Hastane odası… Oğlu yoğun bakım ünitesinde makineye bağlı ve yaşamsal
riskler taşıyor. Anne yanına gitmek istiyor fakat hastane çalışanları
kendisini bu üniteye almıyorlar. Her gün her an her saat orada oğlunun
yanı başında olup elinden tutmak istiyor. Oğlunu ilaçla uyutuyorlar. İyi
de oğlu annesinin kendisini terk etmeyeceğini biliyor.
Bir hafta boyunca evine gitmemiştir. Gittiğinde oğlunun bu durumu
hissedeceğini ve yaşamdan kopacağını düşünmektedir. Yan komşusu olan
kadında evinin anahtarı vardır. O da her gün evlerine giderek çamaşırları
hastaneye getirmektedir. Anne lavaboda olabildiğince bedenini sabunlu
bezlerle silerek giysilerini değiştirip ayakta kalmaya uğraşmaktadır.
Ağustos sıcaklarındaydık. Anne kendi bedeninden bile rahatsız olmaya
başlamıştı. Sol koluna oğlunun kanı bulaşmıştı. Onu silmeyecekti.
Nihayetinde hastane personeli annenin perişanlığını görünce dayanamamış
aynı kattan bir oda tahsis etmişti. Anne, birkaç dakikada duşunu alarak
(sol kolunu su ıslatmasın diye boydan boya poşet geçirmişti) giysilerini
giymiş ıslak saçlarını kurutmadan yoğun bakım ünitesindeki camda yerini
almıştı. Oğlu uyuyordu. “Ahhhhhhh, bir gitsem ellerinden tutsam,
kendisini ne kadar çok sevdiğimi fısıldasam” diye geçirdi içinden…
O zaman karar verdi ki, hastane personelinden başka kimsenin bilmediği
manyetik kapının şifresini çözmeliydi. Kafasında sözcükler, yazılar tıkır
tıkır uçuşuyordu. Bu her gün değişen şifre ve çalışanların ezberinde olan
rakamlar ne olabilirdi? Düşündü, düşündü, düşündü…
Ve sonunda buldu. Şimşek gibi yerinden fırlayarak manyetik kapıya gitti,
o günün tarihini kodladı. Kapı açılmıştı. Oğlunun yanına gitti, elerinden
tuttuğunda irkildi. Eller buz gibi soğuktu. Avuçlarının içine alarak
ısıtmaya çalışırken oğlunun gözkapakları aralandı. Annesini gördüğünde
hafifçe tebessüm etti ve şöyle dedi. “Anne bana Cemal abimi gönder.
Onunla çok önemli bir şey konuşacağım.”
Doktorlar, hastanın yanına gelerek binbir güçlüklerle anneyi dışarıya
çıkarttılar. Anında hastaya müdahale ederek yeniden uyuttular.
Ertesi gün, hastayı uyandıracaklardı. Anne çok sevinçliydi. Cemal beyi de
arayarak oğluyla görüşmesini sağlarsa oğlunun isteğini yerine getirmiş
olacaktı.
Sabahın erken saatlerinde Cemal bey hastaneye gelmişti. Oğlunu görme
sırası annedeydi. Kendisi daha sonra görüşecekti. Anne beraber
girmelerini teklif edince beraber girdiler. Hasta annesiyle görüşmesini
bitirdiğinde annesine “Cemal abimle yalnız görüşmek isterim” demişti.
Hasta Cemal abisiyle konuşurken hava iyice elektriklenmişti. Hasta “ben
böyle yarım yaşamak istemem. Eğer ki felç olursam beni vur, vurmazsan
şerefsizsin” diye bağırıyordu. Cemal bey’in morali bozuk bir şekilde
odadan çıkması ve hastaneden uzaklaşması bir olmuştu.
10. gün anne her zamanki gibi yoğun bakım ünitesinde neredeyse cama
yapışmış durumda oğlunu izliyordu. İçinde garip ve anlamını bilemediği,
adını koyamadığı bir duygu vardı. İç sıkıntısı almış başını gidiyordu ki
o anda oğlu gözlerini açti.
O kara gözlerin içinde kayboldu anne… Sevinci tüm bedenine yayıldı.
Başucundaki aletin göstergesi garip bir şekilde ses çıkartıyordu.
Koridorda doktorların odalarından çıkarak yoğun bakım ünitesine
koştuklarını görünce içine bir korku düştü. Hastanın yanına giderek
perdeleri çekince anne olağanüstü bir durumun oluştuğunu fark etmişti.
Bekledi, bekledi, bekledi.
Kapı açıldı ve doktorlardan biri annenin yanına gelerek “oğlunuzun
kocaman kalbi…” der demez anne, kendini kaybetmişti.
Kendine geldiğinde hastane odasındaydı ve doktorlar başındaydı. Kadın
biliyordu, en son kalp duruyor, kalbin durmasıyla yaşam sona eriyordu.
Demek ki o son dakikalarda oğlunun kalbini çalıştırmaya uğraşıyorlardı.
Doktorların bir sıkıntısı vardı fakat anneye nasıl söyleyeceklerini
bilemiyorlardı. Anneden çocuğunun organlarını isteyeceklerdi. Anne durumu
anlayarak oğlunun organlarını bağışlayacağını söyledi.
Sonraki günlerde oğlunu doğduğu topraklara götürüp anne ve babasının
yanındaki mezarda toprağa verdiler. Kadın, oğlunun yanındaki mezarı
kendisine aldı.
O günden sonra tam 4 yıl boyunca uyku uyuyamadı. Kapalı ortamlarda
duramıyordu. Çocukluğunu geçirdiği dağ köyüne giderek kendisini dağlara
vurdu. Çay ve sigara içiyordu. Yemek ve uyku uyumayı unutmuştu.
Aradan 4 yıl geçtikten sonra çocuklarını kaybeden acılı anneler nerede
yaşıyorlarsa tek tek ziyaret etti. Acısını paylaştı.
İki yıl önce ileri derecede alkol bağımlısı olan kocası öldü. Toprağa
verdikten bir süre sonra alkol bağımlılar kliniğinde tedavi gördü ise de
sigara ve alkolden kurtulamadı.
Son 3 yıldır çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döndü. Sınıfa girdiğinde
acılarından bir nebze olsun uzaklaşmayı öğrendi. Halen özel bir okulda
çalışmayı sürdürüyor.