Kimileri için beyin gücü ön
plandadır. Bu tür insanların zekâlarını kullanarak altından
kalkamayacakları şey söz konusu değildir. Çünkü zekânın sınırı yoktur.
Kimileriyse kas gücüyle varlığını devam ettirir. Onları kaba kuvvet
görünür kılar. Ama bu görünür olma hali kendinden daha güçlü biriyle
karşılaşana kadardır. Daha güçlü biri her zaman vardır. Bu yüzden kas
gücü tek başına yeterli olmaz. Ama ben şanslıydım. Tanrı vergisi
yeteneğim, her iki gücü de içinde barındırıyordu. Hangisine ihtiyaç
duyarsam onu kullandım. Bunu kimsenin bilmemesi için elimden gelen her
şeyi yaptım. Bilgi tehlikelidir. İnsanlara kendimizle ilgili verdiğimiz
yerli yersiz bilgiler sıklıkla bizi zor durumlara düşürür. İşte bu
yüzden, topluma mal olmuş süper kahramanların gerçekteki kimlikleri gizli
kalır. Her biri yaşamlarını sıradan insanlarmış gibi sürdürürler.
Son iki yılımı bilim ve teknoloji konulu videolar çekme işine adadım. En
yüksek ses ne kadar şiddetli olabilir? Dünyanın içinden bir tünel kazarak
diğer tarafından çıkılabilir mi? Dans eden robotlar gerçek mi? İnsanları,
bilmedikleri bu tür gizemli konularla ilgili bilgilendirdim. Ülkenin dört
bir tarafında izlenme şansı buldum. Evlerin içine kadar girip kadın,
erkek, yaşlı, genç, pek çok izleyicinin sohbetlerine konu oldum. Bunun
sadece bir kılıf olduğunu kimse anlamadı.
Tıpkı bir vampir gibi geceleri dışarı çıkıp gündüzleri eve kapandım.
Gecenin kör karanlığında suçlularla köşe kapmaca oynadım. Ama insanlarla
iletişimim bundan ibaretti. Yanımda dikkatimi dağıtacak birileri olmadığı
için algılarım çok daha açık oldu. Beynim ve kulaklarım birlikte hareket
ederek bir radar sistemine dönüştü. Kendimi ele vermemek için her şey
sıradan ve normalmiş gibi davrandım.
Diğerlerinden farklı olduğumu ilk kez lise yıllarında anlamaya
başlamıştım. Arkadaşlarım beni bir ucube gibi görüyorlardı. Çünkü onlar
gülerken, ağlarken, korku ya da heyecan dolu anlar geçirirken nasıl bir
tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Duygu adını verdikleri bütün bu
şeyler bana son derece uzaktı. Şimdi düşünüyorum da yaşadıklarım çok
tuhaftı. Benden ne istediklerini bile anlayamıyordum. İnsan sahip
olmadığı şeyi verebilir mi? Evet, onlardan farklıydım. Ama zekâ her türlü
açığı kapatabilir. Zaman içerisinde yaşadığım şeyin anlamını kavradım.
Sınıfın popüler gençleri ara sıra çeşitli faaliyetler düzenliyorlardı.
Kimi zaman bir parti kimi zaman piknik ya da sinema gibi... Ben hiçbirine
çağrılmıyordum. Protesto etme adına şöyle bir davranış şekli
geliştirmiştim. Partinin ya da pikniğin düzenlendiği yerin yakınında
başka bir yere beni görebilecekleri şekilde gidip oturuyordum. Ya da aynı
sinemaya gidip farklı bir salona giriyordum. Zamanla bu protesto şekli
sınıf arkadaşlarım üzerinde çok prim yapmıştı. Artık popüler kesimle
anlaşamayan herkes bana katılmak için gelip yanıma oturuyordu.
Birilerinin dikkatini çekmeyi başarmıştım. Zaten benim de yapmaya
çalıştığım şey buydu.
Böylece çevremde kemik bir kitle oluştu. Üstelik bu kitle beni etkileyici
buluyordu. Popüler kişilere kafa tutmak yürek isterdi. Yürekli bir
insanla arkadaş olmak ayrıcalıktı. Onlara göre duygusuzluğum bile
protesto amaçlıydı. Ben de bu az sayıda arkadaşımı haklı çıkarma adına
oyuna devam ettim. Duygularını gözlemleyerek taklit etmeye başladım.
