kendimi bahşettim daha ilk gün güzel bir çağ için
atın beni dedim insanın kör iliğine berrak ve yoğunlaştırıcı bir kan gibi
ve ışığı istiyorum
deli gibi istiyorum
sevinçle buharlaştıracak göğe kaynağımın çeperinde
beyaz bir köpükleyim büyüyorum iliğinde
bir çağlayan ağzında o deli köpük gibi
diriltici inişinde
ortalıkta kalma korkusu gibiydi oysa göğden kopan suların kuyu
diplerindeki ısrarı
ukde sağanaklar
ukde sağanaklar
baskınlar için değil taşkınlar için vardım sabahınıza
meğer keşiflerim dağ gibi
meğer adımlarım onlarca iz bulur dağınık
bir kırağı bu. korku bu. kapatıyor saçıldığım heyecandan üşütüyor
dürtümdeki soluğun yivlisi en dirisi
yalnızca olduğumsun farkı kor bilerek tutuştuğumsun
fakat dert etmiyorsun
kendi hızında kendini unutmuş yağmursun
dert etmiyorsun çoğalışta bir petek miyim
her / eksilen / yerim...
bilmedim lohusalığıma dek sürecek katılaşmış cürmü
neden hep son raddeye odaklanır ilk emare
susuş ilk emare doğurganlığımdaki çırpınış
bilinemez en şiddetli bağırtımda tutunur kanlı
o damarların asi çatlağı
bir şelale gibi fışkırıp
rahmimi basan suyun ölüme iflah olmaz taşkınlığı
ayak ucumdaki bir dans perisi ipe çekmeyin
urbamdaki kırmızı sonsuz ipilti direnmeyin
bu kamaşma durmuyor işte
upuzun bakıyor
lalesinden tomurundan uçuyor
İstanbul’u neşesinden kalıplıyorlar o an ki bir veba çehresiyle bakıyor
bana
balıkçıları varken üstelik umutlu martılara bir veba çehresiyle bakıyor
derler ki o yüzden altı hep dehliz ve kol gezen karanlığıdır örtülü
seçimlerin
ve oraya kadar durmadan tüy dikilen
ayrıksı sevinçlerim
ama her biri gün kadar geniş asıl!..çek şimdi göğün kabuğunu...
ve diyorum ki ey ufku düzenleyen keşişler!
kapsayınca günün her şeyini
isterim ışığın daha da şiddetini
seçtiklerim hep bir nehir tanesi
binlercesi binlerce akış tutuyor