Uzun zamandır istediklerini gerçekleştiriyor olmanın keyfi ve gururuyla
kendi için bir şeyler yapmaya, dinlenmeye karar vermişti. Artık çok
yorulmadan kazanıyor ve gittikçe servetine servet katıyordu. Çocukluğu,
köyde çoğunlukla sahip oldukları altı süt ineğini yaymakla geçerdi.
Okulun olduğu zamanlarda okuldan çıkınca, yaz günlerinde ise tüm gün
“hayvanlar yayılsın, bol süt versin” diye tembihlediği annesinin sözünü
tutar, elindeki bir sopayla ineklerin peşlerinde dolaşırdı. Çok
sıcaklarda onları koruluğun gölgesine çeker, kendisi ise elindeki sopayla
koruluğun içine dalarak en sevdiği savaş oyununu oynardı. Yaşı
ilerlediğinde bu görevi kendinden küçüklerine devrederek yaşının
gerektiği işleri yapmak üzere şehre gitti. Önceleri okuma hevesi ile
okula başladı. Bir yakınlarının yanında kalıyordu. Biraz yük olmaktan
biraz cebinde parasının olmayışından ezilip büzülüyor ve kendi başının
çaresine bakmak istiyordu. Okumak meşakkatli bir işti. Hemen bir çırpıda
bir şeyler olup para kazanılmıyordu. Okumaktan vaz geçerek bir
yakınlarının oto sanayisindeki işinde çırak olarak işe başladı. Önceleri
araba lastiklerini getirip götürüyor, ortalığı temizliyordu. Sonraları
eli iş tutmaya başladıkça ustalaştı, para kazanmaya başladı. Hele ki
ufacık bir malzemeyle büyük bir iş yapmış gibi iyi para kazanmaktan zevk
alıyordu. Para kazanmak hoşuna gitmişti. Kazandığı paraları harcamadı,
biriktirdi. Sonra köye dönüp bir kısmını kredi ile bir kısmını
biriktirdikleri ile sütten değil etten para kazanmayı tercih ederek bir
besi çiftliği açtı. İşler önceleri iyi gidiyordu. Bir süre sonra hayvan
yeminin fiyatlarının artması, komşu köylere kadar gelen bulaşıcı bir
virüs hastalığının hayvanlarına bulaşmaması için harcadığı ilaç ve aşı
parası onu besicilik işinden soğuttu. Uzun süredir köyde yaşamaktan da
bıkmıştı. Bir yolunu bulup elindeki inekleri satıp bir kaç hastalıklı
hayvana az miktarda para harcayarak köyün muhtarı ve veterinerinin
desteğini de alarak tarım teşkilatına gelir kaybına yönelik bir rapor
hazırlatarak, aldığı krediyi en az zararla kapatıp kurtuldu.
Birbirleriyle kaçak kesilen ağaçlardan, usulsüz birleştirme yapılan
arazilerden, verilen ziyafetlerden, torbalarına doldurduğu yumurtalar,
süt ve etlerden oluşan bir dizi ali cengiz oyunu içerisinde birbirlerine
göbekten bağlı oldukları için işleri hiç de zor olmadı. Yeni bir iş
arayışında sahil kenarı kasabaların birinde önce küçük bir pansiyonla işe
başladı, Allah vergisi işbilirliği sayesinde kısa sürede bu işini
büyüterek tatil köyü işletmesine dönüştürdü. Kazandığı parayla çevrede
bir kaç oteller zinciri kurdu. Para sel gibi akıyordu.
Artık dinlenme zamanı gelmişti. Kendisine zaman ayıracak onun gibi olan
insanların yaptığını yapacaktı. İsim portföyü de oldukça kabardığından eş
dost toplantıları, açık hava partileri, açılışlar gibi bir dizi
seremoninin içindeydi. Yavaş yavaş sanat işlerine de el attı. Bir kaç
müzayededen değerli sayılan bir kaç parça eşya topladı. Onları evinin göz
zevki verecek en uygun yerlerine koydu. Bu yerler, gelen gidenin
görebileceği yerlerdi. Kültürlü bir zengin olma yolunda ilerliyordu. Bu
nedenle sahip olmanın kişiye yarar sağladığını sandığı nesneleri evinin
her köşesine dolduruyor ve bunlarla gurur duyuyordu.
Zaman zaman geçmişiyle başbaşa kalıp çocukluğunu, köyünü, koruluktaki
ağaç askerlerinin olduğu anılarını düşünürdü. Bunun için kendine ait
odasının bir duvarında asılı olan ve ona bu anılarını anımsatan, onu
geçmişe götüren Şeker Ahmet Paşa’nın “Ağaçlar Arasında Karaca” tablosu
vazgeçilmeziydi. Doğal bir manzarayı duvarına astığı tablodan seyrederken
duyduğu zevk, kendi oluşturduğu bir dizi kazan-seyret gibi ekonomik bir
yasaydı. Kazandıklarıyla simbiyoz ilişki içindeydi ve o ilişkide kendini
tanıyordu. O gün yine geçmiş anılarında yolculuk etmek için tablonun
karşısındaki koltuğuna oturdu. Tablodaki ağaçların arasındaki ışıklı yol
nereye çıkıyordu? Nasıl bir dünyanın yolunu aydınlatıyordu? Öylece
düşünür ve o tablonun derinliklerinde çocukluğu ile düşünceler içinde
saatlerce yolculuk ederdi. O gün ilk defa orada duran karacayı avlamak
istedi. “Karaca ormanın karanlık yerindeydi. Peşine düşersem ışıklı yola
doğru kovalamalıyım ama o beni karanlığa doğru çekecek. Korulukta
oynarken de en çok ağaçların karanlığında kaybolmaktan korkardım. Olsun.