Onlar mutluyken mutluymuş gibi yaptım. Onlar üzgünken üzülmüş gibi
davrandım. Daha da ileri gidip mekanik ağlama yöntemleri geliştirdim.
Böylece aramızda gerçek bir dostluğun kurulduğunu düşündüler. Ama rol
yapmak son derece yorucuydu. Çünkü duygular çok değişkendi. Herhangi bir
anda boş bulunmamak için sürekli tetikte olmam gerekiyordu.
Şükür ki bu eziyet çok uzun sürmedi. Lisenin bitmesiyle birlikte herkes
farklı yerlere dağıldı. Üniversiteyi kazanamadığım için hiçbir yere
gitmem gerekmedi. Hayatımdaki tek değişiklik annemin ölümü oldu. Böylece
koskoca evde tek başına yaşamaya başladım.
Annemin sağlığında doldurduğum özgeçmişler sıraya girse yüksek bir binaya
ulaşırdı. "Bir işe girip çalış!" diyordu ısrarla. "Yarın öbür gün
evleneceksin. Çocuklarına örnek ol!" Ama bu kurguda bana uymayan bir
şeyler vardı. İnsanın hayat hikâyesi doğumundan önce ailesiyle birlikte
başlıyor, ölümünden sonra çocuklarıyla devam ediyordu. Ve hikâye asla
bitmiyordu. Aile dediğimiz şey garip bir lanetin içine sıkışıp kalmaktı.
Bu laneti gelecekte sürdürmek istemedim. Ne evlenecek, ne de çocuklarıma
örnek olacaktım.
Aile olmanın nimetlerinden faydalanmak da bu lanetin parçasıydı. Hayata
bir sıfır önde başlamaktı bu. Annem gereksiz bir ısrar içerisindeydi.
Babamdan kalan para beni hayatımın sonuna dek başkasına muhtaç olmadan
yaşatırdı. Bir de kayıplar vardı. Babamın öldüğü gün doğmuş olmam gibi.
Üstümde tasavvur sahibi olan el, kaşıkla verdiğini kepçeyle almıştı.
Babasız doğmak yolculuğa rotasız çıkmak gibiydi. Babasız doğmak yarım
kalmaktı. Annem o soruyu her sorduğunda bunlar gelirdi aklıma. "Sen niye
böylesin?" Ben de defalarca sormuştum kendime. Cevabı bulamamıştım. Doğum
hikâyemin bir ölümle başlamış olması, içeriğini belirsizleştiriyordu. Ama
bir cevap vardı şüphesiz. Bunu küçük bir çocuktan öğrendim.
Başkenti köşe bucak arşınladığım gecelerden biriydi. Bir köpeğe sarılmış
ağlamakta olan o çocuğu gördüm. Köpeğin peşine takılıp geldiğini, hava
kararınca geri dönemediğini söylüyordu. Kaybolmuştu ve çok korkuyordu.
"Evinin çevresinde camii, park ya da dikkat çekici bir bina var mı?" diye
sordum. Büyük bir parktan bahsetti. O civarda iki tane park vardı.
İkisine de bakıp çocuğun evini bulacaktım. "Endişelenme!" dedim. "Seni
kurtaracağım." Sevinçle gözleri parladı. İlk parktan eli boş döndük. Ev
ikinci parkın yakınında çıktı. Çocuk karanlıkta çevreyi tanıyamadı. Ama
ailesi dışarıda onu arıyordu. Onları görünce çok sevindi. "Sen benim
süper kahramanımsın." dedi boynuma sarılıp. O an kafamda bir şimşek
çaktı.
Ben bir süper kahramandım. Ama hangisi olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu.
Bu konuda çok uzun araştırmalar yapmak zorunda kaldım. Karakter seçimi
hiç de kolay olmayacaktı. Pek çoğunu inceleyip aralarında
karşılaştırmalar yaptım. Yeteneklerini, yaşam tarzlarını, bana benzeyen
ya da benzemeyen yanlarını analiz ettim.
Flash en sevilen karakterdi. Düşünceden bile hızlı hareket ediyordu.
Üstelik darbelerden etkilenmiyor, yaralanmıyordu. Bütün bunlar çok güzel
özelliklerdi. Ama yaşlanmıyor oluşu onu benden uzaklaştırıyordu. Henüz
otuz yaşındaydım ve saçlarımın yarısı beyazlamıştı.
