı ki, üzerinden neredeyse yarım yüzyıllık
zaman geçti, unutamadım. Aysel, sınıftaki diğer kızlara göre belki bir
iki yaş büyük, vücut hatları belirginleşmiş, oldukça güzel bir kızdı.
Öğretmen, arkadaşımızın boynundaki kalp şeklindeki kolyenin içinde,
"kalbim senindir" yazısını yüksek sesle okuduktan sonra, çok kaba
sözlerle hakaret etmiş, "kalbini başka zaman verirsin" demişti. Yalnız
Aysel değil, sınıftaki bütün kızların ve erkeklerin utandığını
düşünmüşümdür.
***
Aşkın ne olduğunu bilmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler
dışında, aşık olmanın nasıl bir şey olduğu konusunda da, genel geçer
sözler, yinelenerek bıkkınlık veren değerlendirmeler dışında bir düşüncem
yoktu. Birine aşık olmam gerekir diye düşünüyordum. Kim olabilirdi? 'Okul
arkadaşlarımdan biri' demiştim ve ona "aşık olmuştum".
Onunla bu konuda tek bir söz bile konuşmamıştım. Dosttu, güzeldi,
ilgiliydi, sevecendi... Dostluğu, ilgisi arkadaş olmamız nedeniyleydi;
insan sevgisiyle dolu biriydi.
Bu kadar yalın bir gerçekliği kavrayamamış olmam akıl dışıydı, arkadaşça,
dostça bir ilgiyi, kafamda aşk diye büyütmüştüm. Ona aşık olmuştum, öyle
sanıyordum, öyle olmasını istiyordum.
***
Üniversiteden saçmasapan, defter kitap açık sınavı yapılan bir dersten
başarısız olup mezun olamamış, temmuz ayında Botaş tesisleri içinde,
petrol tankları yapan bir şirkette işçi olarak çalışmaya başlamıştım.
İşim zor değildi, puantörlük.
Asgari ücretten biraz fazla ücret alıyordum. İşe gitmek için sabah
erkenden kalkıyor, tüm çarşıyı yürüyerek gidiyor, Adana minibüslerinin
kalktığı Merkez karakolun ordan Muharem Abinin servis minibüsüne
biniyordum. Pazar dışında altı gün işe gidiyordum. Akşamları aynı yerde
iniyor yaya olarak eve dönüyordum. Günlerce, annem dışında tek bir
kadınla karşılaşmadığım günlerde aşık olmuştum. Bu aşkın bir karşılığı
var mıydı bunu bile bilmiyordum.
***
Okulu biran önce bitirip bir işe girmem gerektiğini biliyordum ama iş
sınavlarına hazırlanamıyordum. Hayallerimde aşık olduğum kız ve ona
aşkımı açıklamanın heyecanı vardı. Yorgun argın eve gelip yatağa uzanınca
kafamda pek çok konuşma başlangıcı düşünürdüm. Aylar böyle geçip gitti.
Kasım ayında vize sınavı için işyerinden üç gün izin alıp Ankara'ya
gitmiştim. Onu görünce elim ayağım tutulmuştu. Yanında okuldan biz
yaşlarda bir genç vardı; el ele tutuştuklarını görmezlikten gelip ertesi
gün kendisiyle konuşmak istediğimi söyleyebilmiştim.
***
O günü nedense çok iyi anımsıyorum. Yirmi beş yaşında ilk kez bir kıza
arkadaşlık teklifi yapacaktım. Günü unutmamamı sağlayan şey ise o gün
öğleden sonra oynanan ve televizyonun naklen yayınladığı Türkiye -
İngiltere Dünya Kupası eleme maçıydı. Sabah vize sınavında iki sorunun
birini çözmüş ikincisini tam yapamamıştım. Ama kafamda sınav değil aşık
olduğum kıza nasıl açılacağım vardı.
Fakültenin karşısında üç harfli ismi olan bir kahvede konuşacaktık.
Kahveye gittiğimde televizyonun önü tıklım tıklım doluydu.
Kahvenin girişindeki masalardan birinde bekliyordum. Heyecanım son
haddindeydi; Türkiye - İngiltere maçı başlamıştı, o geldiğinde... Ama
beni bekleyen bir sürpriz vardı. "Aşık" olduğum kız, kahveye benimle
konuşmaya yalnız değil, el ele tutuştuğu arkadaşıyla gelmişti.
"Bir başka sevgilim var, söylemek istediğin şeyi az çok tahmin ediyordum,
o sözleri söylemene gerek yok, gör ve anla" demiş, oluyordu. Bütün
konuşma planım çökmüştü. Şaşkındım, kahvenin tuvaletine gitmek için ayağa
kalktığımda kahvedeki uğultuyu fark edip televizyona baktım. Maçın ilk
devresini İngiltere 3--0 önde kapatmıştı.
Elimi yüzümü yıkadım, kendime geldim mi anımsamıyorum. Mesaj çok açıktı;
söyleyecek bir sözüm kalmamıştı; anlamsız cümleler kurarak bir şeylerden
söz ettim.
Maçın ikinci devresi başlamıştı; maç tam bir hezimetle bitmişti. Türkiye
milli takımı 8--0 mağlup olmuştu. Maçı bir an bile seyretmemiştim.
Durumum, hezimete uğrayan milli futbol takımından farksızdı. Aylardır
kafamda yarattığım, düşler kurduğum aşkım(!) başlamadan bitmişti. Hiçbir
şey söylemeden kahveden çıkmış, veda edip ayrılıp otogara gidip memlekete
dönmüştüm. Otobüste saatlerce nasıl bu kadar yanıldığımı anlamaya
çalıştım. Uzaktan aşkın sonucunun böyle olacağını anladığımda, çok geç
kaldığımı da kavrayacaktım. Aşk yoktu, karşılıksızdı; hayallerde
yaratılmış ve öyle bitmişti. Öyle de bitip gitti.