Yakalayacağım onu!” Ne kadar oturdu farkında değildi ama bir türlü
karacayı yakalayamamıştı. Canı sıkıldı, televizyonun kumandasına dokundu,
haber kanalları ülkenin değişik yerlerinde çıkan orman yangınlarının
haberlerini veriyordu. “Önemli değildi ağaç dikersin yeniden orman olur.
Yanan yerler değerli. Yeni projelerin önü açılıyor. Hepsi yanacak değil
ya nasıl olsa söndürürler” diyerek televizyonu kapattı. Tekrar tablonun
karşısına geçti ve yolculuğuna başladı karacanın peşine düşmüş bir avcı
değil elinde bir ağaç dalı ile ormanda ilerleyen on - on bir yaşlarındaki
çocukluğuylaydı. Kendi etrafındaki ve arkasındaki ağaç askerlerine
elindeki tüfek yerine koyduğu dal parçasıyla karşısında kalan düşman ağaç
askerlere ateş emri verdi. Emrindeki ağaç askerlere “ilerle!” emrini
vererek ağaçların arasında ışıklı yola doğru ilerlemeye başladı. Her
geçtiği ağaçla birlikte ordusuna katılan asker sayısı artıyor ve kendini
daha güçlü hissediyordu. Bu güçle tekrar seslendi “ Hiç durmadan mücadele
edeceğiz, yorulmak yok.” Ormanın içerisinde kâh siper alarak kâh öne
fırlayarak ışıklı yola doğru ilerliyordu ki birden karşısındaki düşman
asker ağaçların arasından avına çıktığı karacayı gördü. Birden içindeki
avcı çocukluğunun yerini aldı. Elinde tüfeğiyle karacanın peşinden
koşmaya başladı. Sık ağaçların arasında nefes nefese ormanın
derinliklerine doğru karacanın peşinden koşarken terini dahi silmek için
durmuyordu. Yakınlaştığında ise onu ürkütmeden silahını ona doğru
doğrultmak için temkinli davranmak istiyor bir türlü gerçekleştiremiyordu. Ormanın derinliklerine doğru karacanın peşinden
ilerlerken kimi zaman çocukluğundaki gibi kaybolma korkusu sarıyordu. O
korkuyla ilerlerken birden ormanın derinliklerinden gelen acı çığlıkları
duydu. Ormandaki kuşların, karacaların, tavşanların, yaban kedilerinin,
böceklerin, domuzların ve diğer yaşayan tüm canlıların çığlığıydı.
Kendisinin korku hissi gibi onlar da bir şeyden korkarcasına çığlık
atıyordu. Kulakları sağır eden bu çığlıklar karşısında elleriyle
kulaklarını kapadı. Tepesinden kuşlar uçtu, yaban keçileri, tavşanlar,
yaban kedileri, domuzlar ve onların yavruları, böcekler, küçük orman
canlıları geliyordu ve en arkada alevler içindeki karacayla beraber
annesini gördü. Annesi, çocukluğundaki o altı süt ineğiyle beraber ona
doğru yanarak yürüyordu. Yüzünde, acıdan çok “Neden?” diye soran bir
ifade vardı. Arkasındaki orman kızıl alev rengine bürünmüş sanki ağzından
alev çıkaran ejderha gibi her şeyi yakarak ilerliyordu. Orman, annesi,
inekleri ve avlamak istediği karaca yanıyordu. Kaçmak istedi, karaca tam
karşısındaydı. Olanları bir anda unutup onu avlamanın tam bir fırsat
olduğunu düşünerek omzundaki tüfeği indirdi. Karaca gözlerindeki acı dolu
yaşlarla ona bir şeyler söyledi, “Hissedebilen her şey canlıdır ve
yaşamaya senin gibi hakkı vardır. Bilerek ve isteyerek yaptığın her yok
oluş için sen anlayıncaya kadar seninle, anılarında olacağım. Ta ki
düşünme ve uygulama yeteneğinle her şeyi anlayıp düzeltinceye kadar.”
Şaşırdı, korktu, kaçmak istedi kıpırdayamadı. Alevlerin yakıcı sıcağını
hissediyordu. Karaca, o güzel gözleriyle alevler içindeki bedeniyle
yanında duruyordu,. Şimdi o ağlıyor, çığlık atıyordu ama kimselere sesini
duyuramıyordu. Çırpınıyordu, bir an karaca ona yaklaştı “Yaşaman gerek!”
diyerek burnuyla onu alevlerin içine doğru ittirdi.
“İyi misin? Saatlerdir odandan çıkmadın merak ettim.” Karısının sesiyle
kendine geldi. Kadın bir eliyle kocasının kendine gelmesi için onu
omzundan sarsıyordu. “Ter içinde kalmışsın. Ne oldu? Hasta mısın?”
“Yok bir şeyim. Uyuya kalmışım. Havada sıcak terlemişim sanırım. Aklıma
gelmişken şu duvardaki tabloyu senin kardeşin istiyordu değil mi? Ver
ona.”
“Hangisi şu orman olan mı? Çok sevinecek.”
Son bir kez göz ucuyla tabloya baktı. Şaşkınlıktan küçük dilini
yutacaktı. Ağaçların arasındaki karaca yoktu.
2021 Ankara
_____________________
*Bu öyküdeki kişilerin ve olayların gerçekle ilgisi yoktur.