Aquaman'i en başından diskalifiye etmiştim. Suyu kontrol edebiliyor
olması ve dalgalar oluşturabilmesi harikaydı. Su altında kalabildiği için
yüksek basınca ve soğuğa karşı dayanıklıydı. Onu sevmemi sağlayan bütün
bu özellikler aynı zamandan aramızdaki farkı yükseltiyordu. Hayatının
hiçbir döneminde deniz ya da göl kenarında yaşamamış birinin bütün
bunları yapabilen bir kahraman olduğunu düşünmek ahmaklık olurdu.
Süpermen'in kırk beş saniye içerisinde dünyayı dolaşabileceğini
biliyordum. Normal bir insandan yüzlerce kat daha hızlı hareket
edebiliyordu. Ama patlamakta olan bir gezegenden roketle Dünya'ya
gönderilmiş olması bana uygun düşmüyordu. O bir uzaylıydı.
Sonra birden Batman'la aramızda çok fazla ortak özellik olduğunu fark
ettim. Zenginliğimiz ve yardımsever oluşumuz birebir uyuyordu. Diğer
süper kahramanlar gibi insanüstü özelliklerimiz yoktu. Geriye bir tek
kafa karıştırıcı durum kalıyordu. O da Batman'ın playboy olmasıydı. Ama
bu konuda bir çıkış noktası bulmuştum. Kadınlarla ilgili çok deneyimim
olmasa da benden hoşlandıklarını biliyordum. Kaçamak bakışlarından,
karşımda heyecana kapılmalarından anlıyordum. Açıkçası ben de onlardan
hoşlanıyordum. Bu durumda benim playboy olmadığım söylenemezdi.
Karakter seçimi tamamlandığına göre sırada kostüm diktirmek vardı.
Başkentteki en iyi terziyi araştırdım. Kılık değiştirerek ve yüzümü
kamufle ederek iş yerine gittim. Terzi zararsız birine benziyordu. Ama
benimle birlikte bekleyen diğer müşteriler için aynı şeyi söyleyemem.
İçlerinde şüpheli davranışlar sergileyen iki kişi vardı. Bunlar karanlık
tipler olabilirlerdi. Bilgilerimi ele geçirmelerinden korktum. Ya kalıp
savaşacak ya da ya da kimse beni fark etmeden çekip gidecektim. İkinciyi
yaptım. Kendimi riske atamazdım. Bu aynı zamanda kurtarıcıları olduğum
insanları da riske atmak anlamına gelirdi
Kostüm fikri güzel olsa da hayati anlam taşımıyordu. Eskiden olduğu gibi
siyah kıyafetler ve kar maskesi ile idare edebilirdim. İçimde o gecenin
hayatımı değiştireceğine dair çok güçlü bir his vardı. Sekiz katlı bir
binanın tepesine yangın merdivenini kullanarak çıktım. Yüksek bir
noktadan sokaklara hâkim olmam çok daha kolay olacaktı. Gerçekten de
öyleydi. En ufak bir hareketi bile gözlemleyebiliyordum.
Önce her şey normal görünüyordu. Sonra kaçışan insanları ve polis
arabalarını fark ettim. Bir banka soygunu olabilir diye düşündüm. Belki
rehineler vardır. Birileri bana ihtiyaç duyar." Bir anda kendimi hızla
aşağı doğru uçarken buldum. Siren sesleri gitgide yakınlaşıyordu. Keskin
gözlerimle insanların bakışlarındaki şaşkınlığı seçebiliyordum. "Bu uçan
şey de neyin nesi?" diye düşünüyorlardı. "Kuş mu, uçak mı? Yoksa bir
süper kahraman mı?"
Yine de bu uçuşta yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Yükselmem gerekirken
yere çakılıyordum. Durumu kurtarmanın bir yolu olmalıydı. Batman'in
uçarken ne yaptığını sordum kendime. Birden aklıma geldi. Pelerinimi
kanat gibi savurmam gerekiyordu. Ama üstümde pelerin yoktu. Düşüyordum.
Normal bir düşüş değildi bu. Sanki bilmediğim bir zamanda asılı
kalmıştım. Endişe içerisinde sonumun gelmesini bekliyordum. Asırlar süren
bekleyişim asfaltın soğukluğunu yüzümde hissedince son buldu. "Demek ki
Batman olmak yetmiyor." diye düşündüm. Süper kahramanların neden pelerin
takması gerektiğini o an anladım.