|
ESKİ AŞKA ÖĞÜT
Okumaktan hiç de memnuniyet duymayacağından ve yer yer ne demek
istediğimi tam olarak kavrayamayacağından emin bulunduğum bu e-postayı
sana neden yazdığımı şimdilik bilmiyorum. Çok uzun zamandır neyi neden
yaptığımı hiç bilmediğim gibi (umarım yazmakla tatmin olur, göndermeye
kalkışmam bu tuhaf mektubu). Aslına bakarsan sana tek bir satır bile
yazamayacak kadar öfkeliyim. En azından birkaç dakika öncesine kadar
kesinlikle öyleydim. Yalnızca sana karşı da değil, senin o anlaşılmaz ve
hastalıklı kişiliğinde, tüm kadınlara karşı dizginlenmesi olanaksız bir
kızgınlıkla dolup taşıyorum bir haftadır. Yine de en kötüsü bu sayılmaz
benim açımdan (uykusuzluk ve gerginlik yüzünden sigarayı günde iki pakete
çıkartmış olmam ve gittikçe uzayan öksürük krizleri de sayılmaz). En
korkuncu, çoğu zaman kendime itiraf etmeye cesaretim olmasa da, bu ilk
bakışta anlaşılmaz görünen tutumundan ya da yaralayıcı sessizliğinden
dolayı sana gönülsüzce de olsa hak vermem; onun yerinde olsam ben de
aynen bu biçimde, hatta belki görünüşte daha da acımasızca davranırdım,
diye düşünmem (aynı kararlılıkla değilse de, bu türlü davrandığım
kadınlar da olmadı değil geçmişte). Belki bunu duyduğuna şaşıracaksın,
ama her şeye karşın, keşke onunla hiç karşılaşmasaydım ya da kendime onun
sihrine kapılma izni vermeseydim gibi bir düşünce de taşımıyorum içimde.
Şimdi ve bundan önceki o dayanılmaz bir hafta boyunca, özellikle de biraz
bile uyuyamayacağımı kesin olarak bildiğim hâlde, bana mezardan farksız
görünen tek kişilik yatağıma uzandığımda, senden ve tüm kadın ırkından
ölesiye nefret ettim. Keşke ağlayabilsem ve içimdeki yakıcı zehri damla
damla çarşafa akıtabilsem, böylelikle biraz huzur bulup iyileştirici bir
uykuya dalabilsem, diye düşündüm (sen büyük olasılıkla ağlayan bir erkeği
gözlerinin önüne getiremiyor, biraz zorlamayla getirsen bile, bu görüntü
karşısında mide bulantısı duyuyorsundur). Bir taraftan sana gizli gizli
de olsa hak verirken, hemen sonrasında anlaşılmaz tavrın yüzünden bir
haftadır tek bir dakika bile uyuyamadığımı yazmam, insafsızlık, ya da
belki tutarsızlık gibi görünebilir sana. Yerinde olsam ben de aynen böyle
hissederdim büyük olasılıkla. Ama sana bir sır vereyim; empati denilen
olgu ya da alışkanlık hiç de insani değildir sanıldığının aksine.
Birazcık aklı başında olan bir kimse kendininkiler dururken asla
başkalarının ayakkabılarıyla yürümez (bir kere numaralar tutmaz büyük
olasılıkla); onun duygu ya da çıkarlarını zedeleyebileceği endişesiyle
normalde davranması gerektiğinden başka türlü hareket etmez. Böyle bir
tutum daha işin başında iki insan arasındaki olası ilişkiyi sabote etmek,
onu hiç de doğal ve sağlıklı olmayan bir mecraya sürüklemek olur. Bunu ne
yazık ki çok ama çok geç fark ettim ve artık istesem de bütünüyle kendi
adıma ve hesabıma , kendi eğilim ve çıkarlarım yönünde hareket etme
alışkanlığını kazanamam. Böyle dedim diye bundan sonraki satırların sana
yönelik bir öfke ve ilenme ile dolup taşacağını düşünme. Tabii bu saçma
mektubu ya da e-postayı sana gerçekten de yollamışsam, ya da sen onu hiç
açmadan sanal dünyanın göze görünmeyen çöplüğüne fırlatmamışsan ya da ilk
birkaç tümceyi okuduktan sonra bana öfkelenip bilgisayar ekranının sağ
üst köşesindeki kırmızı çarpı işaretini sertçe tıklamamışsan. Aslına
bakarsan hayatım boyunca kimseyi kırmamak için insan üstü bir gayret
harcamışımdır. Hatta hiçbir haklı gerekçeleri olmadığı halde bana açıkça
savaş ilan eden insanlar bile bu kararlılığımdan bolca yararlanmışlardır.
