ANLATI

Züleyha Akın  







OĞLUNU YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE BEKLEYEN BİR ANNE


Hastane odası… Oğlu yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı ve yaşamsal riskler taşıyor. Anne yanına gitmek istiyor fakat hastane çalışanları kendisini bu üniteye almıyorlar. Her gün her an her saat orada oğlunun yanı başında olup elinden tutmak istiyor. Oğlunu ilaçla uyutuyorlar. İyi de oğlu annesinin kendisini terk etmeyeceğini biliyor.

Bir hafta boyunca evine gitmemiştir. Gittiğinde oğlunun bu durumu hissedeceğini ve yaşamdan kopacağını düşünmektedir. Yan komşusu olan kadında evinin anahtarı vardır. O da her gün evlerine giderek çamaşırları hastaneye getirmektedir. Anne lavaboda olabildiğince bedenini sabunlu bezlerle silerek giysilerini değiştirip ayakta kalmaya uğraşmaktadır.

Ağustos sıcaklarındaydık. Anne kendi bedeninden bile rahatsız olmaya başlamıştı. Sol koluna oğlunun kanı bulaşmıştı. Onu silmeyecekti.

Nihayetinde hastane personeli annenin perişanlığını görünce dayanamamış aynı kattan bir oda tahsis etmişti. Anne, birkaç dakikada duşunu alarak (sol kolunu su ıslatmasın diye boydan boya poşet geçirmişti) giysilerini giymiş ıslak saçlarını kurutmadan yoğun bakım ünitesindeki camda yerini almıştı. Oğlu uyuyordu. “Ahhhhhhh, bir gitsem ellerinden tutsam, kendisini ne kadar çok sevdiğimi fısıldasam” diye geçirdi içinden…

O zaman karar verdi ki, hastane personelinden başka kimsenin bilmediği manyetik kapının şifresini çözmeliydi. Kafasında sözcükler, yazılar tıkır tıkır uçuşuyordu. Bu her gün değişen şifre ve çalışanların ezberinde olan rakamlar ne olabilirdi? Düşündü, düşündü, düşündü…

Ve sonunda buldu. Şimşek gibi yerinden fırlayarak manyetik kapıya gitti, o günün tarihini kodladı. Kapı açılmıştı. Oğlunun yanına gitti, elerinden tuttuğunda irkildi. Eller buz gibi soğuktu. Avuçlarının içine alarak ısıtmaya çalışırken oğlunun gözkapakları aralandı. Annesini gördüğünde hafifçe tebessüm etti ve şöyle dedi. “Anne bana Cemal abimi gönder. Onunla çok önemli bir şey konuşacağım.”

Doktorlar, hastanın yanına gelerek binbir güçlüklerle anneyi dışarıya çıkarttılar. Anında hastaya müdahale ederek yeniden uyuttular.

Ertesi gün, hastayı uyandıracaklardı. Anne çok sevinçliydi. Cemal beyi de arayarak oğluyla görüşmesini sağlarsa oğlunun isteğini yerine getirmiş olacaktı.

Sabahın erken saatlerinde Cemal bey hastaneye gelmişti. Oğlunu görme sırası annedeydi. Kendisi daha sonra görüşecekti. Anne beraber girmelerini teklif edince beraber girdiler. Hasta annesiyle görüşmesini bitirdiğinde annesine “Cemal abimle yalnız görüşmek isterim” demişti.

Hasta Cemal abisiyle konuşurken hava iyice elektriklenmişti. Hasta “ben böyle yarım yaşamak istemem. Eğer ki felç olursam beni vur, vurmazsan şerefsizsin” diye bağırıyordu. Cemal bey’in morali bozuk bir şekilde odadan çıkması ve hastaneden uzaklaşması bir olmuştu.

10. gün anne her zamanki gibi yoğun bakım ünitesinde neredeyse cama yapışmış durumda oğlunu izliyordu. İçinde garip ve anlamını bilemediği, adını koyamadığı bir duygu vardı. İç sıkıntısı almış başını gidiyordu ki o anda oğlu gözlerini açti.

O kara gözlerin içinde kayboldu anne… Sevinci tüm bedenine yayıldı. Başucundaki aletin göstergesi garip bir şekilde ses çıkartıyordu. Koridorda doktorların odalarından çıkarak yoğun bakım ünitesine koştuklarını görünce içine bir korku düştü. Hastanın yanına giderek perdeleri çekince anne olağanüstü bir durumun oluştuğunu fark etmişti.

Bekledi, bekledi, bekledi.

Kapı açıldı ve doktorlardan biri annenin yanına gelerek “oğlunuzun kocaman kalbi…” der demez anne, kendini kaybetmişti.

Kendine geldiğinde hastane odasındaydı ve doktorlar başındaydı. Kadın biliyordu, en son kalp duruyor, kalbin durmasıyla yaşam sona eriyordu. Demek ki o son dakikalarda oğlunun kalbini çalıştırmaya uğraşıyorlardı.

Doktorların bir sıkıntısı vardı fakat anneye nasıl söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Anneden çocuğunun organlarını isteyeceklerdi. Anne durumu anlayarak oğlunun organlarını bağışlayacağını söyledi.

Sonraki günlerde oğlunu doğduğu topraklara götürüp anne ve babasının yanındaki mezarda toprağa verdiler. Kadın, oğlunun yanındaki mezarı kendisine aldı.

O günden sonra tam 4 yıl boyunca uyku uyuyamadı. Kapalı ortamlarda duramıyordu. Çocukluğunu geçirdiği dağ köyüne giderek kendisini dağlara vurdu. Çay ve sigara içiyordu. Yemek ve uyku uyumayı unutmuştu.

Aradan 4 yıl geçtikten sonra çocuklarını kaybeden acılı anneler nerede yaşıyorlarsa tek tek ziyaret etti. Acısını paylaştı.

İki yıl önce ileri derecede alkol bağımlısı olan kocası öldü. Toprağa verdikten bir süre sonra alkol bağımlılar kliniğinde tedavi gördü ise de sigara ve alkolden kurtulamadı.

Son 3 yıldır çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döndü. Sınıfa girdiğinde acılarından bir nebze olsun uzaklaşmayı öğrendi. Halen özel bir okulda çalışmayı sürdürüyor.


02.07.2021 / Ankara


içindekiler    üst    geri    ileri   





 23