Mithat için, birkaç gün sıkıntılı geçmişti. Bu gece sanki daha da boğucu
geldi. Harlı dünlerden kalan eski bir iç ateşiyle uyandı. Önce suyu
aradı.
Kendi kendine bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi, öylece kalakaldı. Daha
önce keskin uçlu kaç cümle kurduğunu, kaçının kendine dönen kesik izler
açtığını düşünüyordu. Ne zamandan beri tatlı gündüz düşlerinden
uyanmadığını, kendinde naif bir kımıldanışa yol açacak güzel bir haz
bırakmadığını hesap ediyordu.
İnatçı hedeflerine gülümseyip, tekrar yattı. Kendini bir ara evin
merdivenlerinde gördü.
Sürekli Nilgün’e gitmeye çalışmakla ilgili bir rüyanın ortasındaydı.
Rüyada bile bilinci yerinde gibi açık açık hesap yapıyordu. Nilgün’ü
görmeyeli tam iki hafta artı üç gün. Avans almaya daha on gün. İşe
gitmeye kalan yol parası sadece beş günlük. Ve Nilgün’e evlilik söz
vereli yirmi ay, on altı gün. Avans gününe kadar işe metroyla gidip
gelirse, Nilgün’ü bu hafta sonu görebilme imkânı... Yeme, içme, gezme
olmaksızın ama... Mithat sonunda kendini susturduğunu sandı. Karanlık!
Anlık bir karanlık. Sonra metroda buldu kendini. Ortalığı tuhaf gri bir
sis kaplamıştı. Bir çocuk, annesinin mantosunu bir yerinden çekiştirip
duruyordu. Anonsları bir türlü anlayamıyordu. İneceği durağı çoktan
kaçırmış olabilirdi. İnen ve binen yolcular garip bir hâl alıyordu.
Yüzleri hayvansı tüylerle kaplı, gözleri bir sürüngen gözüne benzeyen
varlıklara dönüşüyorlardı. Sadece dönüp dönüp kendisine bakan dağınık
saçlı kadın. Mithat ürkmekte olduğunu fark etti. İlkel bir duygu. O
paspal giyimli, saçları hem dağınık hem kabarık olan kadın, Mithat’a
gerçekten korkunç bakıyordu. Başka türlü yaşamlardan savrulmuş, sanki
paralel bir evrenden, Mithat’ı görebilen derin bakışlar. Ve sanırım o
kadının o metroda olduğunu gören tek kişi Mithat’tı. Ne ara Nilgün’ün
evine varmıştı? Rüyalarda mekanlar ani değişiyordu. Nilgün, elleri ve
yüzü kan içinde, “senin yüzünden” diye bağırıyordu. “Ne? Benim yüzümden
olan ne?” Sıçrayarak uyandı. Suyu aradı. Ateş düşürücü bir ilaç. Ondan
önce dolapta süt kalmış mıydı? Sonunda kendine bir çay demledi. Nilgün’ü
arasa mıydı? Sabahın dördü. Aynada kendi gözlerine takıldı. Yalnızlığın
ve korkulu düş yanığının gözlerinden nasıl çıkıp gideceğini düşündü :
Gözler haykırmaz. Hapşırmaz. Kalender ve derinlikli bir uysallıkla
yaşlanmak ve yaşlanmadan önce itiraflar gerekli. Gözler dehşetin küçük
aynası. Nilgün’le ayrılık vaktidir. Çok dürüst, çok içten. Kızı için
yanan bir kadın. Yaşamda ne çok oyalanmış. Sıra gelememiş iyi anlara. Ne
olacak? Onun oyalanma bahanesi olmamak gerek. “Nilgün, kendine benimle
uzun bir haksızlığa var mısın?”. “Nilgün, kızın büyüyor. Uzun cümleler ve
delici sorular yaşına eriyor ; Kim bu adam? Bizim evimizde ne işi var?
Nereden geldi? Ne zaman evleniyorsunuz? Ne iş yapıyor? Sevmediği bir işi
yapıyor. Bir turizm şirketinde, ucuz yollu tatiller arayan, orta halli
beyaz yakalı kimseciklere, tatil ve tur satma işinde çalışıyor. Ve bazı
hafta sonları anneni bir güzel…” Neyse belki de o kadar büyümedi o çocuk.
Bir sigara yaktı. Farenjit ve akciğerindeki ödemle boğulma hissi duyarken
düşündeki kadını hatırladı. Kimdi o? Kendi yaşamında bir yerlerden
hatırlaması gerektiğini düşünüyordu. Bir o kadar tanıdık, bir o kadar
başka boyutlara geçmiş biri. Dağınık saç. Dağınık saç. Dağınık. Tabi ya!
Sami’nin kız arkadaşıydı. Sami! Sami işkencede can verdiği söylenen bir
genç. Üniversiteden. İletişim fakültesi. O kızın adı Maral. Maral ile
Sami’nin arasındaki ilişki hiç çözülemedi. Belki sadece birbirlerine
yoldaştılar. Belki de sevgili. Çok kısa ama hemen her gün konuştukları
görülürdü. Sami’ye ne olmuştu? Sonra Maral da ortadan kaybolmuştu.
Bilgisayara yöneldi. Düşünde gördüğü kadını isim ve soyadıyla aramaya
koyuldu. Bulamayacağını düşünürken, bir metro kazası haberi okudu. İşte
bu inanılmaz geldi.
Bilincinde nasıl bir etkileşim oldu? Maral’ı metroda gördü. Ve Maral
metro kazasında ölmüştü. Sonra Nilgün’ü anımsadı. Artık ona gitmeyi
mecburiyet olarak gördü. Hışımla evden çıktı. Nilgün kızı ile gayet iyi
görünüyordu. Ama Mithat içindeki suçluluk duygusundan arınamıyordu.
Rüyadan söz etmedi. Sadece artık noktalaması gereken bu ilişkiye dair
birkaç söz söylemeye çabaladı. Derken, Nilgün gördüğü bir rüyadan söz
etmeye başladı. “Bir türlü sana gelemediğim bir kâbus yaşadım ve sana
ulaşmaya çalıştıkça yolları kaybedip durdum.” dedi. “Uyandığımda seni
aramayı düşünüyordum ki sen geldin.” dedi.
Mithat da benzer bir düş gördüğünü, bir türlü ulaşamadığı anlattı.
“Bu bir iletişim” dedi, Mithat. “Hâlâ ulaşamadığımız bir yer var. Bu
ilişkide varmadığımız bir yer.”
“İyi rüyalar görmeye çalışalım” dedi, Nilgün “ya da rüyaları çok ciddiye
almayalım.”
“Üzülme” diye yanıtladı Mithat, “gördüğüm rüyanın sonunda henüz son
durağa gelmeden uyanmıştım. Henüz son durakta ne olduğunu bilmiyoruz.”