Hiçbir zaman sevmediğim insanlara bile tereddütsüz tanıdığım bu
ayrıcalığı senden esirgeyecek değilim. Hayır, bu kesinlikle suçlama
amaçlı bir mektup değil, daha çok nasihat içeren bir mektup. En azından
öfkemin bütünüyle boşaldığı bu noktadan sonra böyle olması gerektiğine
karar verdim. Ne kadar farkındasın bilmiyorum, ama içindeki şiddetli
karamsarlık ve inançsızlıktan en kısa sürede kurtulman gerek. Ben kendim
de hiçbir zaman tam olarak iyimser bir insan olmayı becerememekle
birlikte, benim inançsızlığım seninkiyle kıyaslandığında çok zayıf ve
belki de insanı olası hayal kırıklıklarından esirgeyen sağlıklı bir duygu
gibi görünüyor. Ne kadar karamsar olursam olayım, gözümün saptadığına,
parmaklarımın dokunduğuna, kulaklarımın işittiğine hemen o anda inanır ve
bir biçimde iletişime geçerim onunla. İyi ve kötü hayaletlere, insana ait
temel duyuların yanılabileceğine, bize bütün gücüyle var olduğunu ve
olacağını haykıran şeyin kendi mevcudiyeti hakkında bizi aldatmaya
çabalayabileceğine asla inanamam. O derece bir acımasızlık sergileyemem.
Sen buna karşılık, talihsiz bir yolcunun ıssız bir durakta günlerce ya da
aylarca tek başına otobüs bekledikten sonra, ağır ağır yaklaşan ve
tabelasında kocaman harflerle gitmek istediği yerin adı yazılı bir
otobüsü fark edemeyeceğini, ya da onun bir serap olduğunu
düşünebileceğini iddia edebilirsin (burada senin adına da konuşuyor olmak
benim kabahatim değil, seni aramam ya da seninle msn’de yazışmama izin
vermeyerek buna neden olan sensin. Ayrıca, o otobüsü kendi metaforum
olarak ileri sürdüğümü düşünme sakın). Eğer bana bu örneği verecek
olsaydın yanıtım şu olurdu; o otobüs gerçekten de bir serap olsa bile,
ona doğru yöneldiğimizde, en azından uzamda hareket etmiş ve yer
değiştirmiş oluruz. Hatta belki o hayalet otobüsle hedeflediğimiz yerin
imgesine kadar bile gidemesek de, sırf içine girip ışıktan bir koltuğa
yerleşmekle, ister istemez istemez biz de o aydınlık ve seyyar serabın
bir parçası olacağımızdan, artık içimizi karartan duraktan daha ileri ya
da farklı bir noktada duyumsarız kendimizi. Büyük olasılıkla bu son
satırlardan sonra, sevmediğini ve ne demek istediğimi hiç kavrayamadığını
itiraf etmeye asla yanaşmadığın şiirlerimde olduğu gibi saçmalamaya ya da
sayıklamaya başladığımı düşünüyorsun. Belki de gerçekten saçmalıyorumdur
ve tüm bu yazdıklarım senin kafanı karıştırmaya bile yetmeyecek kadar
güçsüz, ciddiyetten, akıl ve mantıktan uzak önermelerden, baştan sona
retorikten ibarettir. Bir an için bunun sahiden de böyle olduğunu, benim
bu e-postanın ilk tümcesinden ya da senin yaralayıcı sessizliğinin
başladığı o uğursuz andan bu yana aklını tamamen kaçırmış, bir söylediği
hemen öncesinde ya da sonrasında söylediğini tutmayan bir insan olduğumu
kabul edelim. Ama sen de buna karşılık, hiç olmazsa bu tümceden itibaren,
söyleyeceklerim üzerinde en azından birkaç dakika ciddiyetle düşüneceğin,
yaşamı ve kadın-erkek ilişkilerini algılayış biçimini tek bir kez de olsa
yeniden gözden geçireceğin sözünü ver bana. En önemlisi de, hiçbir zaman
unutma ki henüz genç sayılabilecek bir yaştasın, gördüğüm ve tanıdığım
pek çok kadından daha güzelsin, benim yazdıklarımla pek iletişim
kuramasan da, pek çok insanın tamamen habersiz olduğu şiir ve sanata,
dolayısıyla zavallı Van Gogh’un sevgili kardeşi Theo’yu kendi çıkarı
aleyhine bakmaya davet ettiği ateşin yüreğine, insan yaşantısının gerçek
özüne yakın duruyorsun. Unutma ki bu dünyada bilinçle sevmek ve aynı
biçimde sevilmek her zaman mümkündür. Yaşlı ve fiziksel avantajlardan
tümüyle yoksun kimseler için bile bu kural her zaman geçerlidir. Senin ve
benim bundan sonra elbette ki bir şansımız olamaz. Beni gerçekten çok
derin yaraladın. Elimi bir süre sonra başka bir kadına uzatabilirsem de
sana uzatamam artık. Uzatsam da, bu bir sevgili adayının değil, bir
dostun eli olabilir, bu mektupta olduğu gibi. Ben yeniden doğuş
saçmalığına ve cennet cehennem masallarına hiçbir zaman inanmadım.
İnsanın bu biricik dünyada ve yaşamda tek bir şansı bulunduğuna, ama bu
tek şansın bir şimşek gibi bir anda çakıp söndüğüne değil, tüm yaşama ve
dünyaya eşlik eden inatçı bir yağmur gibi uzun sürdüğüne güvendim hep.
Başkalarına seni, kendine de başkalarını sevme izni ver lütfen. Elveda.
|
|
|