Olympus tepelerinde bir kadın çığlık atıyor.
Duyan zanneder derisi yüzülüyor.
Aklı başından taşıp kadının yerde devşirmiş kendini.
Zokayı yutmuş ilahın buyruğundan ne beklenir ki?
Çok sonraları öğrendim, kadının adı Zahide’ymiş.
Yaşı yetmiş, içi geçmiş; içini boşlukla şişirmiş.
Ortodokslardan değil Zahide, sofrada beli kamçılanmış.
Ekmeğini ikiye bölen halk, Zahide’yi aforoz etmiş.
Bir bağ bozumu ortasıydı, hiç unutmam.
Şarkılar, danslar, şaraplar...
Zahide yanaştı ve fısıldadı: “Anlayamıyorum!”
Başım daha az sallansaydı o zaman tamam.
Her şeye rağmen etekleri uçuştu Zahide’nin.
Nasıl olduysa yetmişinden yirmi yıl kadar eksildi.
O eksildikçe, benim yaşım fazlalaştı.
O eksildi, benim saçlarım beyazlaştı.